Lâdikli Ahmet Ağa'nın Kabri

Lâdikli Ahmet Ağa'nın Kabri
Lâdikli Hacı Ahmet Ağa (H. 1304) yılında Sarayönü’nün Ladik kasabasında dünyaya gelir. Babasının adı Mehmet, annesinin adı Eminedir. 1897 Seferberliğinde iki ağabeyi ile birlikte cepheye giderler. Balkanlarda savaşmadığı yer kalmaz.

Lâdikli Hacı Ahmet Ağa (H. 1304) yılında Sarayönü’nün Ladik kasabasında dünyaya gelir. Babasının adı Mehmet, annesinin adı Eminedir. 1897 Seferberliğinde iki ağabeyi ile birlikte cepheye giderler.

Balkanlarda savaşmadığı yer kalmaz. Makedonya, Yunanistan, Arnavutluk ve Bulgaristan’ın çeşitli bölgelerinde cepheden, cepheye koşarlar üç kardeş. Anadolu’dan gelen nice Mehmetçik arasında bu üç Mehmetçik de destanlar yazarlar cephede.

Balkan Harbi, Çanakkale üç kardeşin vatanlarını müdafaa için çarpıştıkları büyük savaşlardır. Ağabeylerinden biri Çanakkale’de, diğeri Kırkgaziler’de şehadet şerbetini içer.

Ahmet ağanın ikinci kez yaralanışı bu savaşlara rastlar. Hicazda, Arabistan çöllerinde tekrar görürüz onu. Kanal harekatında üçüncü kez yaralanmıştır.

Gazze civarında İngilizler mensup olduğu birliği pusuya düşürüp, makineli tüfekle tararlar hepsini. Ahmet Ağa yaralıdır, arkadaşlarının tamamı şehit olurlar, öbek, öbek üzerine yığılırlar Ahmet Ağanın o aldığı yaraların tesiri ile Allah’ına kavuşacağı anı beklemektedir ki;

Beyaz bir atlı onun bulunduğu yere doğru yaklaşır. Ahmet Ağa korkudan kendini ölmüş gibi göstermeye çalışır. Atlı yakınına doğru gelir ve

-Esselamü aleyküm. Ahmet, yaralandın mı! kalk bakalım? deyince

Yerinden doğrulur, başını kaldırır ve

- Kalkmaya mecalim yok der.

Atlı atından aşağıya inip onu şehit arkadaşlarının arasından çıkarır ve seslenir.

- Sana su vereyim mi? Der ve su dolu bir matara uzatır.

Ahmet Ağa böylesi lezzetli bir su ne görmüş ne içmiştir, kana, kana içer o suyu...

O zat ellerini yaralı bedeni üzerinde gezdirdikçe sızıları ve acıları bitiyor, kendine geliyordu Ahmet Ağa.

Beyaz atlı zat Ahmet Ağayı atının terkisine atar ve genel karargaha götürür. Bu yol üç günlük yoldur. Bu yolu nasıl geldiğini Ahmet Ağa bilemez, anlattıkları da inanamazlar.

Kendini getiren zata sorar;

- Efendim sizi bir daha görebilir miyim?  O zatta ona;

- Ahmet Ağa, eğer hak rızası için yaşarsan her zaman seninle beraberiz, yok öyle yaşamazsan, bu son görüşmemiz der ve gözden kaybolur.

Ahmet Ağa hastaneye yatırılır. Ahmet Ağanın hocam dediği zat bir iki kez ziyaretine gelir.

- Terhis olup, memleketine gittiğinde, yine geleceğim, seni bulacağım, merak etme der ve ayrılır.

Ahmet Ağanın Hızır Aleyhisselam ile tanışması özet olarak böyledir.

Askerlik bitmiş, teskeresini almış Konya’ya Ladik kasabasına dönmüştür. Hızır Aleyhisselamın çölde içirdiği o su onu yakmaya, tutuşturmaya, dağlara ve ıssız yerlere sürüklemeye başlar. O su ona şimdiye kadar hiç tatmadığı, hiç tanışmadığı bir aşk vermiştir.

Gönlündeki aşk ateşi, lisanıyla kelimelere dönüşür ve o söylemeye başlar.

Kimse bilmez Bu Ahmet’in aşkını

Verseler istemem cihan köşkünü

Maşuk’u ararım buradan geçti mi?

Çıkmış yollarına bekler bu Ahmet

ÇOBAN AHMET

Ahmet Ağa, Hocam dediği Hızır Aleyhisselamı tam on iki yıl deli, divane gibi dağlarda gezerek bekledi, şiirler söyledi yandı, ağladı. Ve on iki sene sonra söz verdiği gibi Hızır Aleyhisselam geldi. Birbirlerinden ayrı geçen bu on iki yılda Ahmet Ağa Hocasına söz verdiği doğrultudan hiç sapmadan yaşamış, ayrılık ve bekleyişin hicranıyla yanmış ve pişmişti. O olgunlaştıktan sonra hocası onu nice, nice makamlara ulaştırmak üzere gelivermişti.

Ümmi idi Ahmet Ağa, Hocası mana denizinden tas, tas içirdi ona. Yediler’den oldu Ahmet Ağa, ilim de alimleri şaşırtıyordu. Kur’an-ı ayet, ayet açıklıyor en zor sualleri kolayca cevaplıyor, onu küçümseyenler, dudak bükenler hayran kalıyor, elini öpüyorlardı.

Kimin bir müşkülü varsa koşar, ona gelirlerdi. O da “Hocama bir sorayım” der beş on dakika sonra dönüp o olayı veya müşkülü çözer hallederdi.

Kendisini tanıtırken “Ben Çoban Ahmet” derdi bütün mütevaziliğiyle. Onda kibir, gurur, böbürlenme yoktur, az konuşurdu. 8 Haziran 1969’da Ladik’te Hakka yürüdü. Binlerce insan vardı cenazesinde. Ladik kasabası mezarlığında mütevazi kabrinde bulunuyor şimdi. Vefatında 85 yaşlarındaydı. Binlerce sevenini ardında göz yaşlarıyla bırakarak aramızdan ayrıldı.        

Ancak üzülerek gördüğüm odur ki; Ahmet Ağamız ancak bilinenlerce bilinmekte, çoğu insan onun hakkında hemen hiçbir şey söyleyememektedir.        

Hani Yunus Emre diyor ya;

“Bilmeyen ne bilsin ki bizi

Bilenlere selam olsun ”

Bilenlere selam olsun, olsun ama istedik ki bilmeyenlere de bir yol gösteren, bildiren, tanıtan, sevdiren olsun. Bu konuda zerre kadar bir faydamız olabilirse kendimizi mutlu addedeceğiz. 

Ladikli Ahmet Ağa ile ilgili dinlediğim hikayelerden birini, onun aziz hatırasına hürmeten, dinlediğim şekilde sunuyorum.

SECCADE

Tahir Hoca (Büyükkörükçü) gençliğinde Adana’ya gidecekti. Adana da Sami Efendi Hazretlerini ziyaret edecek, elini öpecek, hayır duasını alacaktı.

Erdemliye geldiğinde bir eve misafir olur. Namaz kılmak için uygun bir yer sorar. Evin müsait odalarından birini gösterirler. Odada o güne dek rastlamadığı kadar güzel bir seccade vardır. Namazını kılar. Seccadeyi o kadar beğenmiştir ki, içinden o seccadeyi Sami Efendiye hediye götürmek ister.

Daha sonra ev sahibine bu arzusunu açar, para teklif eder. Ev sahibi para pul istemez ve seccadeyi Tahir Hocaya hediye eder.

Aradan on yıl geçmiştir. Tahir Hoca Ladik’e gelerek Hacı Ahmet Ağayı ziyaret eder. Ahmet Ağanın odasında on yıl önce Sami Efendi Hazretlerine hediye ettiği seccade serilidir. Tahir Hoca hayretler içerisinde seccadeye bakmaktadır. Onun bu halini seyreden Hacı Ahmet Ağa ona seslenir.

-Hoca der senin bu seccade o kadar çok yeri ziyaret etti, dolaştı ki, sonunda buraya geldi.

 

img-3859.jpg

images-1.jpg

img-3858.jpg

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
12 Yorum