Şehir kalbini kime açar?
Her şehrin ruhu vardır. O ruhu herkes okuyamaz, şehrin dilini, şifresini de çözemez. Kim gönül verdi ise, kim o sevginin sırrına erdi ise, şehir onlara açar kalbini. Bakmakla görmek arasındaki o ince çizgi kadar, o şehri ruhunun derinliklerinde hissetmek de lazımdır.
Karşılıksız yani hiçbir şey beklemeden sevmek, bu saydıklarımızın en başında gelir. Öyle olduğunda ne şehir sizi unutur ne de unutturur.
Efendim, Evliya Çelebinin yolu yüzyıllar önce Gümüşhane’ye uğramış. Seyahatnamesine şöyle yazmış…
İki dükkân…
Bir aşhane…
İşte sana Gümüşhane…
Bursa Eğitimden okul arkadaşım olan Karabüklü Zeki Yılmaz, Hocalarımızdan rahmetli Tuman Ciranoğlu’ndan bir hatıra nakletti;
Rahmetli Hocamız Tuman Ciranoğlu, bundan yaklaşık kırk, kırk beş yıl kadar önce, Bilecik’te Vali Beyin’de bulunduğu bir ortamdaymış. Sayın Vali, başlamış Bilecik için yaptıklarını anlatmaya…
Anlatmış da anlatmış…
Tuman Hocam dayanamamış, Sayın Valim demiş…
Şeyh Edebali…
Üç beş ahali…
Bir de Vali…
Bilecik…
Ne demişler?
Arif olan anlar…Ya da arife tarif gerekmez…
*****
Bir ara Milletvekilliği de yapan rahmetli Yahya Kemal’e sormuşlar...
Ankara’nın en çok nesini seviyorsunuz?
İstanbul’a dönüşünü demiş…
“Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul! / Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer. / Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul! / Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.” Demişti İstanbul için Yahya Kemal.
İstanbul’u Yahya Kemal gibi seven kaç kişi çıkar dersiniz?
Bende Yahya Kemal gibi, Ankara’yı sevemeyenlerdenim. Seksenli yılların sonuna doğru, Ankara’nın Nevşehir-Gülşehir’e dönüşünü severdim.
Ankara, ben ve arkadaşlarım için sürgün demekti, vurgun demekti, görevden alma demekti, Ankara’dan gelen Müfettişlerin sorduğu, karşılığı ceza ve görev yeri değiştirme anlamına gelen sorulardı. Ankara’yı sevdiğimiz yıllar olsa da Ankara içimizde ince bir sızı misali, sızladı durdu.
“Ankara Ankara güzel Ankara / Seni görmek ister her bahtı kara” diyen o güzel Ankara marşının dizeleri bizlerin yüzünü çok fazla güldürmedi. Siyaset rüzgarları aldı götürdü, savurdu her birimizi bir yerlere…
*****
Konya’yı rahmetli Seyit Küçükbezirci çok severdi. Hem de ne sevmek…
İki yıl önce onun için şöyle yazmıştım…
Kendi tabiriyle “Sarı Siyit’ti,” bizler içinse yiğitler içinden has bir yiğitti! Yaşayan bir tarihti…Konya’nın üzerine titrerdi…Sessiz sedasız aramızdan ayrıldı gitti….
Selçukya’sı, Başkent Konya’sı, onsuz öksüz kaldı…
Selçuklu Sultanlarının izinden yürüyen, vefalı, gözü kara, sevdasına körkütük bağlı bir Selçuklu Emiriydi adeta… Konya’yı hiç kimselerle paylaşamazdı.
“Ben başka bir şehre gittim mi orada durup sabahlayamam, neme lazım, ben yokken biri geldiğiyle Konya’yı alıvırır. Onun için ben Konya’dan başka bir yere gitmem” derdi.
O Konya’da kalmalı, Konya’ya kol kanat germeli, bu şehrin tek kelimeyle muhafızı olmalıydı.
Aynen dediği gibi oldu da…Konya’ya laf söyletmezdi… Söyleyeni de dinlemez, dikkate almazdı!
Miryokefalon gibi kutlu bir zaferi 840. Yıl dönümünde bu şehre tekrar kazandırdı.
*****
Ahmet Hamdi Tanpınar, beş şehirde şöyle anlatmıştı Ankara’yı…
Belki Millî Mücadele yıllarının bıraktığı bir tesirdir, belki doğrudan doğruya çelik zırhlarını giymiş ortada dolaşan bir eski zaman silâhşoruna benzeyen kalesinin bir telkinidir; Çankaya sırtları, Çiftlik, Baraj yollan, Etlik, Keçiören bağları velhasıl nereden bakarsanız bakınız, cam gibi keskin bir ışık altında bu kaleyi, bütün arazi terkiplerini kendisinde topladığı ufka hep aynı sükûnetle hâkim görürsünüz. Bazen geniş sağrısını rüzgâra vermiş bir harp gemisi gibi, zaman ve hâdiselerin denizinde çevik ve kudretli yüzer, bazen bir iç kale, bütün ümitlerin kendisinde toplandığı son sığınak olur, bazen bir kartal yuvası gibi erişilmesi imkânsız yükselir.
Ahmet Hamdi Tanpınar’dan Erzurum…
Erzurum Millî Mücadele'ye önayak olmuş, Ermenistan zaferini idrak etmiş, yavaş yavaş sağ kalan hemşehrilerini toplamaya başlamıştı. Ölümün zaferinin yanı başında, imkânsız bir kışın kasıp kavurduğu bir bahçede, buzların kilidi çözülür çözülmez başlayan o acayip baharlar gibi, yavaş yavaş hayatın türküsü yükseliyordu Yıkılmış şehirde yeniden gençler evleniyor, çocuklar doğuyor, yarısı toprak olmuş evlerde baba ocakları tütüyor, akşamın alaca karanlığında kılıç artığı çocuklar türkü söylüyorlar, adlarıyla artık mevcut olmayan şeylere hudut çizen şehir kapılarının önündeki meydanlarda davul zurna çalınıyor, cirit, bar oynanıyordu.
Ahmet Hamdi Tanpınar’dan Konya…
Konya, bozkırın tam çocuğudur. Onun gibi kendini gizleyen esrarlı bir güzelliği vardır. Bozkır kendine bir serap çeşnisi vermekten hoşlanır. Konya'ya hangi yoldan girerseniz girin sizi bu serap vehmi karşılar. Çok arızalı bir arazinin arasından ufka daima bir ışık oyunu, bir rüya gibi takılır. Serin gölgeleri ve çeşmeleri susuzluğunuza uzaktan gülen bu rüya, yolun her dirseğinde siline kaybola büyür, genişler ve sonunda kendinizi Selçuk Sultanlarının şehrinde bulursunuz.
Ahmet Hamdi Tanpınar’dan Bursa…
Fetihten 1453 senesine kadar geçen 130 sene, sade baştan başa ve iliklerine kadar bir Türk şehri olmasına yetmemiş, aynı zamanda onun manevî çehresini gelecek zaman için hiç değişmeyecek şekilde tespit etmiştir. Uğradığı değişiklikler, felâketler ve ihmaller, kaydettiği ileri ve mesut merhaleler ne olursa olsun o, hep bu ilk kuruluş çağının havasını saklar, onun arasında bizimle konuşur, onun şiirini teneffüs eder. Bu devir haddizatında bir mucize, bir kahramanlık ve ruhaniyel devri olduğu için, Bursa, Türk ruhunun en halis ölçülerine kendiliğinden sahiptir, denebilir.
Ahmet Hamdi Tanpınar’dan İstanbul;
Güneş, Boğaziçi'nde doğup batmaz. Her iki kıyı birbirine saatlerin aynasını tutar. Beylerlerbeyi'nde, Emirgân'da, Kandilli veya İstinye'de günün her saati birbirinden ayrı şeylerdir. Beykoz, Çubuklu, ağaçlarının serin gölgesinde henüz son rüyalarını üstlerinden atmaya çalışırken Yeniköy veya Büyükdere gözlerinin tâ içine batan güneşle erkenden uyanırlar. Kuzguncuk'ta sular, sahil boyunca, arasına tek tük sümbül karışmış bir menekşe tarlası gibi mahmur külçelenirken, ince bir sis tabakasının büyük zambaklar gibi kestiği İstanbul minareleri kendi hayallerinden daha beyaz bir aydınlıkta erirler.
*****
İnsan memleketini sever. Bendeniz üç yaşından bugüne birçok yer gezdim, dolaştım. Memleketim zaman zaman burnumda tüttü. Oysa ne orada büyümüş ne okumuştum. Kim ne derse desin memleket havası fena vuruyor insanı. Yıllar sonra, bir Cuma namazı çıkışı, memleketim Soma’da bir tepenin üzerinde kurulu doğduğum yer olan Samsacı mahallesinden Soma’ya baktım. Gözlerim doldu birden. Neden doldu, neden bu denli duygusallaştım ne tarif edebildim ne de anlatabildim.
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.