İmam Hatipliler Hak Yolunun Yolcuları: 200 Mustafa Uyar

İmam Hatipliler Hak Yolunun Yolcuları: 200 Mustafa Uyar
İmam Hatipliler Hak Yolunun Yolcuları adlı yazı dizimizin bugünkü bölümünde Konya İmam Hatip Okulunun mezunlarından okulun 200 nolu öğrencisi Mustafa Uyar'ın , İmam Hatip Okullarına bakışını ve o yıllara ait hatıralarının ikinci bölümünü paylaşıyoruz.

“İmam Hatipliler Hak Yolunun Yolcuları” adlı yazı dizimizin bugünkü bölümünde Konya İmam Hatip Okulunun ilk mezunlarından, okulun 200 nolu öğrencisi, gönül adamı, tasavvuf aşığı, tam bir kitap kurdu Avukat Mustafa Uyar’ın, İmam Hatip Okullarına bakışını ve o yıllara ait hatıralarının birinci bölümünü sizlerle paylaşıyoruz.

BEN “ GABA” KÖYÜNDENİM

Ben 1937 doğumluyum. Beyşehir’in Pınarbaşı köyünde doğmuşum. Hüyük İlçe olduktan sonra, Hüyük’e bağlandık.

Köyümün eski adı “ Gaba” bu ismin manası bilinmediği için, bu isim iyi bir isim değil diye vazgeçilmiş.

Ben bu konuyu araştırdım. Şuara Teskerelerinde Rüknettin diye bir şair var. Bu Rüknettin Çin yakınlarında bir Gaba Devleti olduğunu söylüyor. Türkiye’de de Sinop’ta, Van’da Amasya ve Gaziantep’te Gaba köyleri var. Televizyonda Karayılan dizisine konu olan Molla Mehmet, Şahin Bey ile Antep müdafaası için birlikte savaşan ve şehit olan bir kahraman. Molla Mehmet’inde Gaba aşiretinden olduğunu yakınlarından öğrendim.

Köyümde İlkokul olmadığı için, babam beni 1933 doğumlu olan ağabeyimin peşine taktı. 1942 senesinde ben beş yaşındayken, ağabeyimle birlikte, üçüncü sınıfa kadar okulu bulunan İlmen’e gittik.

İlmen’de bir Eğitmen vardı. O köydendi. Üç ay kadar bir kurs yapmışlar Eğitmen olmuş.

Üç yılda bir öğrenci alıyordu.

Biz gittiğimizde, 2. sınıfı okutuyordu. Eğitmen bizi reddetmedi. Bir ay kadar 1. sınıfı okuttuktan sonra, 2.sınıfa geçirdi.

Okul bir odaydı. Dışa açılan bir kapısı vardı. Altı destekli oturmamız için uzatılmış bir tahta vardı. Sıra yoktu, kitap yoktu. Her taraf toz toprak içindeydi.

Eğitmenin bir kitabı vardı o söyler biz yazardık. Bize okuma yazmayı ve dört işlemi öğretti.

1944 yılında üç sınıflı okulu bitirip, Çavuş Köyündeki Yatılı Bölge Okuluna geldik.

Okul binasını, sıraları, masaları, tahtayı ilk defa burada gördüm.

Seksenli yıllarda, Konya’da yılın öğretmeni seçilen Ahmet Özkan, o yıllarda bu okulda öğretmendi.

1946 yılında Çavuş’tan mezun oldum. Okulu bitirince, arkadaşları bu çocuğu okut dedilerse de babam beni ortaokula göndermedi. Babam Medresede okumuştu. Esnaftı. İlkokul sonrasındaki okullarda din aleyhtarlığı yapıldığını ve telkinler yapıldığını ileri sürerek beni okumaya göndermedi.

Önce Göçeri Köyünde Ali Molla diye bir Hocaya Kuran öğrenmek üzere iki yıl devam ettim. Göçeri mükemmel bir köydü.

Kıraatı iyi diye Geçi köyünden Ahmet Efendi’ye talebe oldum. İki senede onun yanında okudum.

1951 yılında Hafızlığımı tamamlamak üzere Konya’ya gelerek, Bulgur Tekke Kuran Kursuna, Hakkı Özçimi Hocaya kaydımı yaptırdım.

Burada bir hafta kadar okumuştum ki, İmam Hatip Okulu açıldı.

Ya ayağımda çarığımla Köyüme dönecektim. Ya da okuyacaktım.

Köye dönsem hafızlığımı tamamlasam bile hafız olup, yine çobanlığa devam edecektim. Kardeşlerim ve arkadaşlarım böyle yapmışlardı.

İmam Hatip Okullarının değeri işte burada. Kaydolduk ve devam ettik.

SEN HAKKI HOCANIN TALEBESİ MİSİN?

Şehri bilmiyorum. İlk defa Konya’ya gelmişim. İmam Hatip Okulu neresi diye sormaya başladım.

İstanbul caddesinde dediler.

Biri tarif etti. Fenni Fırın tarafında beyaz bir un çuvalı var. Oradan döneceksin, okulunu sor, bulursun dediler.

Kaybolmamak için günlerce o çuvalın olduğu yoldan gittim geldim.

O müddet zarfında Kuran Kursunda kalıyorum. Ondan sonra Türk Eğitim yurduna kaydoldum. Yeme-içme yatma yurda aitti. Okula çok yakındı. O yıl çok rahat ettim.

Babamın durumu iyi olmasına rağmen, yurt parasını babam kaldıramadı. Ağır geldi. İkinci yıl yurtta kalmaktan vazgeçtim.

Okula ilk yıl Polis Mektebinde başladık. Halit Güler çatıda tavandaydı, ben okulun en geniş sınıfında okudum.

Kuran-ı Kerim Hocamız Hakkı Özçimi idi. Ders esnasında, 45 dakikada bir öğrenciye sıra iki kere anca gelirdi. Okulda kendisinden tam anlamıyla istifade edemiyorduk.

Hocam o yıl Meydan-ı Ahmet Camiinde, Elemtere ile bir ay teravih namazı kıldırdı. Bende bir ay onu dinleyip, onun ağzını aldım. Bir ay boyunca ardında namaz kıldım.

Biraz Kuran okumasını bilenler, ben okumaya başlayınca, hemen “ Sen Hakkı Hocanın talebesi misin derler”

İkinci sınıfı İdmanyurdunun idare binasında okuduk. Hafız mektebi derlerdi.3. sınıfa geldiğimizde kendi binamıza taşındık.

Okulumuzda bayan öğretmenler vardı. serbest giyiniyorlardı. Hele bir Matematikçi Remziye Hanım vardı. Matematik dersinden hepimize kan ağlatırdı. Benim Matematik dersim zayıf değildi amma arkadaşlarım çok çektiler.

Kültür dersleri öğretmenlerimiz arasında bayan öğretmenler vardı. Köyden gelen arkadaşlarımız hiç bayan öğretmen görmemişlerdi. Hatta bir hocamızda bayan öğretmenlerin okula gelişini iyi karşılamadı.

Hacıveyiszade Hocamız okula yeni gelen bayan öğretmenleri hoş karşılamıştı. Hocamız teneffüslerde odacı odasına gider, çayının kahvesini içer, abdest alır namaza başlardı.

O abdest alacağına yakın hanım öğretmenler onu gözler, kimi ibriği alıp abdest alırken Hocamızın eline döker, kimide abdest aldıktan sonra ellerini kurulasın diye havlu elinde beklerdi.

Hocamız onları mükemmel bir şekilde yetiştirdi.

Hanım öğretmenlerde, ona son derece saygılı davranırlardı.

img-0561.jpg

PEKİ BABAM

4. sınıftayız. Hocam sınıfta ders anlatıyor. Başında da namaz takkesi var. İdarecilerden birisi geldi.

Hocam dedi Müfettişler okuldalar, başınızdaki, namaz takkesini çıkarın ki, müfettişleri bir şey demesinler.

Hocamız, “Peki babam” dedi…

Takkesini çıkardı. Üç adım attı. Tekrar başına giydi.

Az sonra içeriye hanım bir müfettiş geldi.

Hocam hoş geldiniz diye, hanım müfettişin elini sıktı.

Başlığını da çıkarmadı

Hanım Müfettiş, Hocamıza çok hürmet gösterdi. Hocamızın manevi feyzi insanı kuşatıyordu. Adeta manevi bir hale sınıfımızı kuşatmış gibiydi.

İstanbul’da bulunduğum yıllarda Karagümrük’te Cerrahi Şeyhi İbrahim Fahreddin Efendi’nin talebesi olmuştum. Beni çok severdi. Muzaffer Ozak’ta onun talebesiydi. Onun yanına oturduğumuzda öyle bir havadayız ki, cennetteyiz. Ulemanın, Evliyaullah’ın yanında huzur içerisinde olursunuz.

Hacıveyiszade Hocamızın yanında da o huzuru ve hissi yaşardınız.

Hacıveyiszade Hocamız, çok büyük ıstıraplar çekmiş bir insandı. O yıllarda okutmamışlar, sürekli takipteler.

İmam Hatip Okulu açılınca, aşkına kavuştu.

Adeta Leyla’sına kavuştu.

Öyle bir gidişi, yürüyüşü vardı ki, ondan daha mesudu yoktu.

SANA KİM DERLER?

Okul bitmeden önce son sınıfı İstanbul’da okuyayım dedim. Nasıl okuyacağım? Kadınhanı’na git, Topbaş’lara bir mektup yazdır, seni himaye etmelerini iste dediler.

Otobüse bindim. İçeride Körükçü Hoca vardı. Sırtında heybe ile oturuyordu. Yanında bir adam, köylü tipli, çoraplarını pantolonun içine koymuş.

Hocanın yanında böyle bir adam nasıl oturuyor diye hayret ettim.

Araba hareket etti. O adam arabanın arka koltuğuna oturdu. Baktım sanki bana gülümsüyor gibi geldi.

Yanına gittim oturdum, ardından da sordum;

Amca nereye gidiyorsun?

Ladik’e…

Sana kim derler?

Bize, Ladikli Ahmet Ağa derler.

Çocuğum, sorularıma devam ettim;

Sen nasıl Evliya oldun?

Güney cephesinde yaralandım. Yolumu şaşırdım. Hızır Aleyhisselam geldi beni kurtardı diye başladı. Çok fazla bir şey anlatmadı. Hatta çok kısa anlatmıştı

Dedim ki, Rusya Avrupa’yı almış, Suriye’yi almış ne yapacağız?

Hiç korkma dedi, bizim öyle arkadaşlarımız var ki, elini şöyle bir oynattığında Rusya diye bir şey kalmaz.

Bu arada, Ladik’e kadar baş başa konuştuk.

İneceğine yakın, ben okuyacağım, bana dua edin dedim.

İyi olur inşallah, senin işin olur evladım dedi.

img-0562.jpg

NEREYİ İSTİYORSAN ORAYA VERECEĞİZ

İstanbul’da dolaştım. Himaye arıyorum olmadı. Gönenli Mehmet Efendi ve Samiha Ayverdi ile görüştüm. Israr bekliyorlarmış.

İlk sene olmadı.

İkinci sene Okul bitti. Olgunluk imtihanını verdik. Okulu Pekiyi derece ile bitirmiştim. Temmuz ayında İstanbul Müftüsü Ömer Nasuhi Bilmen’e müracaat ettim. Daha önce mektupta yazmıştım. Efendim dedim ben okuyacağım bana kenarda da olsa bir cami verin.

İmtihanı kazanırsan olur dedi.

Mevlidhanların, hafızların bulunduğu o imtihanı kazanamadım.

Maarif Müdürüne gittim. Diyanete bir mektup yaz, birde Menderes’in Müsteşarı Ahmet Salih Korur’a bir mektup yaz durumu anlat dedi.

İmam Hatip Okulu Mezunu olduğumu, ben dururken İmam Hatip Okulu mezunu olmayanların görevlendirildiğini, beni kabul etmediklerini amma üç ay imamlık yapanları tayin ettiklerini anlatan mektupları gönderdim.

Bir arkadaşımın işi için Müftülüğe gitmiştim. Gel kardeşim nerdesin dediler seni nereye istersen oraya vereceğiz.

Beni kovdunuz dedim. Dosyayı açtılar, bu çocuğu bulun bir görev verin diye yazılı, yazı ilişiğinde de yazdığım mektup var.

O an çok mahcup oldum. Ömer Nasuhi Bilmen’e de benim mektubum sonrasında bir ihtar vermişler.

17 açık camimiz var dediler. Hangisini istiyorsan oraya verelim. Bu görevlendirme sonrasında, İmam Hatip Okulu mezunlarından ilk görev alan benim.

17 camiyi de dolaştım. Fatih Kaymakamlığının arkasında Çırçır diye bir yer var. Buradaki Molla Zeyrek Camiinin tercih ettim. Mola Zeyrek burada Medresesini kurmuş. Sonunda burada karar kıldım. Zeyrek Camii manastır tipinde tarihi bir camiydi. Üç katlı bir evi vardı. Fakülteye yakındı. 2 İmamı, 2 müezzini vardı. Muhtar dedi ki, zaten burasının cemaati yok, sende talebesin rahat ol dedi.

Cemaat olarak civarda bulunan bazı esnaflar, birde Siirt’ten gelen Araplar vardı.

Bizi İlahiyata almıyorlardı. Hiçbir yüksek okula kabul etmiyorlardı. O civarda oturan bir Profesör geldi, beni, aldı. Aksaray’da Taşkasap Özel Akşam Lisesi son sınıfına kaydımı yaptırdı. İşte o anda Ladikli Ahmet Ağa’nın duası aklıma geldi. Öylesine bir feyiz akmıştı ki, anlatamam. (Erol Sunat)

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum