İmam Hatipliler Hak Yolunun Yolcuları: 15 Hüseyin Kale (2)

İmam Hatipliler Hak Yolunun Yolcuları: 15 Hüseyin Kale (2)
Diyanette ve Milli Eğitimde çalışarak Öğretmenlikten emekli olan Hüseyin Kale’nin İmam Hatip Okullarına bakışını ve o yıllara ait hatıralarının 2.bölümünü sizlerle paylaşıyoruz.

“İmam Hatipliler Hak Yolunun Yolcuları” adlı yazı dizimizin bugünkü bölümünde Konya İmam Hatip Okulunun ilk mezunlarından, okulun 15 nolu öğrencisi, yokluğun ve imkansızlığın hüküm sürdüğü bir dönemde, bir öğrencinin elinden ancak Hacıveyiszade gibi Hocaların tuttuğu o zor şartlarda okumayı başarabilen, Diyanette ve Milli Eğitimde çalışarak Öğretmenlikten emekli olan Hüseyin Kale’nin İmam Hatip Okullarına bakışını ve o yıllara ait hatıralarının 2. bölümünü sizlerle paylaşıyoruz.

BEN ELİNİ AYAĞINI ÖPMEYE GELDİM

Hacıveyiszade Hocam Arapça, Tefsir, kelam ve Hadis derslerine gelirdi. Hoca kıtlığı vardı. Konya Valisi Cemil Keleşoğlu, istisnasız her Perşembe günü Hocamızı ziyaret gelirdi.

Valinin geliş saatinde genelde Hocamız dersi bizim sınıfta olurdu.

Okul Müdürümüz Vali Beyle sınıftan içeri girdiğinde, Hocamız kürsüden iner.

Buyurun Vali bey diye öğretmen kürsüsüne davet ederdi.

Vali bey ise;

Estağfurullah Hocam, oraya ben layık mıyım? Ben elini ayağını öpmeye geldim derdi.

Sonrada ben talebelerin yanına oturayım der, arkadaşlarımızın sırasına otururdu.

Hoca coştukça coşar, coştukça coşardı.

Zil çalar..

Hocanın haberi yok…

Talebenin içeriye giriş zili çalar..

Hocanın haberi yok..

Bir sonraki dersin öğretmeni kapıda bekler,

Hocanın haberi yok…

Haber veririz, Hocam, bir sonraki dersin hocası, kapıda bekliyor deriz.

Öyle mi, evladım der, kürsüden inmeye hazırlanırken, Vali Bey Hocamızın elini öpmeye çalıştı.

Hocam elini vermek istemedi Vali diye..

Vali bunun üzerine Hocam dedi, değil ellerini, ayaklarının altını öpmeye geldim.

Hocamızın elini öptü.

Vali Bey yıllarca Hocamızı ziyarete geldi. Bir gün dahi Hocamıza arkasını dönüp dışarıya çıkmadı.

Saygısını göstermek için, sınıftan geri geri çıkardı.

Cemil Keleşoğlu, uzun boylu, narin yapılı, babacan bir adamdı.

Hoca dedin mi olduğu yerde kalakalırdı. Hocamıza karşı derin bir sevgisi vardı.

Hacıveyiszade Hocam dersten çıktığı zaman koridorda ne kadar talebe var, ne kadar kadın-erkek öğretmen varsa hepsi hazırola geçerdi.

Herkese selamünaleyküm diye diye merdivenlerden iner, odasına giderdi.

CENAB-I HAK BU GÜNLERİ BİZE GÖSTERDİ

Askerde yedek subay olarak Davutpaşa’da görev yapıyordum. 1960 yılının Ocak ayında izinli geldim. sabah geldim, öğle namazına Hocamı görmek için Aziziye Camiine geldim. Biraz geç kalmışım. Caminin tam ortasında kendime yer bulabildim. Üzerimde subay elbisesi vardı.

Hocam namazı kıldırdı.

Yönünü cemaate çevirdiğinde beni gördü.

Lillahil Fatiha dedi, ayağa kalktı. Hocamın o güne kadar cemaatten önce ayağa kalktığını gören olmamıştı.

Cemaatte ona bakmaya başladı.

Hocam yürümeye başlayınca, Cami içindeki cemaat yarıldı.

Hocam bana doğru gelmeye başladı.

Hemen ayağa kalktım. Eline vardım.

Oh kuzum…oh kuzum..oh kuzum…Cenab-ı Hak bugünleri de bize gösterdi, dedi.

Elimden tuttu, beni hücresine götürdü. Arkada küçük bir hücresi vardı. burada derdi ve şikayeti olanlara dua okur, muska yazar, şunu al kuzum ben bunu yazdım amma, hastanı hemen doktora götür diye de mutlaka tembih ederdi.

Hücrede bana döndü;

-Sizi bu durumda görmek beni çok memnun etti. Bak kuzum asker ocağı hile götürmez, gücün nispetince hile yapmadan görevini yapmaya çalış dedi.

Elini öptüm.

Bana dedi dua edin, çocuklarınızı da okutayım. Cenab-ı Allah askerin duasını kabul eder dedi.

İzin bittiğinde birliğime geri döndüm. Şubat ayının beşinde Tercüman gazetesi aldım. Birde baktım ki gazetenin başlığında, Türkiye’nin en büyük Alimi Mustafa Kurucu Hocaefendi hakkın rahmetine kavuşmuştu diye yazıyor.

Cenazesinde bulunamadım.

KİTABIN TAMAMINI EZBERLERDİM

Askerden geldikten sonra, terzi Bahri Yüzbaşıoğlu’na gittim. Yahu hafız dedi. Uzunharmanlarda yeni bir cami var. Oraya 15 liraya bir hoca tutmak istiyorlar.

Adam başı 20 kuruş düştüğü halde cemaatin bunu ödeyecek parası yok. Gel ben sana yardımcı olayım, kadronu buraya al gel dedi.

Ankara Bahçelievlerde Baş imamlık yapan bacanağı varmış ona bir mektup yazdı.

Ben Ankara’ya vardım. Camiyi ve Hocayı buldum.

Mektubu okudu.

Böyle işleri hiç sevmem amma dedi, sen suyu kaynağından avlamışsın. Önce ben seni bir imtihan edeyim dedi.

Bugün ezanı sen çık oku dedi. İçeride müezzinlik yapacaksın, ardından da aşır okuyacaksın.

Ben dediklerini yaptım.

Okuyuşumu beğenmiş olacak ki, düş yanıma dedi, birlikte Diyanete vardık. Oradaki yetkililere bu hafızı dedi benim bacanak göndermiş. Buna bir kadro verin.

Kadro almak bu kadar kolaymış dedim kendi kendime…

Kadroyu aldım. 30 Haziran 1960 tarihinde Uzunharmanlar da İmamlığa başladım.

O tarihlerde arkadaşlarımdan bir çoğu, Yüksek Okullarda okuyorlardı.

Okul yıllarından bir arkadaşım vardı.

Yılmaz Yavru.

İstanbul’da fark derslerine girmiş, Hukuk Fakültesinde okuyordu.

Onu görünce ne yapıyorsun Yılmaz diye seslendim. Bana pas vermedi. Beni takmadı bile acayip bir havalara bürünmüştü. Ben imamdım. O Hukuk Fakültesinde okuyan yarın Avukat çıkacak biriydi!

Hemen ertesi gün Kız Öğretmen Okuluna dışarıdan bitirmeler için dilekçe verdim. İhsan Baykal diye Sille’li bir Müdür vardı.

Okuldayken bir kız talebe beni gördü. Ağabey dedi sen burada imtihanlara mı giriyorsun.

Evet dedim. ben sana not tuttuğum defterimi vereyim.

Soruların bir çoğunun cevabı bu defterde var dedi.

Yalnız imtihandan sonra bana geri vereceksin dedi.

O defteri aldım.

Birde çocuk Psikolojisi kitabı vardı. Tam 580 sayfa. Kalın bir kitap.

Uzunharmanlarda İmamım üç tane çocuğum var. Evde odanın birine kapandım. Beni dedim kimse rahatsız etmesin.

Kitabın tamamını sabaha kadar ezberledim.

Sekiz kişilik imtihan heyetinin karşısına çıktım. Ne sordularsa başlıyorum anlatmaya, heyetten bir öğretmende benim anlattıklarımı kitaptan takip etmeye başladı. Sayfa geldiğinde başımla sayfayı çevirmişim.

O şekilde ezberlemişim kitabı. Bu delikanlı dediler, bu kitabı olduğu gibi ezberlemiş. Verin notunu dediler. Böylelikle fark derslerini verdim.

BU ÇOCUK BENİ TANIMAZ AMMA BEN ONU İYİ TANIRIM

1962 yılında Eğitim Enstitüsü ile Yüksek İslam Enstitüsü aynı gün açıldı. Neredeyse okul binaları yan yana olacak kadar birbirine yakındı. Açılışa Diyanet İşleri Başkanı. CHP’li Milli Eğitim Bakanı birlikte geldiler. Okullar dualarla açıldı.

Eğitim Enstitüsü bugünkü Migros’un karşısında ki ( Şimdiki Akyurt AVM), çukurda iki bina vardı. Orada açıldı. Yüksek İslam Enstitüsü de, İmam Hatip Okulunun içindeydi.

Ben İmam Hatip diplomasıyla Yüksek İslam Enstitüsü imtihanına, Öğretmen Okulu diplomasıyla da, Eğitim Enstitüsü imtihanlarına girmek için müracaatta bulundum.

Her ikisinin de yazılılarını kazandım.

Esas elemeler mülakatlarda olurdu.

Yüksek İslam Enstitüsünde girdiğim mülakatta üç soru sordular, ikisini bildim. Bir tanesini bilemedim ve imtihanı kaybettim.

Eğitim Enstitüsüne geldim. Dört yüz müracaat vardı, iki yüz kişi alacaklardı.

Mülakata girişte 20. sıradaydım. Benden önce girenlere sordum. Etiler, Frigler gibi sorular sormuşlar.

Sıra bana geldi, içeriye girdim. İçeride Halide Dolu isminde Edebiyat uzmanı bir mümeyiz vardı. Okuldan Hocam olan Kemal Or, yine o “ donyağı” gibi duruşuyla beni hiç tanımıyormuş gibi duruyordu. Birde Fuat Altan diye Kız Öğretmen Okulunda Baş Muavinlik yapan bir Hoca vardı.

Korkudan paçalarım un eliyordu.

Fuat Altan, Hocahanım dedi bu çocuk beni tanımaz amma ben onu iyi tanırım. İyi, terbiyeli bir çocuktur. Dışarıdan bitirmelere, bizde girmişti. Çok çalışkan, çok başarılı bir öğrenci deyince, Halide Hanım dedi ki; Fuat Beyciğim, madem bu çocuğu tanıyorsunuz buyurun siz sorun dedi. Tevfik Fikret ile Mehmet Akif arasındaki kavganın sebebi neydi dedi. Bu soruyu bilemediğim için, Yüksek İslam Enstitüsü imtihanını kaybetmiştim.

Çıkınca da cevabını öğrenmiştim.

Soruyu cevapladıktan sonra, tarihten bir soru soralım dediler. Halide Hanım onu da Fuat beye bıraktı. Tarih sorusu İslam Tarihinden Hudeybiye barışıydı. Onu da cevaplandırınca, Halide Hanım bu çocuğu daha fazla üzmeyelim diyerek beni tam gönderiyordu ki, içeriye Okul Müdürü Avni Özbenli girdi.

Bir soru da ben sorayım dedi.

Benim paçalar başladı sallanmaya. Senin dedi dosyanı inceledim İmam Hatip çıkışlısın niye bu okulu tercih ettin de, Yüksek İslam Enstitüsüne gitmedin? Efendim dedim ben kısa yoldan hayata atılmak istiyorum. Üç çocuğum var.

Benim soracaklarım bu kadar dedi, haydi çık.

Edebiyat Grubundan okulu kazanmıştım. İki yıl sonra Okulu bitirdiğimizde arkadaşlarım Durmuş Pınarcık ve Ali Kulu ile birlikte Müdür beyi ziyaret ettik. Ayağa kalktı. Bizi karşıladı. Bize nasihatlar da bulunduktan sonra bundan sonraki hayatınızda başarılar dilerim dedi.

İçeriçumra’da Zafer Ortaokulunda 23 Ağustos 1964 tarihinde İmamlıktan istifa ederek göreve başladım. Üç yıl orada çalıştım. Daha sonra Konya Merkez İmam Hatip Okuluna kültür dersleri öğretmeni olarak tayin oldum. Beş yılda İmam Hatip Okulunda çalıştım. Başbakan Nihat Erim zamanında 1971 senesinde İmam Hatip Okulunun orta kısmı kapatıldı. 30-35 öğretmen fazlaya çıktık.

Okul Müdürü Rıfkı Baydur’a rica ettim. Evime yakın Mevlana Ortaokulu vardı. Sağ olsun bana yardımcı oldu. Tayinim Mevlana Ortaokula çıktı. Burada aralıksız 13 sene görev yaptım.

Eğitim Enstitüsüne başladığım gün, hanım hamile. Onu hastaneye götürecek param yok. Bisikletin arkasına attım. Doğum evine bıraktım. Ben de okula gittim. Okuldan çıkınca doğru Doğum evine geldim. Baktım ki bir kızım olmuş.

(Erol Sunat )

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.