BEYAZ PERDENİN HAYATIMIZDAKİ YERİ

Halil Özkan

Sinema, uçsuz bucaksız bir dünya. Sanatın birbirinden farklı dallarını geniş bir yelpazede buluşturan bir sonsuzluk. Bazen, hissettiklerimizin bire bir yansıması, bazen hayal gücümüzün vücut bulmuş hali.

Bütün bunlarla beraber tutkuyla bağlanabildiğimiz bir derinlik. Derinlik diyorum, çünkü sinema; anlattığı hikâyelerle hayatın karmaşasını her yönüyle en iyi şekilde aktarabilen belki de tek sanat dalı. Her insanın hayatında mutlaka bir yerde kendini konumlandıran bir çeşitlilik.

Bu çeşitliliği ise filmler aracılıyla bize aktaran sinema, dünyaya farklı bir açıdan bakmamızı sağlayarak bizde bir farkındalık oluşturur. Bunu yaparken de ya bizi gerçek dünyadan koparıp bambaşka bir evrene götürür ya da hayatın gerçeğini yüzümüze tokat gibi çarpar. Gerçek ve hayal dediğimiz şeyi görselliğe dökerek hayata farklı bir açıdan bakmamızı sağladığı gibi aynı zamanda duygularımızı ve düşüncelerimizi de kendi iç benliğimizde yorumlayarak içimizdeki “ben”i arama yolculuğudur.

İlk sinema filmini izlediğimiz andan itibaren başlayan bu yolculuk sinemanın o büyülü dünyasını keşfetmemizle beraber devam eder. İzlediğimiz her filmde farklı modlar içerisine girerek kendimize ve hayatımıza dair birtakım tespitlerde bulunur, filmin vermek istediği genel mesajı da kendi yağımızda kavurarak sorduğumuz sorulara yanıt aramaya çalışırız.

İşte bu noktada, herkeste farklı bir algı yaratarak öznelliği benimseyen sinemanın hepimize göre farklı anlamlar barındırdığını fark ederiz. Kimimize göre sinema hayal gücünü aktararak gerçek hayattan kaçış yolu; kimimize göre de duyguları harekete geçirerek zorlukların üstesinden nasıl geleceğimizi öğrenmemize yardımcı olan bir araç.

Her insanda farklı bir izlenim farklı bir yorumlama şekli. Ve içten içe bu evrene dahil olan herkese kendisini sevdiren bir sanat dalı. Sevdirdiği gibi kendisine bağlayan hatta biraz daha düşkün olmakla beraber “sinefil” olma durumu ortaya çıkartan bir bütün.