Derebucak'ta Bir Müze Var

Derebucak'ta Bir Müze Var
Ne zamandır aklımdaydı. Derebucak’ta bir müze ev olduğunu, İstanbul'daki Beyşehir, Hüyük, Derebucak (Beyhuder) Derneği Başkanı değerli ağabeyim Derebucaklı İş Adamı Şükrü Karagül’den öğrenmiştim.

Ha bu arada, Şükrü Karagül’den söz açılmışken, Beyhuder’den bahsetmesek olmaz.

Beyhuder İstanbul’daki Beyşehir, Hüyük ve Derebucaklıların Kültür ve Yardımlaşma Derneği olarak yıllar önce kurulmuş. Bir süredir Başkanlığını Şükrü Karagül yürütüyor. Dernek İstanbul’daki hemşerilerimizin tanışması, kaynaşması, memleketimizin kültür ve turizminin tanıtılması adına pek çok faaliyet yapıyor. Ancak en önemli faaliyeti İstanbul’da okuyan üniversiteli öğrencilerimize burs veriyor ve onların birbirleri ile tanışma ve kaynaşmasını sağlıyor olması. Enerjisini bölgemizin gençlerine harcayan Başkan Karagül ve onun şahsında Beyhuder yönetim kuruluna özellikle teşekkür ediyoruz.

whatsapp-image-2017-09-06-at-09.45.42.jpeg

İstanbul’da bulunduğumuz dönemlerde, Beyhuder’in ikliminden bizler de istifade etmiş, dernekte yaptığımız sohbetlerde Şükrü Karagül’ün İstanbul’da yaşayan abisi Abdullah Karagül’ün Derebucak’ta kendi evinin bir bölümünde Müze evi oluşturduğunu da öğrenmiştim. Müze demekten özellikle kaçınıyorum. Bir alana müze denilmesi için o alanın, teknik olarak müze standartlarına sahip olması ve bu konudaki mevzuata uygun olması gerekmektedir. Ancak yine de Derebucak ve Beyşehir çevresinde kültürümüze ait yüzlerce etnografik ürünün bir araya getirildiği bu sergi alanının haberini almış olmak beni fazlasıyla heyecanlandırmıştı.

whatsapp-image-2017-09-06-at-09.46.27.jpeg

Bu nedenle ilk fırsatta Derebucak’a gitmek ve Abdullah Karagül Ağabey’in müze evini ziyaret etmek istiyordum. Abdullah Ağabey’i aslında Beyşehir’de yaptığımız Doğa yürüyüşlerinden tanıyordum. Kendisi Derebucak çevresinde dağ, taş, dere, tepe adım atmadık yer bırakmayan, araziyi, coğrafyayı iyi tanıyan güzel yürekli bir doğaseverdi. Kendisini yakından tanıdıktan sonra, onun sadece doğayı sevmediğini, kültürümüze ait eserleri korumak ve gelecek nesillere aktarmak adına, ülkemizin memleketimizin kültür ve turizmine hizmet eden bir vatansever olduğunu da öğrendim. Doğa yürüyüşü sırasında bir sohbetimizde Beyşehir Kültür ve Turizm Derneği Başkanı değerli dostum Mustafa Büyükkafalı’ya konudan bahsetmiştim. Çok geçmedi, Büyükkafalı’nın teklifi ile Kurban Bayramı arasında bir fırsatını bulup birlikte Derebucak’a hareket ettik. Mustafa Büyükkafalı kendisiyle yolculuk yapmaktan fazlasıyla mutlu olduğum bir dostum. Onunla yolculuk sırasında dört mevsimi yaşayabilirsiniz. Arabasının konsolunda daima makinesi hazırda bekler. O muhteşem fotoğrafları nasıl yakalıyor zannediyorsunuz.

whatsapp-image-2017-09-06-at-09.46.43.jpeg

Derebucak’a varıncaya ve Beyşehir’e dönünceye kadar, kaç yerde mola verdik kim bilir. Sabah çıktığımız yolculukta, Derebucak’ın minarelerinde öğle ezanının sesi yankılanırken, ancak Abdullah Ağabey’in evine ulaşmıştık. Abdullah Ağabey bize müze evinin kapılarını açtığı dakikada gözüm girişteki demirci körüklerine ilişmişti. Belki yüz yıllıktı, belki de daha fazla. Kim bilir kaç nesil usta körüklerde ter akıtmıştı. Ben aklım körüklerde takılı, sergi alanı içerisinde bir oraya bir buraya dönüp duruyordum. Mustafa Büyükkafalı fotoğraf makinesi ile alanda bulunan yüzlerce ürünün fotoğraflarını çekmeye çalışırken, Abdullah Karagül Ağabey hiç durmadan anlatıyordu. Öyle keyifli, öyle mutluydu ki, yaptığı işi fazlasıyla seven bir öğretmen edasında Beyşehir Derebucak hatta Akseki çevresinden topladığı bin bir çeşit eserin hikâyelerinden neşeyle bahsediyordu. Marangozların keserleri, testereleri, bakırcıların güğümleri, ibrikleri, çobanların kepenekleri, çorapları, çiftçilerin orakları tırpanları başta olmak üzere envai çeşit malzemeleri tek tek anlattı. Yaklaşık beş yıldır vaktini ve nakdini harcayarak bu sergi alanı meydana getirmişti. Onlarca kişiden topladığı bu eserleri insanların gönüllü olarak verdiğini anlatırken Demirci Hasan Usta’ya sözü getirmişti. Demirci Hasan Amca’nın adını duyunca, oradan oraya dönüp durduğum alanda sessizce bir yere çöktüm, hüzünlerimden bir çırpıda sıyrılıp hikâyeyi dinlemeye başladım: Şu körükleri Gencekli 90 yaşındaki Demirci Hasan Usta’dan getirdim: Kaç yıldır, kaç senedir istedim de vermedi, Neden sonra, bu sene çağırdı beni, gel al Abdullah dedi körükleri. Vardım hemen dükkânına, oldukça hüzünlüydü. Körükleri yerinden söküp elleri ile bana teslim ederken gözleri yaşardı, yutkundu. Hasan Amca neden böyle doldu gözlerin, bak eğer gönülsüz veriyorsan almam körüklerini. Yok, gönülsüz değil, hüzünlendim Abdullah hüzünlendim. Bu körükte dedem rızkını kazandı, babam rızkını kazandı, ben de rızkımı kazandım. Aha bu mübarek, üç kuşağın geçimini sağladı. Ama artık bu ocakta ateş yanmıyor, bu eller gayrı demir dövmüyor. Sana vermesem, kaybolup gidecekler. Hiç olmazsa senin müzende hikâyesiyle yaşar.”

whatsapp-image-2017-09-06-at-09.47.04.jpeg

Abdullah Ağabey Demirci Hasan Usta’nın körüklerinin hikâyesini bitirirken, gözlerini kaçırdı benden. Gerçi benim de gözlerim doluvermişti. Oradaki her bir eserde bir yaşanmışlık vardı. Her eserde pek çoğu ahrete irtihal etmiş, insanlarımızın parmak izleri alın terleri vardı. Ama Abdullah Ağabey bunun idraki ve bilinciyle, bu alana vaktini ve nakdini hiç çekinmeden harcıyor, yaşanmışlıkları yeniden yaşıyor ve yaşatıyordu. Nerden çıktı bu merak diye soranlara, gelecek nesillere kültürümüze ait izlerin tanıtılması adına çok önemli bir hizmeti gerçekleştirdiğini, gecesini gündüzünü bu işe harcadığını ifade ediyordu. Başlangıçta her eserin üzerine kimden geldiğini yazmayı düşünmüş, ancak bunun yerine şimdi müzeye katkı sağlayanları isimlerini bir tabela üzerine yazarak onları da onore etmişti. Bendeniz de, bunun yanı sıra orada bulunan eserlerin mutlaka bir envanterinin çıkarılması gerektiğini ve bu konuda kendisine profesyonel bir destek sağlayabileceğimi ifade ettim. Hatta kartlar ve kataloglar oluşturmak suretiyle, eserin nereye ve kime ait olduğunun da mutlaka belirtilmesini tavsiye ettim. Abdullah Ağabey konunun öneminin bilincinde ilk fırsatta bizlerle işbirliği halinde bunu yapacağına dair söz verdi. Derebucak’a ait kilimlerin, yünlerin kolanların bahsine geçmişti ki, ben de pek çoğunu incelemeye dahi zaman bulamadığım eserlerin yok olmaktan kurtarılıp muhafaza altına alınmasından duyduğum mutlulukla yine eserlerin hikâyelerini düşünmeye koyuldum. Şu kalburda kimler neler elemişti, şu çamaşır tokacında kaç çocuk büyümüştü? Ya şu Radyoda... Çok geçmedi bir sesle irkildim Hocam dedi Büyükkafalı, hocam haydi gidiyoruz. Gembos’daki yılkı atları bizi bekliyor.

whatsapp-image-2017-09-06-at-09.47.02.jpeg

Abdullah Ağabey’e, hoş sohbeti ve misafirperverliği için teşekkür edip ayrılırken notlarımı teyit ettirmiştim. 1962 yılında Derebucak’ta doğmuş, 1983 yılında İstanbul’da tekstil sektörüne adım atmış, zamanla kendi markasını üretmişti. 2012 yılında emekli oldu. O tarihten bu tarafa kazandıkları ile kültür ve turizmimizin gelişmesine katkı yapıyordu. Ayrılırken sarıldım. ‘Sen güzel adamsın vesselam’ dedim, Çok yaşa Abdullah Ağabey, çok yaşa…

Prof. Dr. Hüseyin Muşmal

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum