“Aşkımla oynama!”

Erol Sunat

Şehirler, sahiplenilmekten çok daha fazla sevilmeyi hak ederler! Çünkü seven sahiplenir de, sahipte çıkar! Şehri sevmek, şehre bağlanmak, şehre vurgun olmak bir başkadır. İşin kabul görmeyen tarafı ifrata varan yaklaşımlardır ki, bu konu en fazla sahiplenme noktasında kendini gösterir.

Şehir özgürlüğünü hiç kimseyle paylaşmaz!

Hür olmayı var olduğundan, ayakta durduğundan bu yana sever!

Birinin ya da birilerinin sahiplenmesindeki ısrar, aşırılık sıkar, bunaltır şehirleri…

Bir ara “aşk” kavramına aşırı takanlar, kavramın cılkını çıkaranlar olmuştu!

Oysa şehir asırlardır aşkın kapısıydı, Aşıkların kapısıydı, Aşıklar bayramlarının yapıldığı, Aşıkların buluştuğu, Şeb-i Arusların yaşandığı, vuslatların nihayete erdiği bir şehirdi!

O günlerde şehir, rahmetli Zeki Müren’in meşhur ettiği, “Aşkımla oynama” adlı o güzel şarkının dizeleri gibi adeta şöyle yalvarmıştı; “Aşkımla oynama kumar değildir/ Seviyorum demek hüner değildir”

Lakin biz taktık “Benim “ demenin egolusuna… Vurduk egonun gözüne-gözüne…

İnanın çok daha sevimli argümanlar bulabiliriz! Hepimizi içine alan, çok daha sıcak, çok daha samimi, çok daha içten…

Şehrimizde bu tür argümanların kullanılması ve bu argümanlarda ısrar edilmesi şehrin içine dokunmaya başladı. Bu şehir içli, bu şehir dertli, bu şehir kederli, bu şehrin kalbini gelin bu kadar yormayalım, zorlamayalım!

Şehir bize ne mi demek istiyor?

Hoşgörü şehrine hoşgörü yakışır, vefa yakışır, tevazu yakışır, bir olmak yakışır, el ele vermek yakışır, ayrı-gayrı olmamak, durmamak yakışır!

Siz-siz olun!

Kalbime dokunun!

Gerisini siz değil ben düşüneyim!

*****

Can emanet, mal emanet, mülk emanet, mevki emanet, makam emanet olan bir dünyada, neyin sahibi olduğumuz düşüncesindeyiz ki…

Temsilde yada teşbihte hata olmasın, çay benim, çeşme benim, yol benim yolcu benim, han benim, hamam benim, her işim tamam benim gibi davranıyoruz!

En azından görüntü öyle…

Mevlânâ şehrinde, Mevlânâ diyarında hâlâ bir sana bir bana diyemiyoruz!

Ne diyordu Hz. Mevlânâ, olma keser gibi hep bana, hep bana…

Keser gibi olmak, üç gün sonra adamın iki ayağını bir pabuca sokmak demek değil mi?

Keser gibi olmak zorunda mıyız?

Değiliz diyen var…Değiliz amma, değiliz lakin…diyenlerde yok değil! Yorum yok diyenlerde…

Keser gibi olunduğunda arada ne sevgi kalıyor, ne saygı, ne hoşgörü, ne birbirini düşünme, ne de bölüşme paylaşma…

Sonrası önce ben, sonra ben, her şey benim diye başlanıyor, benim diye devam ediliyor. Olan şehrin kalbine, olan seven kalplere oluyor! Şehrin kalbine dokunamıyoruz!

İşte onun içindir ki, yıllardan beri birçoğumuza itici gelen bir kelam var!

“Benim şehrim!”

Şehir benim demenin en egolu itirafı!

Kesere benzer bir ifade!

Bu şehir bizim şehrimiz değil mi? Hepimizin şehri değil mi? Benim kavramı, sizce de sahiplenmek kavramının egosuna tavan yaptırmıyor mu?

*****

Mademki, bir Başkent daima Başkenttir! O zaman o Başkente yakışır şekilde, yaraşır şekilde davranan, düşünen ve öyle yaşayan insanlarla o Başkent’in yollarında hep birlikte, hep beraber yol yürümek kadar güzel bir şey olabilir mi?

Hani yol arkadaşları yaklaşımı var ya…En renkli, en etkileyici yol arkadaşları Başkentlerde bulunur! Hoşgörülü, vefakar, anlayışlı ve şehrini seven! Bu şehirde başınızı nereye çevirseniz böyle insanlara rast gelirsiniz! Yardım talebinde bulunsanız, gönüllü koşup gelecekler o kadar çok ki…Yeter ki, o imkan verilsin, o imkanlar sağlansın!

Bizim eksik yönlerimizden biri de ne yazık ki böyle bir açılımı geliştirememiş ve hayata geçirememiş olmamız! Kadim bir Başkent olduğumuzu ve bu Başkentte yaşadığımızı unutmamak zorundayız!

Bu şehrin toprağında, mayasında sevgi var, hoş görü var, vefa var! Sen-ben gibi, sizden bizden gibi yaklaşımlar bu şehri fena yordu, insanları da…Bencillikten de, egodan da, gurur ve kibirden de, kendi tabiriyle gubuzluktan da illallah dedi…

Başkentler kucaklayıcı, herkese yer veren, herkesi dinleyen, hoş gören, birine başka türlü diğerine daha başka davranmayan, kapıları herkese açık, kim ne sergileyecekse ortak karar veren, ortak aklın en fazla geçerli olduğu, kabul gördüğü şehirler olmak zorunda!

Ülkemizde Konya gibi, Ankara gibi, Bursa gibi, İstanbul gibi, Edirne gibi Başkentler var.

Başkent olmanın tarifini rahmetli Ahmet Hamdi Tanpınar yapmış zaten!

Başkent alışılmış kalıpların dışında bir şehir demektir.

Varlık içinde yokluk, bolluk içinde darlık çekilmeyen şehir demektir.

*****

Bu şehirde bir etkinlik yapılacaksa, ortak akıl devreye girecek, diyecek ki, bu şehrin neyi var, neyi yok hepsini ortaya dökelim.

Projemizi ona göre yapalım. Bu projeye şehrin tamamını alalım!

Kimin konuşacak sözü, ileri sürecek bir fikri varsa varsa, buyursun bekliyoruz!

Sen demeyelim, ben demeyelim, sizden-bizden demeyelim, kimseyi dışlamadan, şehrini seven, duyarlı herkesi en geniş çerçevede dinleyelim.

Onlardan şehir yahut kent komisyonları kuralım.

Şehri kaynaştıralım, herkesi herkesle barıştıralım.

Böyle yapmazsak, bir elin nesi var, iki eli sesi var sözünü neden unuttunuz derler!

Bu şehirde onca gezilecek görülecek yer varken, niye belli birkaç yeri gezdirdiniz, dolaştırdınız, aynı yerlerde dönüp dolaştırdınız misafirlerinizi derler!

Hani biz bu yolda birlikte yürümeyecek miydik derler!

Şehir mademki bir bütündür, şehirde var olan etkinlikler olabildiğince zengin olamaz mıydı derler!

Şu neden yoktu, bu neden olmadı, gözden mi kaçtı, hatırlanmadı mı, unutuldu mu derler!

Olması, bulunması, çağırılması gerekenler neden çağrılmadı, neden davet edilmedi derler!

Vefa şehrinde, vefayı aradık, nedense bulamadık derler!

*****

Şehrin kalbine hiç kulak vermedik! Aşkımla oynama dedi şehir! Sonra, eteğindeki taşları birer ikişer dökmeye başladı! Kültür dedi…Tarih dedi…Turizm dedi…Kanatlarım kırık dedi! On kere dedi, yüz kere dedi, bin kere dedi! Kim duydu, kim mi dinledi? Belli ki hiç kimse!

Şehir; Bu şekilde uçulmaz dedi! Bu şehre coşku lazım, heyecan lazım, dokunuş lazım dedi!

Gün dedi, festival dedi, etkinlik dedi…Yürekler toplu vurmadan, kalpler birlikte atmadan olmaz, neden görmüyorsun, neyi göremiyorsun dedi!

Aşk dedi, meşk dedi, yol dedi, yolcu dedi, sesime kulak ver hancı dedi!

Aşan bilir karlı dağın ardını demişler ya hani…Aşılamadı o karlı dağlar! Çamurdan, balçıktan, çukurdan, engebeden, tümsekten geçilemedi o yollar!

Bu şehirde kültür de, tarihte, turizmde hem yetim hem öksüz! Üstelik her şeyimiz varken…O kadar da kolayken…Ortak akıl diye mangalda kül bırakmamışken…

Daha dün ayın dokuzuydu, bir bakmışsınız on dokuzu olmuş, yine kalmışız biz bize…Yine kalmışız el elde baş başta!

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.