ÇELEBİ HÜSAMEDDİN

Hasan Durucan

Çelebi Hüsameddin vaktiyle Konya’ya göçmüş soylu bir ailedendir ve 1225 yılında Konya’da dünyaya gelmiştir. Mevlânâ Celâleddîn Muhammed Rûmî hazretlerinin en önde gelen talebesi olup onun halîfesi; vekîlidir. Mevlânâ Celâleddîn-i Rumi’ye son hastalığında “Yerinize kimi halîfe, vekîl bırakıyorsunuz?” diye sorduklarında; “Çelebi Hüsâmeddîn’i bırakıyorum.” buyurmuştur. Bu suâli üç defâ sorunca her defâsında aynı cevâbı vermiştir. İsmi Hasan Bin Muhammed olup Çelebi lakabını da kendisine Mevlana vermiştir. Çelebi Hüsâmeddîn’in babası, devlet erkânından zengin bir kimseydi. Küçüklüğünde, zamânın büyük velîlerinden Mevlânâ’yı çok sevdiğinden babasına ricâda bulunup onu sık sık eve dâvet ettirirdi. Ziyâfet esnâsında Mevlânâ’ya hizmet eder, hürmette kusûr etmemeye çalışırdı. Babası küçük yaşta vefât edince bütün mal mülk Çelebi Hüsâmeddîn’e kaldı. O, bu kadar servetin hiçbirine îtibâr etmeyip Mevlânâ’nın huzûruna geldi. Talebeliğe kabûl buyurması için yalvardı. Kabûl edilince canla başla hizmete başladı. Kısa zamanda babasından kalan mallar harcanıp hiçbir şey kalmayınca babasının ticâret işlerine bakan hizmetçisi; “Makamlar, mallar kazanmayı terk edip, fakirlik yolunu tercih ettiniz. Ne kadar erzak, mal, mülk var ise hepsi elden çıktı.” deyince Çelebi Hüsâmeddîn Cenâb-ı Hakk’a hamd ve şükürler ederek; “Hocam Hazret-i Mevlânâ’nın hürmetine sizi hânemden âzâd ettim.” dedi ve bütün dünyevî isteklerini bir kenara itip Mevlânâ’nın dergâhında hizmetini çoğalttı. Mevlânâ, dergâhın gelirlerini ve giderlerini tesbit etmek, talebelerin yiyecek, giyecek ve yakacaklarını temin etmek, dergâha ait malları korumak gibi mühim bir vazîfeyi ona verdi. O da bu vazîfesine çok büyük bir îtinâ ile dikkat etti. Çıkan mahsûllerin bir tânesini bile telef etmeyerek yerinde sarf etti. Herkese güler yüzle ve adâletle davrandığı için kısa zamanda bütün talebelerin sevgisine, hocasının iltifâtlarına mazhâr oldu. Mevlânâ Celâleddîn, Çelebi Hüsâmeddîn’e husûsî muâmele eder, onu daha iyi yetiştirmek için gayret gösterirdi. Ona olan teveccühleri, Selâhaddîn Konevî’den sonra gelirdi. Selâhaddîn Konevî Mevlânâ’dan önce vefât edince, Çelebi Hüsâmeddîn en önde gelen talebesi oldu. Çelebi Hüsâmeddîn, Mevlânâ Hazretleri derse gelmediği zamanlar talebelere ders verir, onları irşâd eder, doğru yolu gösterir ve yetiştirirdi. Bâzıları; “Bu sonradan gelip Arabîyi dahî bilmeyen kimseye nasıl böyle bir vazîfe verilir?” diye dedikodu yaptılar. Bir gece Çelebi Hüsâmeddîn rüyâsında Resûlullah efendimizi gördü. Sevgili Peygamberimiz; “İlim deryâsında bir damla nasîbin olsun, bunu muhâfaza eyle de sana düşman olanların sözleri kesilsin.” buyurarak mübârek ağzının suyundan bir miktâr Çelebi Hüsâmeddîn’in ağzına sürdüler. O andan îtibâren Arabî lisânıyla konuşmaya başladı. O günden sonra hiç kimse böyle sözler söylemeye cesaret edemedi. Hüsâmeddin Çelebi’nin Mesnevi’de de katkısı çok büyüktür. Fakat Çelebi’ye Mevlana tarafından irticalen yazdı­rılan Mesnevi’de muhteva ve şekil açı­sından sistematik bir yöntem takip edilmemiştir. Hüsâmeddin Çelebi, Mevlânâ’nın Mesnevi’yi yazdırırken hiçbir kitaba müracaat etme­diğini, eline kalem almadığını; medresede, Ilgın kaplıcalarında, Konya hamamında, Meram’da aklına ne geldiyse söylediğini ve kendisinin de bunları hemen zaptettiği­ni, hatta yazmaya yetişemediğini arz etmiştir. Bazan geceli gündüzlü birkaç gün hiç durmadan söylediğini, bazan aylarca sustuğunu belirtir. Bu durum, ilâhî hakikat­lere dair mânaların insân-ı kâmilin ayna mesabesinde olan kalbine daimî bir su­rette tecelli edip bazı anlarda dilden taş­masına (feyiz) işaret eder. 1259-1261 yılları arasında yazılmaya başlanan Mesnevi 1264-1268 yılları arasında sona erdiği tahmin ediliyor. Mesnevi’nin her cildi tamamlandığın­da Mevlânâ’ya okunmuş (mukabele), Mevlânâ düzeltilecek yerleri bizzat Hüsâmeddin Çelebi’ye yazdırmış, yaptığı hizmetten dolayı ciltlerin muhtelif yerlerinde onu ”Hak ziyası, sâmî-nâme, ruh cilâsı, nazlı ve nazenin varlık gibi lakaplarla anmış ve eseri kendisine ithaf et­miştir. Mevlana Çelebi Hüsameddin’in bulunduğu mecliste rahat bulur, huzur duyar, çoşup ma’nalar saçar; hakikat ilminden bahisler açardı. Çelebi Hüsameddin onbeş sene Mevlana’nın şerefli sohbetlerinde bulundu ve Mevlana’dan sonra da dokuz sene irşad makamında yani Mevlana’nın postunda oturmuştur. Rivayete göre bir kış ve bahar mevsiminde pek az yağmur yağmıştı. Bu sebeple ekinler bitmemiş, her tarafta kuraklık baş göstermişti. Konya’da halk defâlarca yağmur duâsına çıktıkları hâlde bir damla yağmur düşmemişti. Çâresiz kaldıkları bir gün hatırlarına evliyânın büyüklerinden Çelebi Hüsâmeddîn geldi. Bir heyet hâlinde huzûruna geldiler, durumu anlattılar. Çelebi Hüsâmeddîn tebessüm buyurarak ricâlarını kabûl etti. Onlarla birlikte Mevlânâ Hazretlerinin türbesine geldi. Mevlânâ’yı vesîle ederek göz yaşları içinde Allahü teâlâya uzun uzun duâlar etti. Daha duâ bitmeden gökyüzünde bulutlar birikmeye ve yağmur yağmaya başladı. Yirmi gün hiç durmadan devâm etti. Toprak suya kandı. Herkes evlerinin yıkılıp bir zarar geleceğinden korkarak tekrar Çelebi Hüsâmeddîn’e başvurdular. Yine onları kırmadı ve; “Üzülmeyin. Bu yağmuru başka ihtiyâcı olan yerlere yağdırması için Rabb’imize niyâz eder yalvarırız.” demesiyle yağmur dindi ve bulutlar dağıldı. O sene çok bereketli oldu, pek fazla mahsûl elde edildi. Böylece halkın gönlünde Çelebi Hüsâmeddîn’in sevgisi daha da arttı. Mevlânâ Hazretlerinin türbesinin aleminin yerine konulduğunu 1284 (H. 683) senesi Kasım ayının üçüne rastlayan Cumâ günü kendisine haber verdiler. Hüsâmeddîn Çelebi buna çok sevindi ve; “Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resûlühü” diyerek rûhunu teslîm etti. Hocasının türbesinin içine defnedildi. Allah rahmet eylesin. Vesselam

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.