Buluntu üzerine ve birkaç hatıra…

İsmail Detseli

İnsanların birbirini çıkarı için boğazladığı, parasını cüzdanını alabilmek için insanın canına kast edildiği bir zamandayız. Cep telefonu gasp etmek için bir genç acımadan öldürülebilir, yolda yürüyen kadının çantasını çalmak için kadını yerlerde sürükleyebilirler. Böyle insanlar vardır. Bunlara insan diyebilirseniz tabi…

Bulduğu kıymetli bir eşyayı ya da altını, yüklü parayı, kıymetli malı sahibini bulup teslim edebilmek ondan bir “Allah razı olsun” duyabilmek için yana döne “mal sahibi” arayan insanlar da vardır, ki bunlar gerçekten insandır. 

Okuma yazması olmayan hanıma, acil bir durumda başkasının yardımı ile de olsa bizlere ulaşabilmesi için bir cep telefonun almıştık. Tabi yaşının gereği böyle bir alete alışık olmayınca bir yerde cebinden düşürmüş ve bunun kaybolduğunun farkına bile varmamış. İki gün önce bir akşamüzeri telefonum çaldı. Karşıdan gelen ses “Kiminle görüşüyorum?” dedi. Ben de “Kimi aradınız?” deyince “Vallahi kardeş, ben de bilmiyorum kimi aradığımı. Ben Lalebahçe karakolunun arkasında falanca marketin sahibiyim. İsmim Adem. Bugün müşterilerimden olan bir genç geldi. Ağabey filan yerde bir telefon buldum eve getirip anneme telefon bulduğumu söyledim. Annem telaşla, ‘Aman yavrum durma acele bunu marketçi Adem Ağabey’ine götür, teslim et ondan belki soran olur sahibi mutlaka arıyordur bu telefonunu o sahibini bulup versin’ dedi deyip bana bıraktı. Ben de telefonu açtım ilk baştaki ‘beyim’ diye kayıtlı kişiyi aradım. Karşıma siz çıktınız” dedi sonra “Bu eşinizin telefonu mu, telefonun markası nedir biliyor musunuz?” gibi sorular sordu. “Evet, telefonun markası Samsung olacak” dedim. “Tamam, kardeşim telefonun size ait olduğu belli oldu gelip buradan alabilirsiniz” dedi. Eşime telefonu teslim ederken, gerektiğinde ulaşabileceği yakınlarımızı resimlerle isimlerle kaydetmiş idik, isabetli olmuş demek ki.

Ertesi gün Adem Bey’in marketine vardık. Kendimizi tanıttık ve telefonu hemen takdim etti. Birkaç kuruş ödül vermek istedim, ama asla kabul etmedi. “Allah razı olsun” deyip teşekkür ettik. Adem Bey, “Abi Allah razı olsun dediniz mi, bize yeter ve bu söz ile bizi çok memnun edersiniz. Çünkü bu cümlenin değeri maddiyatla parayla pulla ölçülmez” deyince, “Demek ki insanlık bilhassa Konya kırsal mahallelerinde henüz ölmemiş. Ne mutlu şehrimizin böyle insanlarına”  diye cevap verdim. Böyle gençlerimiz böyle duyarlı ailelerimiz ve esnaflarımız olduğu müddetçe, sırtımız asla yere gelmez. 

Bizim küçüklüğümüzde de gerek tarlada bahçede gerek yolda yolakta bir mal bulduk mu onu elimizde görür görmez hemen soru yağmuruna tutardı anamız atamız: “Guzum bu bize ait değil, nereden buldun nereden aldın? Aman Allahım! Bir yerlerden mi çaldın yoksa? Maazallah çok günah guzum, hemen sahibini bulalım, soruşturalım ya da muhtar emmiye götürüp teslim edelim. Adımız kötüye, hırsıza çıkar sonra. Aman yavrum buluntu mal ne kadar güzel ne kadar gıymatlı olursa olsun, sahibini bulup vermek lazım. Sonra Allah onun kat kat ceremesini bizden çıkarır dünyada ahirette de yatacak duracak yerimiz olmaz” diyerek doğruluğu dürüstlüğü kalbimize aşılarlardı.

Burada geçmişte yaşadığım buluntu eşya ile ilgili bir anımı anlatayım. Yaşım 7-8 filan. Sanırım hayvan otlatmaya gitmiştim. Köyün yakınlarında bir mevki, orada toprakla oynarken bir zincirin ucunda birkaç anahtar ve ne olduğunu bilemediğim bir alet vardı. Bıçak sandım onu, ama keskin yeri de yoktu. Sanırım oraya düşürüleli bir hayli olmuş olmalı ki zincir ve anahtarlar küflenmişti. Onu sevinçle cebime koydum. Akşam eve gelince rahmetli anacığıma gösterip sevincimi belirtince, anacığım bir hayli sinirlendi ve “Bu bulduğun mataha sevineceğine bunun sahibi kim acaba diye düşünsen daha iyi edersin Ismaylım. Bu tür şeyler bize yakışmaz. Bak şu zincirde bağlı şey sanırım tırnak (sındısı) makası ama ya anahtarlar kim bilir sahibi bunu ne kadar aradı” dedi. O zincirli buluntuyu elimden alıp başörtüsünün ucuna bağladı. Merak ettim “Anacığım o tırnak makası ne işe yarar?” diye sordum. “Şehirde adamlar bununla tırnaklarını keserler guzum” diye cevap verdi. Oysa bizim tırnaklarımızı anam ya bıçakla ya da sındı dediğimiz kumaş kesen makasla keserdi. “Anacığım o tırnak makası ile tırnaklarımı bir kesiver bakalım iyi mi” dedim. O kadar uğraştık o makasla, tırnağın nasıl kesildiğini bilemedik. Ve anacığım bana dönüp “Başlarım senin parmağına da tırnağına da garın almadık aş ya karın ağrıtır ya da baş, götürüp muhtara verelim” dedi ve birlikte gidip muhtara bulduğumuz yeri söyleyip zinciri ve takılı anahtarları teslim ettik. Anam rahmetli rahat bir nefes aldı. Ama benim aklım tırnak makasında kalmıştı bir yıl sonra Muhtar Mehmet emmi beni yanına çağırıp “Senin tırnak makasının sahibi bulundu. Köylülerimizden gurbette olan Garavukçu’nun Apalak köye gezmeye gelmiş. Abdullah İpekçi Ağabey halen sağ Allah sağlıklı ömür versin. Senin zinciri bulduğun yerdeki tarlalarında düşürmüş bağlı şeyler de bavulunun anahtarları imiş, ama artık işine yaramaz olmuş anahtarlar. Senin bulup bize bıraktığını söyledik çok sevindi. Bu tırnak makası İsmail’in olsun deyip geri verdi. Bu davranışın için bir lira da bahşiş bıraktı” diyordu. Onları alıp geldim anacığım muhtara sormadan bana yine de inanmamış işi sağlama almıştı. Sağlıcakla ve dürüstçe kalınız…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.