İmam Hatipliler Hak Yolunun Yolcuları: 209 Mehmet Çalışkan (1)

İmam Hatipliler Hak Yolunun Yolcuları: 209 Mehmet Çalışkan (1)
İmam Hatipliler Hak Yolunun Yolcuları adlı yazı dizimizin bugünkü bölümünde Konya İmam Hatip Okulunun mezunlarından okulun 209 nolu öğrencisi Mehmet Çalışkan'ın İmam Hatip Okullarına bakışını ve o yıllara ait hatıralarının birinci bölümünü paylaşıyoruz.

“İmam Hatipliler Hak Yolunun Yolcuları” adlı yazı dizimizin bugünkü bölümünde Konya İmam Hatip Okulunun ilk mezunlarından, okulun 209 nolu öğrencisi, imam olan dedesinin lakabı olan “Sofu” lakabı dedesinin vefatından sonra ailesi tarafından ona verildi. Arkadaşları “ Sofu” dediler, onu tanıyanlar “ Sofu Hoca” olarak seslendiler. Onun bilenler, sonradan tanıyanlar asıl ismini unuttular. Lakabı adının önüne geçti. Arkadaşlarının Sofu’su. Ona hürmet edenlerin “Sofu Hocası” Mehmet Çalışkan’ın İmam Hatip Okullarına bakışını ve o yıllara ait hatıralarının birinci bölümünü sizlerle paylaşıyoruz.

img-1857.jpg

BUNU ALMAM, NEFESİ YETMİYOR

1933 Akviran doğumluyum. 1945 yılında İlkokulu Akviran’da bitirdim. Bir evin bir oğluydum. Rahmetli anam beni çok severdi.

Elime bir elifba cüzü verdiler. Palanın Hafız’da 3-5 ay kadar okudum.

Palanın Hafız vefat edince, köyün İmamı olan Mehmet Emin Bilgiç Hoca’ya devam ettim.

O kış o hocada okudum. Baktılar iş değişik. Bizi Konya’ya nakletmeye karar verdiler.

Bizim köyden ağabeylerim olan Seyit Ahmet Gültekin, Hasan Tulukçu gibi ağabeylerin yardımlarıyla Bulgur Tekke Kuran Kursuna Hakkı Özçimi’nin yanına vardık.

Yanımda bir arkadaşım daha vardı.

Bizi dinledikten sonra, benden için bunu almam, nefesi yetmiyor dedi. Arkadaşımın sesini beğenmişti. Bunu alırım dedi.

Nefesi dağılır, bu çocuk yetişmez diye de, benim hakkımdaki kanaatlerini tekrar etti. Arkadaşın babası da benim alınmam için ısrarcı oldu. Hocaya ricada bulundu.

Israrlar karşısında beni aldı. Ancak bir sene Kuranı yüzünden okudum. Gittim geldim. Hakkı Özçimi, kendisi gibi okuyamayan talebeyi hafızlığa başlatmazdı.

Bir sene sonra beni hafızlığa başlattı.

Bir sene sonraydı. Duydum ki, İmam Hatip Okulu açılıyor. Rahmetli anam, okumama karşıydı. Oğlum bir bakkal dükkanı açalım çalıştır, dedi. Ana ben gidecem, okuyacam dedim.

Anam razı olmadı. Razı olmamasına rağmen geldim Okula kaydoldum.

Numaram 209’du. 17 yaşlarındaydım.

Kafamda okul kasketi, sırtımda ceket, altımda pantol şalvar, ayağımda mes lastik. Kıyafetimiz buydu.

Ve sakallı bir müdürümüz vardı.

Ali Rıza Uğurlu.

Hacıveyiszade başta olmak üzere bazı hocalarımız vardı.

Küllükbaşındaki eski Polis Okulunun ikinci katındaki okulun en büyük sınıfındaydım.

ÇOK YARDIM TOPLANDI

Sonra İdmanyurdunun sahası satın alındı. O devrin hayırseverlerinden olan Halil İbrahim Sayar’ın babası, Halil İbrahim Sayar’ı ( İmam Hatip Okulunun 3. devre mezunu) yanında gezdirir ve derdi. Benden sonra hayır işlerine sen devam edeceksin diye.

Çok yardım topladılar.

Hacıveyiszade Hocam İlçeleri, köyleri dolaştı. Akviran’a geldiğinde ben de Akvirandaydım.

Kültür Hocalarımız dışarıdan gelirlerdi.

Arif Bilge, Kemal Or gibi.

Dışarıdan gelen hocalarla, Hoca eksikliği tamamlandı.

Hocacihanlı Mehmet Ali Şahin, Hadimli Mehmet Özbek sıra arkadaşlarımdı.

Süleyman Piroğlu Fransızca dersimize girerdi. Yazılı yaparken kopya çeken olmasın diye sıraların üzerine çıkardı.

Konya Valisi Cemil Keleşoğlu, onbeş günde bir Hocamı ziyarete gelirdi. Hocam derse girdikten bir süre sonra içer girer, Hocamızın elini öper, gelir benim yanıma otururdu.

Dersi bir süre dinledikten sonra, müsaade ister, Hocamın kendisine dua etmesini ister, Hocamız dua ettikten sonra, onu uğurlardı.

EVDE BİR AVUÇ UN KALMIŞTI

Sınıfımızın üçte biri evliydi. Öğrencilik devam ederken bende 1955 yılında evlendim. Muammer Ünal’ın çocuğu ilkokula giderdi. Mehmet Emin Atasagun evliydi. Mustafa Ateş evliydi. Birinci sınıftayken hanımı vefat etmişti.

Ben anamı çok anarım. Rahmetli anam şepit yapar, Akörenden açık arabayla bize gönderirdi. Hasan Hüseyin Yılmaz, Mustafa Cartlak ve Turgut diye şimdi rahmetli olan bir arkadaşımızla birlikte dört kişi bir arada kalırdık.

O zamanlar Muhacir pazarında oturuyoruz. Ekmeğimiz bitti. Ninem yanımızda kalıyordu.

Evde bir avuç un kalmış.

Ninem onu hamur yaptı. Odun sobasının üzerine koydu.

Hamur kabarınca, dört arkadaş sobanın üzerindeki kabaran hamura bir saldırdık. Kapışıvermişiz hamuru.

O sırada kapı çalındı. Ne görelim arkadaşın birisinin babası erzak göndermiş.

Başladık sevinçten oynamaya…

209-mehmet-caliskan.jpg

O YARDIMLAR OLMASAYDI OKUYAMAZDIK!

Ertesi sene Hastanenin oraya taşındık. Orada bizi rahmetli Hakkı Özçimi buldu ve çağırdı. Küllükbaşında kullanılmayan bir mescit vardı. Mescidin iki odası bulunuyordu. Beni, İzzet Can’ı ve Beyşehirli Ali diye bir arkadaşı oraya yerleştirdi.

O civardaki insanlar içinde otuz günlük bir liste yaptı. Bir haneye ayda bir sıra geliyordu.

Aktar Şaban ve Silleli Çalışkanlar vardı. Hakkı Hoca, herkes bu talebelere münavebe ile ayda bir kere akşam yemeği verecek dedi.

O akşam yemekleri öyle boldu ki, sabah ve öğle yemeklerine yetip artıyordu. Hatta biz durumu zayıf arkadaşlarımızı öğlenleri çağırıp, bize verilenleri onlarla paylaşıyor, aklınıza bir şey getirmeyin, akşama yiyeceğimiz yine gelecek diyorduk

Allah gani gani rahmet eylesin..

O ekmekler, o yemekler olmasaydı, okuyamazdık..

Çalışkanların anneleri vardı, bizi çok severlerdi.

Sene oldu 1957. Bütün derslerden ayrıca eleme imtihanı var. Bir ders vardı Felsefe. Felsefe, Mantık ve Sosyoloji.

İmtihana girdim. Ne sordularsa, satır, satır anlatıyorum. Mümeyizlerden birisi dedi ki, kitabı baştan sona ezberlemiş.

İLK GÖREVİM KARAMAN ŞABANİYE CAMİİYDİ

Abdullah Ulubay, Akaid Hocamızdı. Konya Müftüsüydü. Anlattıklarına göre icazet almak için İstanbul’a gidiyor.

Kalender, üstübaşı perişan…

Elbiseleri düzgün, fesleri düzgün imtihana giren diğer talebeler diyorlar ki; Bu da imtihana giriyor, diye küçümsüyorlar.

Medrese Hocalarının yaptığı imtihan sonucunda imtihanı sadece Abdullah Ulubay kazanıyor.

Hoca, biraz asabiydi. Konya’da kadro bolluğu yaşanırken bize vazife vermedi. Askerlik yaptı diye bir belge getirin ondan sonra vazife vereyim diyordu.

Arkadaşın birisi Karaman’da Şabaniye camii boş dedi.

Gittim orada göreve başladım. Orada bir sene kadar görev yaptıktan sonra, askerlik çıktı. Altı ay Tank Okulunda okuduktan sonra Asteğmen olarak Hayrabolu’ya tayinim çıktı.

Hanımı ve üç çocuğumu alıp Hayrabolu’ya gittim.

Biz oradayken 27 Mayıs İhtilali oldu.

Baktım birlikte bir kaynaşma var. Herkes uyuyor. Bazı askerler Teğmenim dediler ihtilal olmuş. Rütbeliler her şeyden habersiz uyuyorlar. Kalkın dedim ihtilal olmuş.

Kalender bir Binbaşım vardı. Ne yapacağız diye bana soruyordu.

1960 ihtilalinde nahiyelerde bulunan öğretmenler Nahiye Müdürü, kazalardaki Piyade Komutanları kazalarda Kaymakam, kuvvet komutanları vilayetlerde Vali oldular.

1960 yılının 12.ayında askerden geldim. Karakayış mahallesinde bir cami vardı oraya tayinimi yaptırdım. 2-3 sene kadar orada kaldım sonra görevimi Harmancık’a naklettim.

Abdullah Ulubay’ın katipliğini yapan Mehmet Efendi vardı. Sofu dedi. İstediğin camiyi seç.

DEDEME SOFU DERLERMİŞ

Rahmetli dedeme Sofu derlermiş. Köyün imamlığını yapmış. Temiz, dürüst, ahlaklı biriymiş.

Şerafettin Mermer’in dedesinin sesi çok güzelmiş. Çıplak sesle bir sabah ezanı okuduğunda dağdaki çobanların onu dinlediğini söylerler. Dedesine Hafız Mustafa derlermiş. Dedemle birlikte çocuk okutuyormuş. Dedem imamlık vazifesinde bulunduğu için askere almıyorlarmış.

Ona ben demiş İmamlığı bırakıp, askere gideceğim. Bırakma sofu dediyse de, dedem İmamlıktan ayrılmış ayrıldığında askere almışlar. Diyarbakır’a giden dedem, askerden hasta olarak Konya’ya dönmüş.

Konya’dan köyle gelecek araba yok.

Bir süre sonra bir at arabasının üzerinde Akviran’a geldiğinde üç gün yaşamış.

Babaannem genç yaşta dul kalmış. Çocuklarını büyütmek için çok çalışmış. En son, bizim talebelik zamanlarımızda yemek pişirmek ve başımız da bulunmak için, bizim kaldığımız evlere gelirdi.

Benim evlendiğim sene 1955 de vefat etti.

HEPİMİZİ İFTARA GÖTÜRÜRLERDİ

Manifaturacı Yüzbaşıoğulları vardı. Ramazanlarda bütün bir ay İmam Hatip Okulu öğrencilerini iftara götürürlerdi. İki yüz kadar talebeydik.

Okulda Cuma günleri kim nerede konuşacak, kim nerede vaaz ve hutbe okuyacak, kim nerede aşır okuyacak, belirlenirdi.

Namazdan bir saat önce okul öğrencileri abdestlerini alır, hangi camiye gidilecekse sıra halinde muntazam bir şekilde o camiye gidilirdi.

Geçtiğimiz yerlerde, vatandaş biz geçinceye kadar bekler, bize hürmet ederdi.

Konyalı neredeyse hazır ola geçerdi.

GAZOZ!

Hakkı Özçimi Hoca, bana Çavuş derdi. Beni çağırdı Çavuş dedi bana bakkaldan bir gazoz al.

Dedi, parasını da verdi, midesi yanıyormuş galiba.

Çocukluk, dalgınlık, unutkanlık, bende aspirin alıp geldim.

Çavuş dedi, aspirin değil, gazoz , gazoz…

Koşarak gittim, gazoz alıp geldim.

İYİ DERS ANLATIRDI

Bekir Elam’ın kulakları benden daha ağır duyardı. Ancak iyi ders anlatırdı. Anlattıkları hatırda kalırdı.

Tarihi hikaye örnekleriyle dersi süslerdi. Yazılı yaparken talebe kopya çekmesin diye sıraların üzerine çıkardı.

Bir gün Yurt Bilgisi dersinde imtihan yapıyor. Soruları sordu. Ramazan Kunt, kitabı açtı, sorunun cevabı şu diye herkese duyurdu.

Bende dedim ki, sorunun cevabı şu, yanlış yapıyorsunuz dedim. Olmadı. Bende kendi bildiğim gibi yazdım.

Yazılılar okundu benim dokuz geldi, diğerleri 4-5 aldılar.

Talebeyi çok severdi. Eğitim Fakültesinin orada geçirdiği bir trafik kazasında hayatını kaybetmiş rahmetli.

Coğrafya’ya hanım bir öğretmen gelirdi. Nahide Aytaç.

Ben dedi Hocaların Hocası olmak için Arif Hoca’dan Coğrafya derslerini aldım derdi. Öyle bir ders anlatır ki, dersi derste öğreten bir öğretmendi. (Erol Sunat)

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.