İmam Hatipliler Hak Yolunun Yolcuları: 209 Mehmet Çalışkan (2)

İmam Hatipliler Hak Yolunun Yolcuları: 209 Mehmet Çalışkan (2)
İmam Hatipliler Hak Yolunun Yolcuları adlı yazı dizimizin bugünkü bölümünde Konya İmam Hatip Okulunun mezunlarından okulun 209 nolu öğrencisi Mehmet Çalışkan'ın İmam Hatip Okullarına bakışını ve o yıllara ait hatıralarının ikinci bölümünü paylaşıyoruz.

“İmam Hatipliler Hak Yolunun Yolcuları” adlı yazı dizimizin bugünkü bölümünde Konya İmam Hatip Okulunun ilk mezunlarından, okulun 209 nolu öğrencisi, imam olan dedesinin lakabı olan “Sofu” lakabı dedesinin vefatından sonra ailesi tarafından ona verildi. Arkadaşları “ Sofu” dediler, onu tanıyanlar “ Sofu Hoca” olarak seslendiler. Onun bilenler, sonradan tanıyanlar asıl ismini unuttular. Lakabı adının önüne geçti. Arkadaşlarının Sofu’su. Ona hürmet edenlerin “Sofu Hocası” Mehmet Çalışkan’ın İmam Hatip Okullarına bakışını ve o yıllara ait hatıralarının ikinci bölümünü sizlerle paylaşıyoruz.

KİREÇ ÇUKURU!

Okulun bir numaralı öğrencisi Ömer Ali Güneş, aynı zamanda uzun süre sınıf başkanlığı yapmış bir arkadaşımızdı. O yıllarda el topu meşhur bir oyundu.

Ömer Ali’nin üzerinde lacivert güzel bir elbise vardı.

Top oynanan yerde bir kireç kuyusu varmış. Top oynama heyecanıyla Ömer Ali bir anda, bu kuyuya düşüverdi.

Boğazına kadar kirece gömüldü. Hepimiz yardım ettik, çektik çıkardık.

Ölmekten son anda kurtuldu.

HAFIZLIK KOLAY DEĞİL

Kuran-ı Kerim elimde gece gündüz okuyorum. Hala hafız olamadım. Hafızlık kolay değil. Sahip olmazsan o seni bırakır, sende onu bırakırsın. Hafız kardeşlerime öğüdüm şu;

Kuran-ı Kerimi bırakmasınlar.

Ben Kuran-ı Kerimin çok ekmeğini yedim. Biz ikimiz arkadaşız. Ne ararsan ilaç olarak Kuranı Kerimde var.

Şu anda yaşıyorsam, onun yüzü suyu hürmetine yaşıyorum.

209-mehmet-caliskan.jpg

HOCAM BU SEN MİSİN?

1980 ihtilali öncesi 6 Eylül’de Konya mitingi oldu. Binlerce insan mitinge katıldı.

Aziziye caddesi, İstanbul caddesi, İstasyon caddesine kadar tamamen doluydu.

Bizi fotoğraftan tespit ettiklerini söylediler.

O zamanlar Aydoğdu Camisinde görevliyim.

Mitingden birkaç gün sonra, bir memur geldi.

Hocam dedi, yanında vesikalık bir fotoğrafın var mı?

Var amma ne yapacaksın?

Siciline işleyeceğim.

Benim bunlarla bir alakam yok, benim amirim Müftü dediysem de, fotoğrafı verdim.

İki gün geçti, Sofu dedim, bu işin içinde bir iş var.

Sonra beni çağırdılar.

Kalabalık bir resim gösterdiler. Fotoğrafta görülen yüzler nokta şeklindeydi…

İçlerinden birini göstererek sordular;

Hocam bu sen misin?

Bana benzemiyor dedim.

Bak yalan söylemeyeceksin.

Müslüman yalan söylemez dedim.

Konya mitingine katıldın mı?

Hemen sordum.

Sen katılmadın mı?

Bu miting değildi dedim, yahudiyi lanetlemeydi.…

Erbakan Hoca da vardı dediler.

Çok geçmedi, benimle birlikte 12 arkadaşın tayini çıktı.

Malatya’nın bir köyüne tayinim çıkmıştı.

Köye vardım.

Şurası cami dediler.

Ne su var…

Ne elektrik…

Ne cemaat..

Ne mihrap var…

Ne de minber…

Yalnızca ezan okuyacaksın dediler.

Ezan okudum.

Osman diye bir mutemet vardı.

Her izne diye ayrıldığımda bir ay gitmiyordum

Osman dedim, şu adresim, şu telefonum. Ben Konya’ya gidiyorum. Bir şey olursa beni ara..

Yirmi ayı bu şekilde tamamladım.

Bu arada, Derbentli Mustafa Efendi’nin damadı eski Konya Müftüsü Mehmet Ulucan vefat etmişti.

Süleyman Tekin Konya Müftüsü olmuştu.

Yirmi beş yılımı doldurdum, emekli oldum.

Çocuklarım talebeydi. Onların başında durdum.

Köylerde Ramazan imamlığı yaptım.

mehmet-caliskan.jpg

SANA ÖKÜZ GÖZÜ VERİYORUM!

Remziye Karacadağ, Ticaret Lisesinden gelirdi. Benim gibi boysuzdu. Biz onun yüzünden meslek derslerinden olduk. Ben mühendis olacak değilim. Sınıf geçecek kadar öğret yeter.

Matematikten ikmale kalmıştım.

O yaz evlendim. Bizde damatların avucuna kına yakarlar. İmtihana girdim. Avucumu görmesinler diye, sıkı sıkı kapatıyorum. Evlendiğimi de söyleyemiyorum.

Tales bağıntısıyla ilgili bir problem sordu.

İçinden çıkamadım.

Sana dedi, öküz gözü veriyorum!

Bu sıfır demekti.

Ondan sonra bir imtihan daha oldu. Matematikten o imtihanda geçtim.

En son Astronomi dersine giriyordu.

Dersi anlatmazdı. Mesela, 15. sayfadan, 25. sayfaya kadar okuyun gelin, çalışın gelin derdi.

Birgün Necati Günüç’ü tahtaya kaldırdı. Size verdiğim konuyu anlat dedi.

Necati’de, siz anlatmadığınız için, bizde anlatamıyoruz dedi.

Necati’ye birkaç hayvan ismi söyleyince, Necati’de aynısını sana iade ediyorum dedi.

Sınıf olarak dışarıya çıktık.

Bir hafta kadar derse girmedik.

Bu kadın öğretmeni bu okulda istemiyoruz dedik.

Remziye Karacadağ dersimize bir daha gelmedi. Ancak arkadaşlarımızdan Bayram Başpınar,

Necati Günüç ve Ahmet Baltacı okuldan ayrıldılar.

Bu arkadaşlarımız İstanbul’dan mezun oldular.

Biz ise sabaha kadar Cebir çalışmaktan, mesleki derslerimiz olan Kuran-ı Kerim, Hadis, Fıkıh, Kelam ve Tefsir gibi derslere yıllarca zaman ayıramadık.

İKİ ARİF’TEN SOYADI “ETİK” OLANI SEVERDİK

Muhacir Pazarında oturduğumuz yıllarda, bizimle birlikte Akviranlı olan Hocalarımızdan Arif Bilge, bize yakın bir evde otururdu.

Yokluk zamanlarımızda, bir günden bir güne, kapımızı açmadı.

Haliniz ne diye hiç sormadı.

Bizlerle hiç ilgilenmedi.

Biz bu Akviranlı Arif Hocayı değil, Farsça Hocamız ve soyadı “ Etik” olan, Arif Etik’i severdik.

Edebiyat Hocamız Kemal Or, geldiği okuldaki öğrencilere ne sorarsa bize de aynı soruları sorardı.

Divan şiirinin en ağır vezin kalıplarının üstesinden gelir, en düşük not alanımız beş yada altı alırdı.

Fransızca öğretmenimiz, bir lisan bir insan der, bizi teşvik ederdi. Fransızcayı üç ay gibi kısa bir sürede sınıfı geçecek kadar öğrenmiştik.

img-1888.jpg

BEN MUTİYİM, SENDE MUTİ OL!

Sultan Selim Camiinin arka taraflarına harman dökerlermiş. Hacıveyiszade’nin küçük bir çocuk olduğu dönemler.

Babası Veyis Efendi, çocuktaki bazı değişiklikleri tespit edince, hanımına seslenmiş;

-Hanım hanım gel buraya..

-Buyur bey…

-Göreceksin bu çocuk ileride bizi geçecek…

Anlatılanlar onu dediği şekilde gerçekleşmiş.

Hacıveyiszade namazdan çıktığında, herkes onun selamını almak için sağlı sollu dizilirdi.

Selamünaleyküm!...

Aleykümselam!...

Selamı alan dağılırdı.

Bu hemen her namaz sonrası tekrarlanırdı.

Hacıveyiszade birgün bağa gidecek.

Araba var, arabaya koşacak at yok.

Hakimiyeti Milliye Okulunun civarında ki at pazarına gelir.

Onun geldiğini gören esnaf, buyur ederler.

Bana der bir at lazım…

Esnafın biri;

-Ver Hocam elini der…

Hoca yağız bir at beğenir.

Olmaz Hocam derler, bu at hem huysuz, hem asabi, sana olmaz, sana gelmez.

Hoca ısrar eder.

Ben der, bu atı beğendim.

Esnaf istemeye istemeye razı olmuştur.

Hoca atın parasını ödedikten sonra, atı satan esnaf;

-Dur Hocam der, yanına bir seyis vereyim de, atı rahatça götür.

O devrin Antalya yoluna doğru yola çıkarlar.

Hacıveyiszade, atın kulağına doğru eğilerek der ki;

-Ben mutiyim, sende muti ol!...

O huysuz at hiç kıpırdamadan durmaktadır. Seyisin şaşkın bakışları arasında, en ufak bir huysuzluk ve asabilik yapmadan yola devam eder.

AMİN, AMİN Bİ HÜRMETİ TAHA VE YASİN….

Hacıveyiszade Hocam, derse girdiğinde dua ederdi. Onun bu duası hem genel hem de talebeler için yapılan bir duaydı.

Şöyle dua ederdi;

Allah’ım, sen bunların ilerlerini hayırlı eyle…

İleride bunlara çeşitli vazifeler ver!...

Bu çocukları muvaffak eyle!...

Vazifelerini hayırlı eyle!...

Geleceklerini hayırlı eyle!...

Hayırlı vazifeler ver!...

İşlerini, aşlarını hayırlı eyle!...

Amin, amin bi hürmeti Taha ve Yasin….

Hacda dua için elini kaldırdığında, öylesine uzun bir dua etmiş ki, orada amin diye elini açan kim varsa, bir süre sonra, elleri dayanamamış, düşmüş.

Demişler ki;

Bu kim?

Hacıveyiszade Mustafa Efendi

Nereli?

Türkiye’den, Konyalı…

*****

Onun maaş aldığı günü bilen sekiz-on kadar kalender vardı. Şerafettin Camiinin önünden Aziziye Camiine gelinceye kadar bu kalenderlere maaşını dağıtır, bitirirdi. (Erol Sunat)

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.