İmam Hatipliler Hak Yolunun Yolcuları: 200 Mustafa Uyar (2)

İmam Hatipliler Hak Yolunun Yolcuları: 200 Mustafa Uyar (2)
İmam Hatipliler Hak Yolunun Yolcuları adlı yazı dizimizin bugünkü bölümünde Konya İmam Hatip Okulunun mezunlarından okulun 200 nolu öğrencisi Mustafa Uyar'ın , İmam Hatip Okullarına bakışını ve o yıllara ait hatıralarının ikinci bölümünü paylaşıyoruz.

“İmam Hatipliler Hak Yolunun Yolcuları” adlı yazı dizimizin bugünkü bölümünde Konya İmam Hatip Okulunun ilk mezunlarından, okulun 200 nolu öğrencisi, gönül adamı, tasavvuf aşığı, tam bir kitap kurdu Avukat Mustafa Uyar’ın, İmam Hatip Okullarına bakışını ve o yıllara ait hatıralarının ikinci bölümünü sizlerle paylaşıyoruz.

KÖYÜMÜZE GELDİĞİMİZDE BİR HAVAMIZ VARDI

İmam Hatip dışındaki okullarda tek parti kendine göre insan yetiştiriyordu. O bakımdan din aleyhtarlığı, tarih ve geçmiş aleyhtarlığı vardı. Kabataş’ta dersimize bir Hoca geliyordu. Sosyoloji Profesörüydü. Viyana’da okumuştu. Çocuklar dedi;

-Muhammedi nasıl tanırsınız?

-Peygamberimiz dedik…

-Hayır dedi, onu akıllı bir adam olarak görmek daha uygundur!...

O bakımdan İmam Hatip Okulları Türk Maarifine büyük bir açılım kazandırdı. Köy çocukları okuyamıyorlardı. Köy çocuklarının okumasına vesile oldu.

Köyde okuyan çocuklar, imama gönderilir, geçmişine okusun yeter denirdi. Hafız da olsa, yine hafızlık öncesi yaptığı gibi çobanlık yapardı. Köylü çocukları bizleri görerek okudu. Tatillerde başımızda şapkayla, ceketle kravatla köye geldiğimizde bir havamız vardı.

Yaşları bizden küçük olanlar bize imrendiler, okumaya heves ettiler. Aileler çocuklarını İmam Hatip Okullarında okutmayı düşünürken bu çocuklar yarın Hoca olacaklar, Müftü olacaklar Vaiz olacaklar diyorlardı.

Hepsi gün geldi gerçekleşti.

Ben Kabataş Özel Akşam Lisesinde, liseyi bitirdim. Daha İslam Enstitüsü açılmamıştı. Bende mecburen Hukuk Fakültesini tercih ettim.

Hukuk Fakültesi ile birlikte aynı yerde dört Fakülte vardı. Bu dört Fakültede dört tane Müslüman Hoca yoktu.

Bizde sadece Prof. Dr. Ali Fuat Başgil vardı. Ben bu hali gördüğümde bunalıma düştüm. Bunalım geçirdim. İmam Hatip Okulunun her sınıfını iftiharla geçmiştim. Hukuk Fakültesini yedi yılda bitirdim.

Hukuk Fakültesine iki bin kişi aldılar. Bin sekiz yüz insanı telef ettiler. Kimi belgelendi, kimi intihar etti, kimi okulu bıraktı. Hepsini bir kasap gibi doğradılar.

Hukuk fakültesinin başında olan Sıddık Sami Onar, “ İmkanı olmayan burada okumasın, gitsin çobanlık yapsın” diyordu.

Bu şartlar altında dediğim gibi okulu yedi yılda bitirdim. Bereket versin bir işim vardı. İmamlık yapıyordum.

İmam Hatip Okulunu bitirmek bana bu imkanı sağlamıştı.

TASAVVUF BİR BAŞKA ALEM

Biraz Fransızca biliyordum. Fransızcamı geliştirmek için Beyoğlu’ndaki Fransız Kültür Merkezine devam ettim. İmam Hatip Okulu mezunu olan arkadaşlarım hafızdılar, bazıları oldukça iyi bir seviyede Arapçaya vakıftı.

Ben bu açığımı kapatabilme düşüncesiyle Medrese tahsiline başladım. Köprülü Kütüphanesinde İsmail Bey vardı. Orada Müdürdü. Ondan Medrese tahsiline başladım. Konya’da devam ettim. Bu tahsilim 15 yıl sürdü. Açığımı kapattım, en çok tasavvuf okudum.1955 yılından beri tasavvuf okurum.

Tasavvuf okumama sebep arkadaşlarımdan Orhan Karmış’tır. Bizden sonraki dönemlerden. Karmış Hoca TGRT’de tefsir dersleri verdi. Bir süre Dekanlık yaptı. Çok sevdiğimiz, muhterem bir arkadaşımızdır.

Bir Ramazan ayındayız, Orhan Karmış çarşıdan geliyor, koltuğunun altında iki kitap. “ yirminci Yüzyılın Işığı altında Kenan Rüfai ve Müslümanlık” birde Samiha Ayverdi’nin “ Nereye Gidiyoruz” kitabı.

Ramazanda bir köşeye çekilip, bu kitapları yutarcasına okudum. Ufkum açıldı.

Başka bir alem. Hasetlik yok. Kötülük yok. Herkesi sevmek var. Hak yememek var. Herkesten kendini küçük görmek var. Mahlukata karşı şefkat var.

O zamanlar elimizde Samiha Ayverdi’nin kitapları ve Necip Fazıl’ın mecmuası vardı.

Kuşeyri Risalesini okudum. Mesnevi falan elimizde yok, henüz basılmamıştı. Neşredilen bütün kitapları okudum. Daha sonra elime Tahir-ül Mevlevi’nin 18 ciltlik Mesnevi şerhi geçti. Mesnevi beni cezbetti. Her cildini defalarca okudum.

BİR SÜRE HAZİNE AVUKATLIĞI YAPTIM

Hukuk Fakültesini bitirdikten sonra İstanbul Hazine Avukatlığına tayin oldum. Beni Şile’ye tayin ettiler. Şile, İstanbul’un incisi. Oranın çok güzel sahilleri vardı.

Kumbaba diye bir yer var. Zenginler oradan arsa almışlar. Eski bir Büyükelçi’de 250 metre karelik iki arsa satın almış. Buralar o zamanlar av mahalli. Sığırcıklar Kırım’dan geliyor. Deniz Fenerinin ışığı yakılarak kuşlar bu av mahallerine düşerek avlanıyorlarmış.

Bu arada alınan arazileri kamufle amacıyla beş yüz kadar dava açılmış.

Aradan biraz zaman geçtiğinde Büyükelçinin arazisi olmuş tam 93 bin metre kare!...

250 metrekarelik yerin nasıl 93 bin metrekare olduğu kahvelerden, esnaflardan araştırdım. O civarda denize dökülen bir ırmak var. Benden önceki bayan hazine avukatı ırmağın denize döküldüğü yerde denizle dere yatak değiştirmiş diyerek itirazım yok demiş.

Deniz yatak değiştirir mi, değiştirmez.

Ben yeniden keşif istedim. Görüldü ki, tapular birbirini okumuyor. Tahta kuru bir sandalyede oturuyoruz. 150 kuruşluk damga pulu bulamıyoruz. Adamların avukatlarının o gün için aldıkları ücret 200 bin lira. Karşı tarafın avukatları kafamı çelmek için çok uğraştılar. İstanbul’da 80 kadar Hazine Avukatı vardı. Kimden yardım talep ettim ise, bana çok yardımcı oldular. Bende Avukatlıkta iyi yetiştim.

Neticede davayı biz kazandık.

Beni teftişe bir Avukat geldi. Durumları izah etti. Burada durma dedi. Bende bulunduğum görevden istifa ederek Ilgın’a geldim. Sene 1970.

Ilgın’da benden başka Avukat yoktu. Köyüm Ilgına sınır olduğu için, burada çevrem de vardı. Baktım ki aldığım aylığın bir hayli üzerinde kazanıyorum. Ilgına yerleştim.

mustafa-uyar.jpg

ALLAH BİZE LÜTFETMİŞ, ŞÜKÜR ELHAMDÜLİLLAH

Bu arada İstanbul’dan dostum olan Muzaffer Ozak, dünyayı dolaşmış biriydi. ABD’ye 15 kez gitmişti. Orada Ferah Hanım diye bir hanım vardı.

Bir Yahudi zengin’in kızıydı. Babası ölünce bütün mal ve mülkü ona kalmıştı. Muzaffer Hoca onunla tanıştıktan sonra Ferah Hanım Müslüman olmuş.

Her üç ayda bir 30 kişi ABD’ye gidiyordu.

Bende gittim. O seyahat bana çok şey kazandırdı. Bizi ABD’de de Tosun Bey diye bir Türk karşıladı. Biz kravatlı, koyu renk elbiseliyiz. Tosun bey’de kot pantolon ve gömlek var. burası Amerika diye de takıldı.

Ferah Hanım bize ABD’nin sosyal hayatını ilgilendiren hemen her yerini gezmemize yardımcı oldu. Kiliseler, Papaz yetiştiren okullar, Birleşmiş Milletler, İkiz Kuleler gibi birçok mühim yeri dolaştık.

Bizi özel bir binaya yerleştirdiler. Özel korumalar tahsis edilmişti. Gece vakti metroya binmek mümkün olmadığını söylediler.

Lüks bir lokantaya gittik. Bizde kravat falan yok. oraya da kravatsız almıyorlar. Tercümanımız bunlar Müslüman kravat takmazlar deyince görevli bizden özür diledi.

Birleşmiş Milletlerin ana kapısında girişinde altın harflerle Arapça olarak şu yazıyordu. “ Ey insanlar! Ben sizleri bir dişi ve bir erkekten yarattım. Sonra tanışasınız diye kabilelere ve milletlere ayırdım. Üstünlüğe gelince, üstünlük takvadadır”

Zebur’dan yok, Tevrat’tan yok, İncil’den yok…Kur’an’ dan var.

Birleşmiş Milletler Lokantasında her ülkeden bir garson var. Yemeği yedikten sonra yüksek olmayan bir sesle bir ilahi okuduk.“ Allah bize lütfetmiş, şükür elhamdülillah / Nimetine gark etmiş şükür elhamdülillah” diye. Oradaki garsonlar başladılar alkışlamaya bir yandan da güzel anlamına gelen, İngilizce, “ Beautiful” diyorlardı.

Orada bir Üniversite daha bitirmiş kadar tecrübe kazandım. Ilgın’a döndüm. 1995 yılına kadar mesleğimi sürdürdüm. Bu yıldan sonra büromu kapattım. Şimdi kitaplarımla baş başayım.

img-0562.jpg

TÜRKİYE’DE İKİ ALİM VARSA BİRİ ABDULLAH ULUBAY’DIR

Abdullah Ulubay bize Akaid dersine gelirdi. Kaz-ül Kuzat’ta Ömer Nasuhi ile birlikte okumuşlar. Padişah onun vaaz ettiği camilere onu dinlemeye gidermiş. Kadı yetiştiren mektebi birincilikle bitirmiş. Osmanlı döneminde bir süre İstanbul Kadılığı yapmıştı. Bir gün bir fetva için İstanbul Müftüsü Ömer Nasuhi Bilmen’e bir heyet geldi. Ömer Nasuhi, gelen heyete şöyle der; Abdullah Efendi varken ben bu konuda fetva vermekten teeddüp ederim yani bunu edepsizlik sayarım der.

Hacıveyiszade Hocamız Türkiye’de iki alim varsa biri Abdullah Efendi’dir. Bir tane varsa yine Abdullah Efendi’dir derdi.

TEK PARTİ DÖNEMİNİN KAYMAKAMI!

Ilgında Avukatlık yapıyorum yazıhanem küçük bir yer. Eskilerden bir zat geldi. Dedi ki senin büronun olduğu yer eskiden Ziraat Bankası şubesiydi. Şubenin üzerinde de Kaymakam otururdu.

Adliye de hemen karşıdaydı. Şu karşıda bir direk vardı. Köyünden gelen bir vatandaş, oturmuş direğin altına, açmış çıkınını, içinden kuru yufka ekmek ile bir baş soğan çıkarmış. Soğana vurmuş yumruğu, kuru yufka ile bir güzel karnını doyurmuş.

Yeme işi bitince, çıkınını toplarken, Yarabbi, şükür elhamdülillah demiş…

Adamın bütün hareketlerini seyreden tek parti döneminin Kaymakamı;

Gel lan buraya demiş…

Soğanla, kuru ekmeği yedin, birde Allah’a şükrettin öyle mi?

Evet…

Allah böyle kul olduğun için sana şükretsin!...

Haydi defol, git!...

MUSA BİLİR

Bir Hocamız vardı Ilgın’da . Çok güzel Kuran okurdu. Bir zihni rahatsızlık geçirdi. Akıl hastalığı geçirdi. Görev vermediler.

Çakaralmaz bir tabanca bulmuş, vururum, kırarım diye insanları korkutmaya başlamış.

Köyündeki insanlar, Hakime şikayet etmişler.

Duruşmaya bizde gittik.

Hakim insanları neden rahatsız ettiğini sorunca…

Hakim bey dedi, sen saat ikide kısa dalga Ankara radyosunu dinliyor musun?

Dinlesek ne olacak?

Bak orayı dinle…

Diyor ki…

Konya Vilayetinin, Ilgın kazasının, Şuhut köyünden Musa Bilir…

Tabanca taşıyabilir!...

SELAMETLE GİDERSİN

1974 yılında Şamil Yayınlarının da sahibi olan sınıf arkadaşımız rahmetli Duran Kömürcü Milli Selamet Partisinden aday.

Ilgın CHP İlçe Başkanı da bizlerle birlikte öğrencilik yapmış bir arkadaşımızdı. Tekke köyüne gidilecek. Tekke Köyü, o yıllarda “Küçük Moskova” diye anılan bir köy.

Ben MHP İlçe Başkanlığı yaptım. Biz Tekke köyüne giremiyoruz.

Duran, Tekke Köyüne gidiyor. Kahveyi açmışlar, içeride insanlar kağıt oynuyorlar.

Ben diyor Selamet Partisi adayıyım. Müsaadeniz olursa bir konuşma yapıp gideceğim.

Oradan bir genç, Hocam diyor, biz hepimiz komünistiz, biz kağıt oynamaya devam edelim, sen konuş, konuş, selametle gidersin… ( Erol Sunat )

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.