Yargıtayın Ergenekon kararı UYAP'a konuldu (2)

Yargıtayın Ergenekon kararı UYAP'a konuldu (2)
Karardan: - "Dosyamıza konu davaların soruşturmasında görev alan ve aynı kişilerden oluşan kolluk personeli grubunun, Türkiye'nin birçok ilinde yapılan operasyonlarda görev yapması, tüm dokümanlar ile dijital verilerin bu kişiler tarafından incelenerek tu

ANKARA (AA) - Ergenekon davasında yerel mahkeme kararının bozulmasına karar veren Yargıtay 16. Ceza Dairesi'nin gerekçeli kararında, "Dosyamıza konu davaların soruşturmasında görev alan ve aynı kişilerden oluşan kolluk personeli grubunun, Türkiye'nin birçok ilinde yapılan operasyonlarda görev yapması, tüm dokümanlar ile dijital verilerin bu kişiler tarafından incelenerek tutanağa bağlanması, Cumhuriyet savcılarının CMK'nın 122. maddesine aykırı olarak düzenlenen bu tutanaklara kuşku ile yaklaşmadan ve sorgulamadan itibar ederek koruma tedbirlerine ilişkin kararlara, iddianameye ve mütalaaya konu etmesi usul ve yasaya aykırıdır." denildi.

Yargıtay 16. Ceza Dairesinin gerekçeli kararı, Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'ne (UYAP) konuldu.

Kararda, Ergenekon davası ile birleştirilen diğer davalara ilişkin yapılan değerlendirmede, ceza muhakemesinde genel kuralın, açılan her dava üzerine ayrı bir yargılamanın yapılması olduğu ancak uyuşmazlıklar arasında bağlantı bulunduğu zaman bağlantının özelliği gereği bu kuraldan ayrılmanın mümkün olacağı vurgulandı.

Bağlantılı davaların ayrı ayrı görülebileceği gibi birleştirilerek de görülebileceği, istisnai hallerden biri olan yargılamaların birleştirilmesine karar verilebilmesi için davalar arasında bağlantı olması, davaların birleştirilmesinde yarar görülmesi, birleştirme yasağı söz konusu olmaması gerektiği kaydedildi.

Kararda, "Yargılamaların birlikte görülmesini mutlak biçimde aramanın, davaların uzamasına neden olacağı ve makul sürede sonuçlanmasını engelleyeceği gibi hakkında hüküm verilmesi dışında yapılacak bir muhakeme işlemi bulunmayan kişilerle ilgili davaların zaman aşımına uğramasına, bozulan kamu düzeninin kısmen de olsa düzeltilmesi imkanının kaybedilmesine ve dolayısıyla da toplumdaki adaletin gerçekleşmesini görmeye yönelik beklentilerin karşılanamamasına neden olacaktır" denildi.

Bu davayla birleştirilen Danıştay davası sanıkları ile Ergenekon terör örgütü olarak isimlendirilen davanın sanıkları arasında hukuki ve fiili bağlantının varlığının somut delillerle ispat edilmesi ya da öldürme suçunun örgüt faaliyeti çerçevesinde işlendiğinin tespiti halinde davaların birlikte görülmesi, sanıkların hukuki durumunun buna göre belirlenmesi gerektiği ifade edilen kararda, "Aksi takdirde açıklanan nedenlerle davanın birleştirilmesi usul ekonomisine aykırı olacağı gibi tutuklu şekilde devam eden yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmasını engelleyeceğinden, bu tür davalar ana dosyadan tefrik edilerek karara çıkarılmalıdır" tespiti yapıldı.

- Elde edilen deliller

CMK ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) iletişimin tespitine ve dinlemelere ilişkin maddelerine yer verilen kararda, tüm deliller gibi iletişimin tespiti neticesinde elde edilen görüşmelere ilişkin tutanakların da delil olarak kullanılabilmesi için Ceza Muhakemesi Kanunu'nun (CMK) ilgili maddeleri gereğince hukuka uygun olarak elde edilmiş bulunması gerektiğinden öncelikle bu hususun incelendiği aktarıldı.

Ceza Genel Kurulu'nun, kararlarında, hukuka aykırı olarak elde edilen iletişim tespit tutanaklarının hükme esas alınamayacağını belirtmek suretiyle iletişimin dinlenilmesi hususunda önemsiz, şekli hukuka aykırılık anlayışının geçerli bulunmadığını kabul ettiği ifade edilen kararda, "Gerçekten de haberleşme hürriyeti anayasal bir haktır ve ihlali önemsiz kabul edilemez. CMK'nın 135. maddesinde iletişimin dinlenilmesinin katalog suçlar için mümkün kılınması, katalog harici suçlar için tespit edilmiş delilleri CMK'nın 138. maddesinin dahi dışında tutması hukuka aykırı bir kararla elde edilmiş iletişim tespit tutanaklarının hükme esas alınmayacağının kanun tarafından da açıkça öngörüldüğünü göstermektedir. Buna göre yargılamanın bir bütün olarak adil yapılmış sayılması dahi hukuka aykırı dinleme tutanaklarının delil olarak kullanılabileceği anlamına gelemez" tespiti yapıldı.

Kararda, somut olayda iletişimin dinlenilmesine ilişkin kararlar verilmeden önce başka suretle delil elde etmeye ilişkin soyut ifadeler dışında dosya kapsamında yeterli çalışmanın yapılmadığı, her bir sanık ve somut olay için ortaya çıkan bulgulara göre bir değerlendirilme yapılması gerekirken genelleme suretiyle tüm kararlarda "Ergenekon yapılanmasının deşifre edilmesi suç işlemek amacıyla kurulmuş örgütlü bir yapı içerisinde faaliyet gösteren şahısların suç faaliyetlerinin önlenmesi, suçluların suç delilleri ile yakalanabilmesi ve grup içerisindeki yapının ortaya konulabilmesinin fiziki takip çalışmaları ile mümkün olmadığından başka türlü delil elde etme imkanı bulunmadığı" gerekçesine dayanılarak iletişim tespiti kararı verilmesi ve yetersiz gerekçeye dayalı bu kararlar uyarınca yapılan arama işlemlerinin hükme esas alındığı da belirlendi.

Arama ve el koyma dokümanlarının da incelendiği kararda, arama ve el koyma kararlarında yapılan usulsüzlükler aktarıldı.

- Tanıklık

Kararda, tanıklık konusundaki itirazlara yönelik değerlendirmelere de yer verildi. Buna göre, mahkemenin, iddia makamının tanıkları yanında katılan ya da sanık tarafının tanık dinletme taleplerini de adil yargılanma hakkı çerçevesinde değerlendirip karara bağlaması gerektiğine işaret edildi.

Karar metninde, yasal düzenlemeler doğrultusunda, birçok sanığa, tanıkların dinlendiği oturumlardan çıkarılmaları nedeniyle, tanıklara soru sorma ve tanık ifadelerine karşı beyanda bulunma olanağı tanınmaması, savunma hakkının kısıtlanması olarak değerlendirildi.

Yerel mahkemenin gizli tanık uygulamasına yönelik eleştirilere de yer verilen kararda, "Osman Yıldırım'ın ifadelerinin sanık, tanık ve gizli tanık olarak tespit edilip daha sonra bu beyanların aynı maddi olayla ilgili olarak birbirini destekler nitelikte üç ayrı kanıt olarak hükme esas alınması, tanığın beyanlarının güvenilirliğinin denetlenmesi açısından anlatımlarda geçen tarihi bilgi ve maddi vakıaların uygunluğunun araştırılıp tespitinden sonra hükme esas alınması gerekirken tanıkların, sanıkların aleyhine şahsi yorumlar yapmasına müsaade edilerek ve bu yöndeki bir kısım sanıkların itirazları dikkate alınmaksızın hayatın olağan akışıyla uygun düşmeyen tanık beyanlarının hükme esas alınması usul ve yasaya aykırıdır." denildi.

Kararda, dinlenmesi halinde dosyanın esasını etkileyebilecek konumda olup duruşmalarda hazır edilen tanıkların dinlenme taleplerinin reddedilmesi, tanık Şamil Tayyar'ın dinlenmesi yönündeki ara karardan yeterli ve hukuki gerekçe gösterilmeden vazgeçilmesi de bozma gerekçeleri arasında sayıldı.

Öte yandan, MİT mensuplarının dinlenilmesi konusunda 2937 sayılı MİT Kanunu'nun 29. maddesine aykırı davranmak suretiyle emekli MİT mensubu Mehmet Eymür'ün tanık olarak dinlenilmesi ve beyanlarının hükme esas alınmasının da usul ve yasaya aykırı olduğu bildirildi. Kararda, gizli tanıklara soru sorulmasına engel olunması da bozma nedeni sayıldı.

- Savunma hakkının kısıtlanması

Sanıkların savunma hakkının kısıtlanmasına ilişkin iddialarla ilgili yapılan incelemede de mahkeme tarafından, bazı sanıkların savunma süresinin iki duruşma günü, bazılarının ise bir duruşma günü ile sınırlandırılması, esas hakkındaki mütalaaya karşı, silahlı terör örgütü üyeliği suçundan cezalandırılması istenen sanıklar için sanık ve avukatlarına toplam bir saat, silahlı terör örgüt üyeliği ile diğer suçlardan cezalandırılması istenen sanıklar için ise sanık ve avukatlarına toplam iki saat sözlü beyanda bulunma hakkı tanınmasının bozma nedeni sayıldığı anlatıldı.

Kararda, duruşmalar sırasında sanık müdafilerinin mikrofonlarının verilen süreyi aştıklarından bahisle kapatılarak hukuki yardım amacıyla oturumda sanıklarla görüşmelerine izin verilmeyerek, duruşma sırasında ve verilen aralara ilişkin kamera kayıtlarına göre işlem yapılmak suretiyle sanık müdafilerinin görevlerinin yerine getirilmesine engel olunarak savunma hakkının kısıtlandığı da belirtildi.

Mahkemenin gerekçeli kararının eleştirildiği kararda, yeterli ve yasal bir gerekçeye dayanılmadan karar verilmesinin yasa koyucunun amacına uygun düşmeyeceği gibi uygulamada da keyfiliğe yol açacağı vurgulandı. Keyfiliği önlemek, tarafları tatmin etmek ve yargısal denetimin yapılmasına kolaylık sağlamak için hükmün gerekçeli olması gerektiği belirtilen kararda, şunlar kaydedildi:

"Hakimin kendi bilgisi hükme dayanak yapılamaz. Yalnız vicdani kanaate dayanan bir kabul, her zaman gerçeğe uygun düşmez. Bir şeyin şüpheli olarak kabulü, reddi anlamına gelmelidir. Vicdani kanaat kendi başına hüküm sebebi olmaz, isnadın doğruluna veya yanlışlığına vicdanen kani oluncaya kadar hakimin delil araştırmaya devam etmesi gerekir. O halde vicdani kanaat, delil değildir. Terim çoğaltmak, açıklamak gerekçe sayılmaz. Vicdani kanaat, delillerin takdiri bakımından önemlidir. Bu dahi delillerin mevcut olmasını gerektirir. Bu delillerin rasyonel ve realist olmaları zorunludur. Subjektif nitelikte bulunan vicdani kanaat gerekçe sayılamaz. Hakimin delilleri toplama ve toplanmış delilleri takdiri aynı şey değildir. Hakimin delilleri toplamasında takdir hakkı bulunmayıp, toplanmış olan delillerin takdirinde serbesttir. Ancak bu serbestlik de keyfilik değildir."

- Bülent Ecevit'in sağlık durumu

Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit'in rahatsızlığı ve Başkent Üniversitesi Hastanesinde tedavi gördüğü sürecin özetlendiği kararda, Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulunun 5'e karşı 6 oyla, oy çokluğuyla düzenlediği raporda, dönemin Başbakanı Bülent Ecevit'in diğer rahatsızlıklarının yanında orta veya ileri evrede parkinson hastalığının da teşhis ve tedavisine ilişkin kullanılması gereken ilaçlar konusunda görüş birliği bulunduğu, farklı görüşün Başkent Üniversitesi Hastanesinde bu rahatsızlığın tedavisi sırasında uygulanan ilaç dozundan kaynaklandığı, çoğunluk görüşüne göre dozun yetersiz olup yükseltilmesi gerektiği, muhalefet şerhinde ise uygulanan ilaç tedavisinin tıp kurallarına uygun olduğunun beyan edildiği aktarıldı.

Kararda, bu bilgiler karşısında, rahatsızlığa ilişkin teşhis ve tedavide kullanılacak ilaç konusunda ittifak bulunması, kullanılacak ilaç dozu konusundaki uzman hekimler arasında 5/6 şeklinde farklı görüş çıkması dikkate alındığında, farklı görüşlerden herhangi birinin bilimsellikten uzak olduğunun ileri sürülemeyeceği ifade edilerek, şunlar kaydedildi:

"Uygulamada hekimler arasında tedavideki doz farkı konusunda görüş farklılıkları bulunmasının doğal olması, kullanılacak doz miktarında tıp literatüründe kesinlik bulunmaması karşısında, mahkemece rapor içeriğinin yanlış anlamlandırılarak tedavi sürecinin dolaylı biçimde örgütsel faaliyet olarak kabul edilip dönemin Başbakanını iş göremez hale getirmek suretiyle hükümete karşı suçun işlendiğine delil kabul edilmesi, kabule göre de Başkent Hastanesi Yönetim Kurulu Başkanı olup teşhis ve tedavi ekibinde yer almayan sanık Mehmet Haberal'ın, hastanede uygulanan tedavinin ne şekilde yapılacağı konusunda teşhis ve tedavi sürecinde görev alan hekimleri ve sağlık personellerini yönlendirdiğine ilişkin somut deliller ortaya konulmadan meydana gelen sonuçtan sorumlu tutulup yazılı şekilde mahkumiyeti yönünde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırıdır."

Kararda, ayrıca CMK'nın 225/1 maddesi uyarınca mahkemenin kesinlikle dava edilmeyen bir fiil veya fail hakkında hakkında kendiliğinden yargılama yaparak, karar veremeyeceği vurgulandı.

Usule ilişkin bu yasal düzenlemeye aykırı olarak, dava konusu yapılacak eylemin açıkça ve bağımsız olarak iddianamede gösterilmesi gerektiği halde, aralarında Doğu Perinçek, Kemal Gürüz, Tuncay Özkan, Ergün Poyraz, Levent Ersöz, Mustafa Balbay, Sinan Aygün, Veli Küçük’ün de bulunduğu bazı sanıklar hakkında iddianamede yer almayan suçlardan hüküm kurulmasının, bozma nedenleri arasında yer aldığı belirtildi.

- Mahkemenin oluşumu

Mahkemenin oluşumuna yönelik değerlendirmede ise yasaya göre Ağır Ceza Mahkemesinin 1 hakim ve 2 üyeden oluşması gerekirken, 6 hakimle hükmün açıklanması bozma nedenlerinden sayıldı. Kararda, "Mahkemenin karar müzakeresi usulü CMK'nın 227. maddesine açıkça aykırı olduğu gibi bu aykırılığın aynı Kanun'un 289/1-a maddesi uyarınca kesin hukuka aykırılık hallerinden bulunmasına rağmen yazılı şekilde müzakere yapılarak hüküm kurulması hukuka aykırı bulunmuştur." denildi.

Bu aykırılığın sonucuna bağlı olarak haklarında beraat kararı verilenlerin hukuki durumlarının da değerlendirildiği belirtilen kararda, "Mahkeme heyetinin kanuna uygun teşekkül edip etmediği, müzakerelerin usule uygun olup olmadığına ilişkin kuralların 'sırf sanık yararına vazedilmiş usul kuralları' olmaması ve dosyanın diğer sanıklarından bir kısmının aynı kararla ilgili mahkeme heyetinin oluşumu ve müzakerelerin yapılışına ilişkin itirazlarda bulunması da dikkate alındığında CMUK'nın 309. maddesinin dosyamızda uygulanması mümkün görülmemiş ve bu sanıklar yönünden salt bu nedenle bozma kararı vermek gerekmiştir. Ancak, mahkemesince 'makul sürede yargılanma' hakkı çerçevesinde haklarında başkaca yargılama işlemi gerekmeyen bu sanıkların dosyaları tefrik edilerek haklarında karar verilmesi mümkün görülmüştür." değerlendirmesine yer verildi.

- Adil yargılama

Kararda, adil yargılama ilkesine yönelik değerlendirmede, hakimlerin, Anayasa ve yasalarla kendilerine verilen görev ve yetkileri yazılı olan veya olmayan ancak evrensel anlamda hakim ve savcıları bağladığından kuşku bulunmayan etik kurallara tabi olarak yerine getirmeleri gerektiği vurgulandı.

Aksine davranışın ortaya çıkacak sonuçlar ve toplumdaki adalet duygusunda açacağı yara itibarıyla hakimlik mesleğinden kaynaklanan yetki ve görevin ihmal edilmesi ya da kötüye kullanılması anlamına geleceği belirtilen kararda, şu tespitlere yer verildi:

"Dosyamıza konu davaların soruşturmasında görev alan ve aynı kişilerden oluşan kolluk personeli grubunun, Türkiye'nin birçok ilinde yapılan operasyonlarda görev yapması, tüm dokümanlar ile dijital verilerin bu kişiler tarafından incelenerek tutanağa bağlanması, Cumhuriyet savcılarının CMK'nın 122. maddesine aykırı olarak düzenlenen bu tutanaklara kuşku ile yaklaşmadan ve sorgulamadan itibar ederek koruma tedbirlerine ilişkin kararlara, iddianameye ve mütalaaya konu etmesi, yargılamayı yapan yargıçların da ısrarla yukarıda belirtildiği üzere yasalara aykırı olarak elde edilen kanıtlara göz yumması ve bu yöndeki ısrarlı itirazları dikkate almayarak maddi gerçeğin ortaya çıkmasına yönelik haklı taleplerin ısrarla ve yetersiz gerekçelerle reddedilmesi, karardan sonra, soruşturma ve yargılamada esas alınan önemli delillerin sahteliği konusunda tespitlerin ortaya çıkması karşısında, sahteliği ortaya çıkan delillerden objektiflikten uzak varsayıma dayalı çıkarımlar yaparak bu varsayımların sübuta esas alınması, hakimlerin tarafsızlığı konusunda haklı şüphe oluşturacağının gözetilmemesi usule ve yasaya aykırıdır."

Kararda ayrıca, yargı mercilerinin davaları makul sürede bitirecek şekilde yargılamanın yapılması için gerekli tedbirleri almasının zorunluluğu vurgulanarak, "Birleştirilmesinde zorunluluk bulunmayan davaların birleştirilmesi, soruşturma ve kovuşturmanın paralel olarak yapılması, yani bir kısım sanıklar yönünden kovuşturma başladığı halde aynı suçla ilgili olarak diğer sanıklar hakkında soruşturmalara devam edilmesi, gibi nedenlerle davanın makul sürede bitirilmesini sağlayıcı önlemlerin alınmaması nedeniyle bir kısım sanıklar bakımından hak ihlali olduğu anlaşılmaktadır." denildi.

(Sürecek)


Kaynak:Anadolu Ajansı

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.