Sahi neydi anne ve babanın hakkı?

Sahi neydi anne ve babanın hakkı?
Konya Gıda ve Tarım Üniversitesi Mühendislik Bölümü öğrencileri, katıldıkları yarışmada anne baba hakkının önemine vurgu yaptı.

Konya Gıda ve Tarım Üniversitesi Mühendislik Bölümü öğrencileri, katıldıkları yarışmada anne baba hakkının önemine vurgu yaptı.

Konya Gıda ve Tarım Üniversitesi Mühendislik Bölümü öğrencileri arasında yer alan Ahmet Özgür Önder, Koray Bodur, Mehmet Taha Uyar, Yunus Emre Güçlü ve Ümit Hakkı Nergiz, YediHilal Derneğinin düzenlediği “Mekan Sendedir” yarışmasına “Anne ve Baba Hakkı” ile ilgili yazılarıyla dikkat çekti. Amaçlarının anne ve baba hakkının ne kadar değerli olduğunu ve dini açıdan hatırlatma yapmak istediklerini söyleyen üniversite öğrencileri, “Sahi Neydi Anne ve Babanın Hakkı?” başlığı ile yarışmaya katıldı.

İŞTE O YAZI

İşte öğrencilerin yarışmada dikkat çeken ve öne çıkan “Sahi Neydi Anne ve Babanın Hakkı?” başlıklı o çalışması:

“Diyelim ki çok zor durumdasınız, cebinizde tek kuruş dahi para yok, borç ile borç kapatıyorsunuz. Kimseyle konuşamıyorsunuz, derdinizi anlatacak kimseniz yok ve beni işe alır mısınız dercesine kapı kapı dolaşıyorsunuz… Bir kapı açılmasını bekliyorsunuz… Ve beklediğiniz o kişi de geldi. Size maaşı gayet iyi olan bir iş verdi, ardından sohbet etmeye başladı, derdine ortak oldu, senin canından ve kanından biri gibi, hayatının düzene girmesine vesile oldu. Şimdi sen bu kişi için neler hissedersin, hangi duygular içerisinde olursun? Okumaya devam etmeden önce biraz ara verip tahayyül eder misin?

Evet, çok minnettar olursun değil mi, ona karşı bir vefa borcu hissedersin. Tek bir hata yapmak, onu asla ve asla incitmek istemezsin. Buraya kadar anlattıklarımı koy bir kenara, şimdi metnimizin ikinci kısmını anlatıyorum; bir de hayatında öyle iki insan var ki bunların ilki, sen daha doğmamışken sana yuva oldu, ve sadece yuva olmadı, seni devamlı taşıdı, sen susadığında o da susadı, sen acıktığında o da acıktı, sen hastalandığında o da hastalandı, en derinden hissetti ve sen yaramazlık yaptığında o bunları büyük bir mutlulukla karşıladı. Ardından doğdun, şu an öyle bir durumdasın ki bırak paranın olmayışını daha yemek yiyemiyorsun ve bu insan yıllarca sana eliyle yedirdi, senin her yemek yiyişinde ve senin her yemek yerken döküşünde o seni sevdi. Sen hayata dair hiçbir şey bilmiyordun, bak sadece işsiz, iş bilmiyor değilsin, hiçbir şey bilmiyorsun, o kişi hep senin yanında durdu ve sana her şeyi öğretti. Sen derdini anlatacak kimse bulamamışken, o seni konuşamıyorken anladı ve sana konuşmayı öğretti. Kapı kapı dolaşırken, o sana yürümeyi öğretti, elinden tuttu ki yürürken düşüp kendini yaralama diye. E sen okula başladın, o hep seninle ilgilendi, sen okula giderken başına bir şey gelmesin diye boş bırakmadı seni, aç kalma diye yemek hazırladı her gün, çalışıyorsa bile bir şekilde sana yol gösterdi ve sen o yuvadan gidene kadar sana her şeyi karşılıksız, teklif dahi almadan verdi. Şimdi gelelim ikincisine, o sen daha doğmamışken hayaller kurmaya başladı, sen aç kalmayasın diye sabah işe gidip akşam işten geldi, çalışırken yavrum neler yapıyor diye hayaller kurdu, yıllarca senin için çalıştı. Ev ve iş hayatının stresini devamlı sırtında taşıdı, sen hastalandığında durmadan, o an içinde, seninle ilgilendi, doktorlara götürdü. Ve sen yuvadan ayrılana kadar sana karşılıksız baktı, ve sen hiç teklif dahi vermezken, bunun için tek kelime etmemişken… E tahmin ettiğin üzere bu iki kişi senin annen ve babandı…

Şimdi kardeşim gel düşünelim, hayatında ve yaşantılarında kalbinde sana iş veren, seninle sohbet eden kişiye karşı hissetmiş olduğun duygular ve minnettarlık, saygı ve sevgi anne ve babana olan saygı ve sevginin neresinde?!

Hadi bu örneği bir kenara koyalım, bir sevdiğin veya bir hanımın var. Hanımına hissettiğin duygu yoğunluğunu yine aynı şekilde sevdiğin insana karşı hissettiklerin, annen ve baban için hissettiklerinin neresinde kalıyor?! Anneni ve babanı onlar kadar sevebiliyor musun? Bu örneği de bir kenara koyalım, bir arkadaşınla beraber olmak, vakit geçirmek için hissettiğin duyguların kaçta kaçı kadar anne ve baban için vakit geçirmeye istiyorsun?

Ve hepsinden ve hepsinden en önemlisi Allah’ın (C.C.) ve peygamber efendimizin (S.A.V.) anne ve babalarımız üzerine ne kadar önem verdiğidir.

“ İnsana da, anne babasına iyi davranmasını emrettik. Annesi, onu her gün biraz daha güçsüz düşerek karnında taşımıştır. Onun sütten kesilmesi de iki yıl içinde olur. (İşte onun için) insana şöyle emrettik: ”Bana ve anne babana şükret. Dönüş banadır.”(31:14)

Öyle bir kitap düşünün ki sizin hayatınızın amacını anlatan ve varlığınızın değer bulduğu, yazarının evreni yaratan olduğu, nesillere hidayet veren ortalama sadece 600 sayfadan oluşan… İşte bu kitapta geçen bir konu ne kadar önemlidir değil mi? Tek bir kelimesi dahi atlanılamaz. Ve bu kitapta senin annen seni her gün biraz daha güçsüz düşerek karnında taşıdı diyor. Ardından 2 yıl seni emzirdi. 600 sayfalık bir kitapta bu kadar açık ve net, bu konudan bahseden Allah (C.C.), anne ve babaya ne kadar önem verdiğini göstermez mi? İlk önce Allah’a (C.C.) daha sonra anne babaya şükür… Şimdi en başa bağlayalım, o insana karşı ne kadar şükür duygusuna kapıldın, En başta Allah’a (C.C.) ve ardından anne babana ne kadar şükür duygusu içerisinde bulundun? Akıl kıyas yapan demektir, çalıştır aklını kıyas yap, nedir dengemiz? Dönüş ancak Allah’adır (C.C.). Bunları yapın ki, bunları hissedin ki karşımda eğilip bükülmeyin, yüzünüz kara çıkmasın. Aslında sadece bu uyarı dahi saatlerce şükretmeye bedeldir.

“Allah Teâlâ’nın rızâsı, anne ve babayı hoşnut ederek kazanılır. Allah Teâlâ’nın gazabı da anne ve babayı öfkelendirmek suretiyle celbedilir.” (Tirmizî, Birr, 3/1899)

Anne ve babayı hissetmek Allah’ı (C.C.) hissetmeyle çok yakından ilişkilidir. Allah’ı (C.C.) tanımlar mısın bana? Sana birisi Allah’ı (C.C.) anlat dediğinde ne dersin? Allah (C.C.) tek olandır, muhtaç olmayandır, doğmamış ve bir çocuk sahibi olmayandır. Öyle bir Allah’a (C.C.) inanıyoruz ki, öyle bir Allah’a (C.C.) iman ediyoruz ki, onun bir benzeri dahi yok, kimseye muhtaç değilken herkes ona muhtaç, her rızkımızı veren, bizim nokta kadar emeğimiz yokken evreni yaşatan, bizi yoktan var eden, kardeşlerim bu noktayı sıradan söylenmiş bir cümle gibi okunulup geçilmesini istemiyorum, size bir iş verdiler, önemli ve ciddi bir iş, işte o işi hallederken ne kadar çaba sarf ediyorsunuz değil mi, ne kadar yoruluyorsunuz, yeri geliyor ne kadar sıkılıyor bunalıyorsunuz ve hatta yapamayıp günlerinizi haftalarınızı aylarınızı veriyorsunuz? Şimdi uğraştığınız bu şeyleri evrenin kendisiyle kıyaslayın… Evrenin yüzde kaçıyla yüzde kaçlık bir çaba içerisindesiniz? Yüzde 0.001 mi, daha mı düşük?? Biz öyle bir Allah’a (C.C.) inanıyoruz ki var olan her şeyin mevcudiyeti onun sadece ol demesine bağlıdır. Allah u Ekber! ve siz böyle bir yaratanın rızasını kazanmak için yine o yaratan size yol gösteriyor. Anne babayı hoşnut etmek… E şimdi anne ve babayı hoşnut etmenin ne kadar mühim olduğunu hissettik değil mi? Yahu Allah (C.C.) bunların hiçbirine muhtaç değilken, onun rızası anne ve babamızı mutlu etmekten geçiyor, sizce bu büyük bir merhamet ve sevgi değil mi? Neden istiyor Allah (C.C.) böyle bir şeyi, neden? Allah (C.C.) akıbetimizi hayretsin!

“Rabbin, yalnız kendisine ibâdet etmenizi ve ana-babaya iyilikte bulunmayı emretmiştir. Eğer ikisinden biri veya her ikisi, senin yanında iken ihtiyarlayacak olursa, onlara karşı «öf» bile deme, onları azarlama. İkisine de hep tatlı söz söyle. Onlara rahmet ve tevâzû kanatlarını ger ve; «Rabbim! Onlar beni küçükken (merhametle) yetiştirdikleri gibi Sen de onlara merhamet eyle!» de!” (el-İsrâ, 23-24)”

Sübhânallâh! Allah (C.C.) kendisine ibadet edilmesini istedikten sonra anne ve babamıza iyilikte bulunmamızı söylüyor. Bunun ne kadar önemli olduğunun vurgulandığını görebiliyor musunuz kardeşlerim? Öf, demek ne kadar basit oldu değil mi hayatımızda, ne kadar kolayca söyler olduk anne ve babamıza… Onlar yaşlandığında ne kadar kolay bırakabildik huzurevlerine, ah kardeşlerim ah, İslam olmadan anne ve babanın akıbeti belli olmuyor, onlar kimsesiz kalıyor. Onların hakları çocukları tarafından terkedilmek miydi? Hastalanmayalım diye uykusuz kalan bir insanın hali, hastalık içinde kimsesiz ölümü beklemek miydi ya da bir gün çocuklarım beni alacak bana bakacaklar diyerek kendilerini kandırmak mıydı? Ne oldu bizim değerlerimize?

Sahi neydi annemizin ve babamızın hakkı?

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.