BERBER HİKAYESİ

Erol Sunat

Uzun uzun zaman önce, memleketin birinde, insanların dış görünüşlerine göre değerlendirme yapan bir şehir varmış.

Huyumuz huy değil amma derlermiş, yine de bildiklerinden vazgeçmezlermiş.

Dışarıdan tanımadıkları birisi çarşıya, şehrin en işlek meydanına doğru adım atsa, hemen adamın kılığına kıyafetine, saçına, sakalına bakılır, peşin hükümler yürütülür, kanaat beyan edilirmiş.

Zengin görünümlü birini gördüklerinde, adam ağalara, beylere benziyor.

Samur kürkü de  var, tacir midir, parasının hesabını bilmeyen bir zengin midir?

Vezir vüzera mıdır?

Payitahttan gelen önemli bir misafir midir?

Varalım bir tanışalım, kimin nesi, kimin fesi derlermiş.

Üstü başı dökük birini de gördüler mi?

Şuna bak hele, çulsuzun önde gideni.

Cesarete bak hele sen!

Ne arar ki çarşının ortasında!

Dilenci olsa sadaka verilmez böylesine!

Bak, bak, şu meydana ilerleyene bak hele!

Bu meydana destursuz girilir mi hiç!

Yol bilmez, yordam bilmez, avare mi, divane mi, bu meydanda işi ne bunun derlermiş!

Herkese bir kulp takmadan edemezlermiş!

Adam yol sorsa, cevap vermezler,

Bir şey alacak olsa, bizde yok diye başlarından savarlarmış!  

Çok eskilerden beri bilinen müşteri velinimettir sözü bu şehirde adamına göre işlermiş!

Birde, biz adamın ne durumda olduğunu yürüyüşünden, attığı adımdan biliriz diye de övünürlermiş.

Ummadığın taş baş yarar derler ya…

Bazı müşteriler, bazen esaslı hayat dersi verirler, insanlara bakar bakmaz bildiğinden emin olanlar pişman olurlar, bu arifane cevaplardan ve yaşadıklarından dolayı kendilerine pay çıkardıklarını söyleseler de, üç gün sonra, yine aynı tarz davranışlarda bulunmaya devam ederlermiş.

Bu şehirde odun pazarında, odunculuk yapan, üstü başı berbat vaziyette bir oduncu varmış.  Hani kir pas içinde kalmış günlerce su yüzü görmemiş derler ya, yakasından kirler akan, saç sakalı birbirine karışmış bir haldeymiş.

Arkadaşları yazık sana demişler. Para kazanacağım diye kendini unuttun, dünyadan vazgeçtin.

Gel demişler şehirde iyi bir berber arkadaş var.

İyi bir saç-sakal tıraşı ol!

Kendine bir çeki düzen ver.

İnsan bir aynaya bakar!

Oduncu arkadaşları gidince hemen bir ayna bulmuş.

Kendine bir bakmış.

Dostlarım yemin olsun yerden göğe kadar haklı demiş, bende fazla abartmışım.

Şehrin çarşısında, arkadaşlarının tarif ettiği berber dükkanından içeri girmiş.

Berber, gelen müşteriyi tepeden tırnağa bir süzmüş.

Eyvah demiş, nasıl bir müşteri bu.  

Mahvedecek benim berber koltuğunu.

Şu pisliğe bak hele…

Sabah sabah nerden geldi bu herif buraya…

Yolunu mu şaşırdı?

Kim tavsiye etti beni? Etmez-komaz olaydı. Şuna bak şuna! Müşteri demeye bin şahit lazım!

Oduncu koltuğa oturmuş. İyice bir yerleşmiş.

Berber aheste bir şekilde, eline makası ve tarağı almış.

Ardından demiş ki,

Ne iş yaparsın arkadaş?

Belli değil mi?

Oduncusun galiba?

Neyse ne, sen saçımı kes hele demiş Oduncu…

Sakalı sonra sana tarif edeyim.

Berber, bir şey diyecekmiş, yutkunmuş cevap verememiş.

Oduncunun saçlarını keserken içinden kendi kendine konuşmaya başlamış.

Lanet olsun senin gibi müşteriye demiş. Berbat ettin koltuğumu..

Paranı pulunu da istemem demiş, bir an önce tıraş bitsin, defolup gitsin!

Oduncunun saçlarını kesmiş, sakal tıraşını da yapmış

Bu arada her ikisi de neredeyse birkaç kelimenin dışında hiç konuşmamışlar.

Tıraş bitmiş.

Oduncu, ustam demiş Allah razı olsun, çok emek çektin, borcum ne?

Yarım akça versen yeter demiş, berber.

Oduncu, sen şimdi demiş siftah da etmemişsindir.

Siftahı benden, bereketi Allah’tan olsun inşallah diyerek cebinden beş akça çıkarmış berberin tezgahına bırakmış.

Berber bir anda on tıraş parasını birden görünce gözlerine inanamamış.

Müşteriyi kapılara kadar uğurlamış.

Mahcubiyetinden de, ne yapacağını şaşırmış.

Yine bekleriz demeyi de ihmal etmemiş!

Sonra da, kendi kendine mırıldanmaya başlamış.

Yazıklar olsun sana demiş, rahmetli ustam, evladım sen sen ol gelen müşterinin görünüşüne aldırma, aldanma, müşteri velinimettir. Müşteri ayırma, adam seçme demedi mi, sen ne yaptın?

Berber, birkaç gün gözleri yollarda beklemiş

Acaba başka berberlere mi gitti diye hem aklı hem içi karışmış!

Aradan bir hafta kadar geçmiş, dükkana oldukça iyi giyimli bir adam girmiş.

Selam verdikten sonra, berber koltuğuna oturmuş.

Berber kusura bakma beyim demiş, sizi tanıyamadım.

Kimsiniz, kimlerdensiniz?

Adam yapma ustam demiş, bu yüze iyice bir bak!

Bir hafta önce tıraş ettiğin oduncuyu tanıyamadın mı demiş.

Berber, bir daha dikkatlice bakmış ki, oduncunun ta kendisi….

Vay beyim demiş, dur hele…

Önce sana şöyle okkalı bir sabah kahvesi yaptırayım. Kahve içmeden olmaz!

Hemen kahve söylemek için, fırlamış dışarı.

Bir yandan da, geldi bizim beş akça diyormuş. Alırım beş akçayı, kapatırım dükkanı, bugün hiç iş yapmasam da olur.

Kahveler gelmiş, karşılıklı içilmiş.

Berber sanatının bütün inceliklerini göstermiş, özene-bezene tıraş etmiş oduncuyu.

Oduncu berber koltuğundan kalkmış. Sağ ol demiş, gerçekten seni methettikleri kadar varmışsın.

Cebinden yarım akça çıkarmış, berberin şaşkın bakışları arasında avucuna koymuş.

Ve demiş ki;

Şaşırmak yok, bu para bir önceki tıraşın.

O para ise, bugünkü tıraşın parası!

Haydi hayırlı işler demiş, çıkmış gitmiş dükkandan.

Şehir şehire, berber berbere, oduncu oduncuya, ahali ahaliye benzer.

Nihayetinde bir kıssadır anlattığımız, belki bildiğiniz, belki duyduğunuz, belki de birkaç kez dinlediğiniz. Her kıssa, bir hisseye nişane olsun diye anlatılagelmiştir.

İsteriz ki, ne alınan, ne kırılan ne gönül koyan olsun.

Sürçü lisan eylediysek affola…

İnşallah bir başka sefere daha güzel bir hikaye anlatırız…

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.