İmam Hatipliler Hak Yolunun Yolcuları: 15 Hüseyin Kale

İmam Hatipliler Hak Yolunun Yolcuları: 15 Hüseyin Kale
Diyanette ve Milli Eğitimde çalışarak Öğretmenlikten emekli olan Hüseyin Kale’nin İmam Hatip Okullarına bakışını ve o yıllara ait hatıralarının 1.bölümünü sizlerle paylaşıyoruz.

“İmam Hatipliler Hak Yolunun Yolcuları” adlı yazı dizimizin bugünkü bölümünde Konya İmam Hatip Okulunun ilk mezunlarından, okulun 15 nolu öğrencisi, yokluğun ve imkansızlığın hüküm sürdüğü bir dönemde, bir öğrencinin elinden ancak Hacıveyiszade gibi Hocaların tuttuğu o zor şartlarda okumayı başarabilen, Diyanette ve Milli Eğitimde çalışarak Öğretmenlikten emekli olan Hüseyin Kale’nin İmam Hatip Okullarına bakışını ve o yıllara ait hatıralarının 1.bölümünü sizlerle paylaşıyoruz.

YAĞMUR YAĞDI MI SINIFIN İÇİ SUYLA DOLARDI

1934 yılında Konya merkeze bağlı Detse yeni adıyla Yeşildere köyünde doğdum. Babamın adı Mustafa, Annemin adı Ayşe. Nüfusa 2 yaş küçük yazdırmış babam. 1942 yılında İlkokula başladım. O yıllar İkinci Dünya Savaşı yıllarıydı.

1947 yılında İlkokulu köyümde bitirdim. 1949 yılına kadar zamanım hayvan otlatmakla , babamla birlikte çifte gitmekle geçti.

1949 ‘da Köy İmamı Koçhisarlı Ali’den Kuranı Kerim okumaya başladım.

Dokuz ay kadar okudum. 65-70 kişiydik. Herkes kaçtı. Bir ben kaldım. Hoca çok sertti, arada döverdi de. Birde av merakı vardı, ava gitti mi, camiye de uğramazdı.

1949 yılının 1 Ekim’inde babam beni Konya’da Kuran Kursu olan Postalcı Rahim Efendi ve Derbentli Mustafa Efendiye teslim etti.

O zamanlar Konya’da iki Kuran Kursu bulunuyordu biri Çimili Hakkı Efendinin Bulgur Tekke Kuran Kursu diğeri Postalcı Rahim Efendinin Kuran Kursuydu.

Postalcı Rahim Efendi yaşlı bir adamdı. Ancak ülke çapında meşhur bir hafızdı. İstanbul’da bir teravihte Kuran-ı Kerimi baştan sonuna kadar hatmederek namaz kıldırmış bir insandı..

1951 yılında İmam Hatip Okulu açıldı. İlk müdürümüz Avukat Ali Rıza Uğurluydu.

Biz eski Polis Okulu olan Aksekililerin evinde eğitime başladık. Müdür ve okulun temel taşı olan Hacıveyiszade Hocamız hariç bütün öğretmenler diğer okullardan toplamaydı.

1952-53 yılarında şimdiki okulun yerine geldik. İnşaatta iki kat çıkılmıştı. İkinci katın çatısı yoktu. Yağmur yağdı mı, sınıfın içi suyla dolardı. Sınıfın içinde o yana , bu yana atlayarak geçerdik.

İlk okuduğumuz binada dökük sıralar, kirli üç kişinin oturması mümkün olmayan sıralar vardı.

Koca koca adamlardık. Mesela ben 17 yaşındaydım. Haliyle o sıralara sığamıyorduk.

Sınıfların içine “Tınal” sobaları kurdular. Sobalar başladı gürül gürül yanmaya.

BENİ OKUMAYA DERBENTLİ MUSTAFA EFENDİ TEŞVİK ETTİ

İmam Hatip Okuluna beni Derbentli Mustafa Efendi teşvik etti. Yavrum dedi; “ Bak benim belgem yok, bir şeyim yok, orda burada sürünüyorum. Bu devir belge devri. Hiç olmazsa İmam Hatip resmi bir kuruluştur. Buradan bir diploma alırsınız. İleride bir meslek sahibi olursunuz. Sen şimdi hafızlığı bitirirsin amma bir meslek sahibi olmazsın dedi. Kardeşimi de ben ikna ettim, birlikte İmam Hatip Okuluna yazıldık.

Bu ara babam köyden göçtü geldi. Odun pazarında sabahtan akşama kadar odun kırardı, verdikleri 3-4 lira. Onunla da ekmek alır, sebze alır, bir şeyler alırdı.

Onun bunun kullanmak istemediği kitapları topladık. İkimiz bir sarı defter aldık. Birde siyah bir kalem. Öğretmenlerimize dedim ki, Efendim biz kalenderiz, fakiriz, kardeşiz, biz yan yana otursak, bir tane defterimiz bir tane kalemimiz var. bazen kardeşim, bezen ben not tutsak olmaz mı?

Olur dediler. O sarı deftere bazı dersler ben yazdım. Bazı dersler birader.

Çöplükten, tabanı yırtık birde çanta bulduk. Kitaplarımızı içine doldurduk. Kitaplar dökülmesin diye altından sıkıca tutuyorduk.

Hasanköy civarında bir evde oturuyoruz. Kış günü yol yok. Ayakkabılarımız yırtık. Bir metre kar var. Fırtınaya tutulduk. Hacı kaymak caminin bulunduğu Hasanköy yolu üzerinde bir han vardı. Hacıkaymak Hanı. Oralardan gidiyoruz..

Babam yavrum dedi siz bu soğukta donacaksınız.

Biraderle bana yünden yapılma poşu derler, kefiye derler bir örtü aldı. Dalımızı örtecek palto falan nerde. Poşuları başımıza sarıyoruz. Babam dedi ki en azından başınız üşümesin.

Yine karlı bir ve soğuk bir günde, poşuları başımıza sardık. Okula yetişmek üzere evden çıktık.

Pazartesi günü. Tam okula geldik. İstiklal Marşı başladı. Bizim başımız sarılı. Donuyoruz.

İstiklal Marşı bitti, Bekir Elam’ın elinde sopası vardı.

Bana, ne ulan başında ki dedi…

Ben köylü çocuğuyum. Öyle kibar konuşmasını falan bilmezdim.

Poşu dedim…

Elindeki değnekle, başımdaki poşuyu aldı. Değneğin ucuna taktı.

Arkadaşlarımıza döndü.

Bakın dedi bu poşuymuş!...

Sonra aldı benim poşumu suyun içine attı.

Akşam nasıl döneceğiz diye biz iki kardeş başladık ağlaşmaya…

Yolda gelirken dizlerimize kadar çağış çağış buz tutmuşuz.

Sınıfa girdik, tınal soba yanıyordu. Arka taraflarda bir sıraya oturduk. Ayaklarımızın uyuşukluğu geçince, dizlerimizde sızlamalar başladı, ağlamaya başladık.

Süheyla Cankat’ın dersi vardı. Ayaklarımızın halini, bizim durumumuzu bir gördü bütün bir ders boyunca ağladı.

Neticede öyle günler geldi geçti.

Biz öğle yemeği falan bilmezdik. Öğle yemeğini kim verecek? Öyle bir kurum yok, dernek yok, yardım eden yok.

Öğle arasında okulun yanındaki Karpuzoğlu camiine gidip öğle namazımızı kılardık. Ders saatine kadar bahçede oyalandıktan sonra, derse girerdik. Akşam eve vardığımızda anamız ya bulgur pilavı, yada tirit artık ne pişirdiyse onu yerdik. Sabah annem erkenden kalkar, bize tarhana çorbası pişirirdi. Tarhana çorbasını içer, akşama kadar onunla dururduk.

434688.jpg

O HAFIZ BENİM

Babam Kurtuluşta bir yer aldı. Kerpiçten uyduruk bir ev yapmaya başladı. Bizde Pazar günleri babama yardım ediyorduk. Kardeşlimle birlikte kerpiç çukurunda çalışıyoruz üstümüz başımız çamur içinde.

8-10 tane adam geldi. kolay gelsin dediler. Sağ olun dedim.

Burada bir hafız varmış. Biz onu ararız dediler.

O hafız benim dedim.

Dörtyol camisi var. Namaz kıldıracak birini arıyoruz. Bize bir akşam namazı kıldır. Hoşumuza giderse, seni tutarız dediler.

Onlar gidince, üstüm başımdaki çamurları temizledim. Dörtyol camisine gittim. Akşam namazını kıldırdım. Tamam hafız dediler biz hocamızı bulduk. Bende kaç lira vereceksiniz dedim . 25 lira dediler. Kabul ettim. Bahri Yüzbaşıoğlu diye bir terzi vardı. Onlar gittikten sonra, cemaate söyleme dedi her ay gel, dükkandan bir beş lirada ben vereyim.

Sene 1953.

Otuz lira aylıkla İmamlığa başladım.

HEMEN HAZIRLAN, YAKINDA CAMİ İMTİHANI AÇILACAK

1954 yılı sonuna doğru bize Akaid dersine giren Abdullah Ulubay, aynı zamanda Konya Müftüsüydü. Sınıfa girdi mi, arkadaşların hepsine ara ara sorardı. Adın ne, nerelisin, baban sağ mı, ne iş yapar diye.

O gün sıra bizdeydi. Biradere sordu adın ne? Ahmet Kale. Bana sordu senin adın ne? Hüseyin Kale. Siz dedi kardeş misiniz? Kardeşiz dedim. Baban sağ mı? Sağ. Ne yapar? Odun Pazarında odun kıyar. Nasıl okuyorsunuz? Kıt kanaat. İmamlık yapar mısın? Ben zaten yapıyorum. Hafızım dedim.

Kuzum dedi. Hemen hazırlan, yakında cami imtihanı açılacak. Kazanırsan sana bir cami vereyim. Okumanıza yardımcı olur.

Hemen bir imtihan rehberi aldım.

Açık iki cami vardı ve 20-25’de müracaat.

İmam Hatip Okulundan benimle birlikte İbrahim Küçüktığlı diye bir arkadaş müracaat etmişti.

İmtihana girdik. Neticeyi öğrenmek için Müftülüğe gittim. Abdullah Hocam beni görünce aferin dedi. 150 puan üzerinden 145 alarak sen birinci oldun. İbrahim de 140 puanla ikinci oldu. Sen dedi birinci olduğun için cami seçme hakkı senin camilerin ikisini de gez. Hangisini beğenirsen beğendiğinde sen kıldır. Diğerinde İbrahim kıldırsın.

Eski Meram yolunda, Müftü gediğinin ilerisinde Mecidiye Camii vardı. orayı ben aldım. Bürümcekbaşı Camiini de İbrahim Küçüktığlı aldı.

Maaş 60 lira, kesintilerle elime 54 lira geçiyordu. O günlerde bana göre bir yanlış yaptım. Köyden akrabanın birinin kızına sevdalandım. Yanlıştı, zamansızdı amma o kızla evlendim. Evlenince borçlandım. Durumum iyiden iyiye zorlaştı.

On kuruş bulamadığım için Meram’a kadar yayan yürüdüğüm çok zamanlar oldu.

Daha sonra camiye, cami evi yaptırdılar. Eve oturduk. Durumum azıcık düzelmeye başladı. Öğlenleri yemek yemeye başladım.

Yamalı giymek ayıp değildi herkes yamalı giyerdi o zamanlar. Pantolonlar, ceketler yamanırdı.

Okulumuzda Osman Cora diye Başhüyüklü bir arkadaş vardı. O günlerde fiyakalı giyinirdi. İçimizde en iyi giyinen oydu.

KURAN-I KERİMİ ELİNDEN BIRAKMA

1953 yılında bir cahillik yaptık kavga ettik. Bizim evin bahçesine sebze ekmiştik. Kavga ettiğim çocuk, defalarca evin bahçesinin sebzesini, ötesini, berisini yedirdi.

Bende ayağımın burnuyla kabalarına iki kere vurdum.

Avukat Naim Gilistralının akrabasıymış. Rapor almışlar beni mahkemeye vermişler.

Oradan birileri dedi ki ben yaptım dersen altı ay alırsın. İnkar et, ben yapmadım de dedi. Meğerse bana düşmanlık yapıyorlarmış.

Hakim dedi ki, yavrum bu çocukla dövüşmüşsün sana iki ay gün vereyim ne dersin.

Meğerse benim tecilimi, isterim, beraatimi isterim demem gerekiyormuş.

Ömrümde mahkeme görmemişim.

Verirsen ver dedim, yatır çıkarım.

Hakim birkaç defa sordu.

Ben her defasında yatır çıkarım efendim dedim.

Sana iki ay dedi. Daha önce sabıkan olmadığın için bir ay veriyorum. Yat çık da aklın başına gelsin.

Oradan çıktım. Konya’da sanki başka avukat yokmuş gibi Naim Gilistralının yazıhanesine gittim.

Ne o delikanlı dedi. Durumu anlattım. Ne yapacağız dedim. Ben dedi Ankara’ya bir yazı yazarım. O zamana kadar anca gelir sende yazın yatar çıkarsın dedi. Otuz lirada paramı aldı.

Cezanın tasdikten gelip gelmediğini öğrenmek için Savcılığa gittim. Kapıyı açtım Savcının yanında bir jandarma. Savcı, Jandarmaya bizim evi tarif ediyor.

Efendim dedim aradığınız adam benim.

Kendi ayağıyla gelene de yeni rastlıyorum dedi.

Jandarmayla git dedi.

Jandarmayla konuşa konuşa hapishaneye geldim.

Gardiyanlar beni görünce başladılar gülüşmeye. Sen dediler böyle mi geldin. Evet. Yatağın var mı? Ne yatağı dedim.

İçlerinden biri içeride tanıdığın biri var mı diye sordu.

Bizim köyden Alaaddin Top var dedim. Alaaddin Abiyi tanıyor musun dediler. Bizim köylü dedim. Meğer Alaaddin Abi “Dam Ağasıymış”.

İçeri girdiğimde, yeğenim dedi yemek yapmayı bilin mi? Bilirim. Şu yatak boş. Kardeşimin yatağıydı. Tahliye oldu. Orada yatabilin.

Ertesi sabah, adımı anons ettiler. Hüseyin Kale ziyaretçin var diye.

Baktım okul arkadaşlarımda Ramazan Kunt. Hacıveyiszade Hocam bir iki kilo ya üzüm yada elmaydı meyve göndermiş, beş lirada para.

Salı günü oraya geleceğim demiş.

Evde kimsenin haberi yok. Çarşıya gideceğim diye çıktım. Öldü mü, kaldı mı diye Konya’nın altını üstüne getirmişler.

Hacıveyiszade Hocam Salı günü geldiğinde beni buldurdu. Ben başladım ağlamaya. Kuzum dedi, burada içeride yatanların hepsi suçlu olduklarından burada yatmıyorlar. Üzülme, derslerine çalış, Kuranı Kerimi elinden bırakma dedi.

Hocam gittikten sonra, Hocamın talebesi olduğumu öğrenenler, Hapishanenin camisi kapalı dediler. Sen hocaymışsın bize namaz kıldır. Yaşlı yaşlı adamlar hocam diye bana hürmet etmeye başladılar. Bende bir ay onlara namaz kıldırdım. Hocam her geldiğinde benim istihkakımı getirirdi. Hapiste değilken biz otuz beş kadar hafız, Aziziyede hatim inerdik. Her sabah namazında hatim duası olurdu. Hocamda o dua sonrasında, her birimize hatim sahibinden aldığı parayı bölüştürürdü. Günlük 1 yada 1. 5 lira her birimize dağıtırdı. Ben hatim dualarına iştirak etmişim gibi bir ay boyunca bu senin istihkakın diye bana para getirdi. Biz onların sayesinde okuduk.

(Erol Sunat)

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.