Serap Taştekin

Serap Taştekin

Bey Hekim ve bir mihrabın macerası

Bey Hekim ve bir mihrabın macerası

Gazetemizde 29 Nisan’da yayınlanan “Meram Tıp Fakültesi’nden Tarihe Geçen Operasyon” başlığıyla yayınlanan haber, hepimizi gururlandırdı. Dünya literatürüne geçecek bir operasyonla anne karnında müdahale edilen tek yumurta ikizinin elsiz ve ayaksız doğmasının engellenmesi, bir tarihçi olarak beni Konya’nın tıp geçmişine götürdü.

Haberi okuyunca derhal hastalara ücretsiz tedavi hizmetinin verildiği, isteyen hastanın tabibini seçebildiği  Konya Darüşşifası ile ilgili bilgilerin yer aldığı yayınlara gitti elim. Bu alanda duayen olarak kabul edilen tıp tarihçisi Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver’in “Konya Defterleri”, İbrahim Hakkı Konyalı’nın “Konya Tarihi”, Ahmed Eflakî’nin Mevlana’nın çağındaki her bilgi için daima başvurduğum “Menakıbü’l Arif’in”i, Uluslar arası Anadolu-Türk  Darüşşifaları Kongresi, Türk Tıp Tarihi Bildiri kitabı ve konuyla ilgili birkaç tezi incelediğimde sağlık hizmetleri konusunda Konya’nın 13. Yüzyıldan çağdaşlarına üstünlüğü şaşırtıcıydı.

Avrupa Ortaçağ karanlığını yaşarken Konya, birçok alanda olduğu gibi tıp alanında da çağdaşlarının çok önünde yol alıyordu. Anadolu Selçukluları döneminde inşa edilen Konya Darüşşifası’nda hastalar ücretsiz muayene ve tedavi ediliyor, yatan hastalardan da ücret alınmıyordu. Hastalar, isterlerse kendilerini tedavi edecek tabibi dışarıdan getirebiliyorlardı.

Dârü’ş-şifalar Türk-İslâm vakıf kültürü içerisinde önde gelen sosyal yardım kuruluşlarından en önemlileriydi. Selçuklular bu bilinçle, tıbbın toplumsal boyutuna ve halk sağlığına önem vermiş ve kurumsal yapılaşmasına katkı sağlamıştır. Bu amaçla Anadolu’da Dârü’ş-şifalar kurmuşlardır. XI.-XIII. yüzyılda inşa edilen bu sağlık ve sosyal yardım kuruluşları ve bunların sunmuş oldukları hizmet kalitesi, pek çok devletten oldukça ileri seviyede idi.

BİZİ BİR EJDERHA SOKTU Kİ

Selçuklular döneminde Darüşşifaların başında baş tabipler bulunuyordu. Bunların  arasında, payitaht Konya’da oturan en meşhuru “Bey Hekim” de denilen Tabip Ekmeleddin Nahcuvani idi. Mevlana Celaleddin ile çağdaş olan Ekmelüddin, nam-ı diğer Bey Hekim ile ilgili  Ahmed Eflaki’nin Menakıbü’l Arifin adlı eserinde birçok bölüm vardır:

Mevlana Celaleddin Rumî, bir gün evinin önünden geçerken Baştabip Ekmeleddin’e (Beyhekim) uğradı. Başhekim o sırada bir ilaç yapıyordu. Mevlana sordu:

-Ne yapıyorsun?

-Yeni bir tiryak (hastalıklara şifa veren bir macun) öğrendim, onu tamamlamakla meşgulüm.

 Bunun üzerine Mevlana Celaleddin Rumî,  “Ah bizi bir ejderha soktu ki, dünyanın bütün tiryakları bir araya gelse faide vermez” dedi.

Tabip Bey Hekim’in (Ekmeleddin Nahcuvani) Mevlana’ya mürit olmasının hikayesi ise ilginçtir; Bir gün Mevlana Celaleddin Rumî’nin  Ekmeleddin Tabip’e on yedi seçkin dost için müshil ve haplar hazırlamasını emretti. Ulu dostlar, perhiz ile uğraşıyorlardı. İlaçların içileceği gün sabahleyin erkenden Mevlana Hazretleri, Ekmeleddin’in evine gitti. Hekime haber verdiler ve o da dışarı çıkıp Mevlana’nın önünde baş koydu. Mevlana Hazretleri Ekmeleddin’in müshil için hazırladığı on yedi kaseyi birer birer içti ve her defasında da “Alemlerin Rabbi olan Tanrı’ya hamdolsun” dedi.

Mevlana ondan sonra medresesine gitti, Ekmeleddin hazretleri de durumu anlamak üzere çaresiz kalkıp medreseye geldi.

-Mübarek mizacınız ve doğanız nasıldır?” diye sordu Ekmeleddin yere kapanarak.

-Altlarından nehirler akıyor (Bakara 226) buyurdu Mevlana Hazretleri.

“Mevlana Hazretleri su içmekten sakınsın” dedi Ekmeleddin.

Bunun üzerine Mevlana Hazretleri buyurdu ve buz getirdiler, buz parçalarını yemeye başladı. Anlatılamayacak derecede yedi. Ondan sonra üç gün üç gece semaya başladı. Ekmeleddin sarığını yere vurarak feryat ediyor, “Bu hal beşerin kudreti dışındadır. Bu kudreti velilerin hiçbiri göstermemiştir” diyordu.

İşte o anda çocukları ve akrabalarıyla Mevlana Hazretleri’ne mürit oldu.

BUZ ÜZERİNDEKİ EŞEK GİBİ ACİZ

Yine nakledilmiştir: Bir gün Ekmeleddin Tabip hazretleri o zamanın bütün hakim ve büyüklerinin ortasında dedi ki; “Eski ve şimdiki filozoflar Mustafa Hazretlerinden sonra bir peygamber gelseydi bu gerçekten İbni Sina olacaktı inancındaydılar.” Ve bir gün Ekmeleddin’in yanında bir gazel okunuyordu. Gazelde şu beyiti işitti:

Göğsümün içinde İsa gibi babasız dünyaya gelmiş öyle bir dilberin portresi var ki, İbni Sina onu anlamak hususunda buz üzerindeki bir eşek gibi aciz kalır…

BİR MİHRABIN KONYA’DAN

BERLİN’E MACERASI

Söz Bey Hekim’den açılmışken; Selçuklu sultanlarının, Mevlana Celaleddin Rumî’nin de tıp doktorluğunu yapan bu ünlü hekim adına inşa edilen Bey Hekim Mescidi’nin, Almanya’ya kaçırılan çinili mihrabından söz etmeden olmaz.   Kaçakçılar, 1907 yılında mihrabın çinilerini sökerek Almanya’ya kaçırmışlar. Bergama Müzesi’nde sergilenen mihrabın çalınmasına o dönemde Alman Konolosu olarak görev yapan ve aynı zamanda Selçuklu uzmanı olan Dr. Christine Loytved’in adı karışmış. 

Mihrabın sergilendiği Bergame Müzesi’nin (Pergamon Museum) Konya Salonu adı verilen bölümünde ayrıca yine Konya’daki tarihi yapılardan kaçırılan Konya Sarayı’nın alçı süsleri, Karaman’dan alınan çini kitabeler, Alaaddin Camii’ne ait bir rahle, çeşitli rölyef ve taş kabartmalar da müzede sergileniyor.

Berlin’e yolu düşenlerin hüzünle gezeceği bu müzenin oluşturulması, Almanlar’a yakınlığı ile bilinen ve eleştirilen Sultan II. Abdülhamid’in cömertliğine bağlanıyor.

Eserlerin ait olduğu yere dönmesi için Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Konya Büyükşehir Belediyesi’nin girişimlerinin olduğu biliniyor. Fakat bu çalışmaların hangi aşamada olduğu zaman zaman kamuoyuyla paylaşılmalı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Serap Taştekin Arşivi
SON YAZILAR