Bu Kez Zor

Turgay Bilge

Geçtiğimiz 45 günde sadece İstanbul Adliyesi’nde 115 savcı ve hakimin görev yeri değişti, bunların bir çoğu bakmakta oldukları işlerden el çektirildiler. Yaklaşık 6 bin Emniyet mensubu farklı yer ve görevlere atandı.

Türk Lirası aynı dönemde yaklaşık yüzde 30 değer yitirdi. Merkez Bankası’nın müdahalesiyle haftalık repo faiz oranı yüzde 122 artışla 10’a çıktı. Resmi açıklaması yapılmamış bir devalüasyon denir buna...

Gelişmiş demokrasi ve serbest piyasa ekonomilerinde insanlar temel hak ve özgürlüklerini zaten elde etmişlerdir. Onlar gelinen gelişmişlik düzeyinde bunlara ek olarak ekonomik ve hukuksal güvence altında yaşamak ister ve bunu hak ederler. Bir ülkede 45 gün içinde alım gücünüz yüzde 30 azalıyorsa ve yargıya güven artık sizin için “laf”tan başka bir şey ifade etmez olmuşsa ciddi bir sorun var demektir. Hükümet bunlara dikkat çeken iş dünyası temsilcilerine “vatan haini” diyerek ve ortada bir “darbe” olduğunu ifade ederek kendini savunuyor.

12 Eylül 1980 Darbesi’nde 4.891 kamu görevlisi işinden olmuştu, 47 hakimin işine son verilmişti. Gerçi 1980 darbesinden sonra yıllık ortalama enflasyon oranı yüzde 133’ten 101’e gerilemişti. Bence de bir darbe var... Hem de bugünkü “darbe”nin etkileri daha yıkıcı olmuş!

 

Son 12 yıldır siyasetin, ekonominin ve devlet aygıtının mutlak gücü ve idarecisi olan Hükümet’in bu darbenin sebebi mi mağduru mu olduğu tartışılabilir. Bana göre her ikisi de söz konusu...

Sebebidir; çünkü bugün tamamen alaşağı ederek düzeltmeye çalıştığı emniyet ve yargı yapılanmasını bizzat başımızdaki Hükümet kurmuştur. Hatta bunun için toplumun geniş desteğiyle bir Anayasa değişikliği yetkisini bile kullanmıştır.

Peki, 17 Aralık Yolsuzluk Operasyonu başlatılana kadar emniyet ve yargının mevcut düzenine itirazı olmayan siyasal iktidar, bu ülkenin siyasetçisini, gazetecisini, aydınını, akademisyenini, askerini, avukatını ve tüm vatandaşlarını bugün ağza alınmayacak ifadelerle tanımladığı bu “paralel yapı”ya emanet etmemiş miydi?

Mağduru olması da büyük olasılıktır; çünkü bu ülkede gerçekleşen resmi gayriresmi her devalüasyonun siyasal bir karşılığı vardır. Devletin ana kurum ve kuruluşlarındaki istikrarsızlık ve güvensizlik ekonomik krize eşlik ettiğinde siyasal iktidarların olumsuz etkilenmesi her zaman kaçınılmaz oldu... Örnek mi? 1946, 1958, 1970, 1994 ve 2001... Bunların hepsi ya askeri darbe ya da köklü siyasal değişimlere yol açtı.

Başbakan, bunun farkında olduğu için her seçim öncesi toplum nezdinde oluşturup köpürttüğü ve sonunda da siyasal ranta tahvil ettiği bir mağduriyet algısını yine yaratmak için yoğun çaba harcıyor; “Vatan hainleri” diyor, “darbe” diyor, “dış güçler” diyor, “faiz lobisi” diyor.

Ama başarılı değil bu kez, bir araştırma merkezinin yaptığı “Ocak 2014/Türkiye’nin Nabzı Araştırması”nda soru ve cevaplar şöyle:

Yolsuzluk ve rüşvetin son bir yılda arttığını düşünüyor musunuz?

- Yüzde 63.9: Evet, düşünüyorum

17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarında bazı bakan ve yakınlarının yolsuzluğa karıştıkları iddialarının doğru olduğunu düşünüyor musunuz?

- Yüzde 70.1: Evet, düşünüyorum.

Sizce 17 Aralık’ta yolsuzluk operasyonlarıyla başlayan olay hangisine uygundur?

- Yüzde 54.6: 17 Aralık’ta başlayan operasyon, bir yolsuzluk ve rüşvet
soruşturmasıdır.

Hükümetin yolsuzluk iddialarının üzerini kapatmaya çalıştığını düşünüyor musunuz?

- Yüzde 59.7: Evet, düşünüyorum.

Hükümet yolsuzluğa göz yumarsa onu desteklemeye devam eder misiniz?

- Yüzde 90.9: Hayır, etmem.

 

Bahsettiğim olası mağduriyet özellikle son iki soru ve cevaplarında da gizli.

Başbakan’ın işi bu kez zor...