Bakla!

Erol Sunat

Çıkar ağzındaki baklayı derler ya hani…Bir şeyi anlatmak istediği halde, nazlanan, söyleyeceği her neyse onun tatlandıran, kıymetlendirenlere, söylenen laftır. İşte o durumlarda, Bakla bırakır sebze olmayı, laf olur, sır olur, söylenecek söz olur!  

Bakla atanlara göre, fal olur, bir çuval yalan laf olur. İnanan olur, inanmayan olur. Fala inanma, falsız kalma diyenlerin diline pelesenk olur!

Kargadan korkan bakla ekmez diyenlerin gözünde, çekingenlere, ürkeklere, kararsızlara örnek verilir bakla.

Çürük baklanın kör alıcısı olur diyenlere göre ise, değeri olmayan, hiçbir işe yaramayan şeylerinde mutlaka bir alıcısı olduğuna dikkat çekilmiştir.

Sonra, küçük ve dar evlere, “nohut oda bakla sofa” denir çok eskilerden beri.

Bakla mecazen ilginç bir kelimedir.  Sır tutamayana, bu laf aramızda kalsın denilemeyenlere, “ ağzında bakla ıslanmaz!” denip sır verilmez.

Yanında da konuşulsa, kulak misafiri de olsa, birinden de duymuş olsa, anlatmadığı yer kalmaz denir böyleleri için.

Hele ki günümüzde…

İki kişinin bildiği sır, sır değildir derler ya. 

Benden duymuş olma diye başlayan açıklamalar, benden duymuş olma diye diye, kısa bir süre sonra dalga dalga yayılır gider, ta ki ilk benden duymuş olma diyen insana kadar!

Zavallı bakla…

Ağzında bakla ıslanmayanlar yüzünden düştüğü şu hale bir bakın!

 

*****

Rahmetli Nejat Uygur, meşhur etmişti baklayı. Bakla sevmeyenler dahi, ne baklası, hangi bakla diyenlerde dahil olmak üzere, onun meşhur, “Ne hakla, 35’e bakla” oyununa güldüler yıllarca!

Biz ise bugün o çok gülünen oyunun adı aklımıza geldiğinde gülemiyoruz, derin derin düşünüyoruz!

Çünkü, “ne hakla”, diye sorduğumuz her soru cevapsız!

Çünkü, bakla dahil, her şey ateş pahası!

Her biri zam üstüne zam yapmak için kuyrukta…

Ne hakla, bu pahalılık diye sorulduğunda, bunun için, şunun için pahalıyım diye bir cevap mı aldık?

Ne hakla, yağ 70’e, et 60’a, peynir 40’a diyoruz kendimiz söylüyor, kendimiz dinliyoruz!

Bir zamanlar, bir tiyatro oyunu vesilesiyle, şaka ile karışık sormuş Nejat Uygur rahmetli!

“Ne hakla, 35’e bakla?” demiş!

Sonra oyunun içinde “ne hakla” diye sormuş, sorgulamış her şeyi!

Sordukları, yerlere yatmışlar gülmekten!

Anlamışlar mı, ne hakla sorusunun altındaki gerçeği?

Orasını bilemiyoruz, ancak rahmetli sağ olsaydı, ne hakla diye başlayan sorular sorsaydı, yine gülenler olurdu, lakin, sanmayın ki, çekilen sıkıntılar son bulurdu.

Perde kapandıktan sonra, yine biz bize kalırdık cevapsız sorularımızla baş başa…

 

*****

Şimdi acı ile karışık soruyoruz sormasına da, “ne hakla” denildiğinde, sesinin tonunu beğenmedim, sesin çok fazla yükseldi demeye getiriyorlar!

Neredeyse bu ne biçim soru!

Hesap mı soruyorsunuz?

Bu bir isyan mı yoksa?

Karşı gelme mi? 

Diye yanına ekler ilave edilip soruya soru ile cevap verme yoluna dönülen bir havaya büründürülüyor!

Dün gülünen, kahkaha atılan şeylere, bugün bu düpedüz saldırma, hesap sorma diye karşılıklar bulunabilir.

Keşke böyle sorular sormak zorunda kendini hissetmeseydi insanlar!

Çünkü bu pahalılığın, bu içinden çıkılamaz hale gelen vaziyetin sorumlusu insanımız değil!  

Çünkü, onu duyan yok!

Yanında duran yok!

Dinleyen yok!

Sevdiğini sözüm ona söyleyen çok, lakin belli ki seveni yok!

 

*****

Madem öyle;

Ne hakla, bizi bu kadar üzüyorsunuz?

Ne hakla, bizi bu denli incitiyorsunuz?

Ne hakla, boynumuzu bükük bırakıyorsunuz?

Ne yaptık biz size!

Ne hakla, böyle bu piyasalar?

Ne hakla, bu kadar yüksek bu enflasyon?

Ne hakla, bu pahalılığa yetmiyor, aldığımız ücret ve maaşlar?

Ne hakla, deyince, kimseye hesap soruyormuş gibi gelmesin!

Bunun adı hesap sormak filan değil, derdimizi anlatmaya çalışmak!

“Ne hakla” kelimesi, isyan kelimesi değil! İsyan başka, feryat-figan başka!

Artık, anlasanıza!

 

*****

Ne hakla diye sormak,

Aç insanların,

Borcunu-harcını ödeyemeyenlerin,

Bir anda işsiz kalanların, işten çıkarılanların,

İstihdam alanı olmadığı için iş arayıp, iş bulamayanların,

Evine ekmek götüremeyenlerin,

Çoluğu çocuğu karşısında boynu bükülenlerin,

Emekli maaşı ayın onuna yetmeyenlerin,

Asgari ücretleri ay ortasına varıncaya kadar tükenenlerin,

Çığlığı, feryadı, iniltisi!

O çığlıklar, feryatlar duyulsaydı böyle olmazdı

Duyulsaydı, yanımızda olurdunuz!

Duyulsaydı faturalar altında ezilmezdik!

Duyulsaydı uçan kuşa borcumuz olmazdı.

Duyulsaydı bize bir elini uzatan olurdu!

Duyulsaydı, sizin bu durumda olduğunuzu bilmiyorduk diye gönlümüzü alan olurdu!

 

*****

Rahmetli Mehmet Akif, “Bülbül” şiirinde, “Teselliden nasibim yok, hazan ağlar baharımda / Bugün bir hanümansız serseriyim öz diyarımda!” diye seslenmiş.

Teselli edenimiz yok! Hazan mevsiminin bahar mevsimi için gözyaşı döktüğü dönemlerden birindeyiz. Ateş düştüğü yeri öyle bir yakıyor ki;

Dil aciz,

Kelimeler yetersiz,

Cümleler yarım, konuşamıyoruz!

Virüs vurmuş, enflasyon vurmuş, hayat vurmuş, yokluk vurmuş, maddi-manevi sıkıntılar vurmuş, anlayışsızlık vurmuş, dahası yetmemiş bir de felek vurmuş, biz efkârlı olmayalım da kim olsun?

Biz dertli olmayalım da kim olsun?

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.