Dokunuş

Ali Ularasba

          Mutsuzluğun bilince içinde sürükleniş, yaralarımızı büyütüyor. Burun kıvırmanın zırhı bizi korumuyor. Tam aksine insanüstü bir kayıtsızlıkla her şeyi alevden diliyle yalayan ve yaladığı her yeri eriten varlığıyla bizi sarıyor. Ne hastanelerde, ne de eczanelerde bu yok-oluşu durduracak bir ecza yok. Berrak bir kıyı şeridi gibi gözlerimizin önünde serili olan, alabildiğine sonsuzmuş gibi görünen, vakur ve kararlı umutsuzluğun panzehiri nedir, nerededir?

          Bilinçsizce kötülüğün itibarını koruma çabasına karşı iyilik mahcubiyeti ve sadeliği, Cehennem ateşine karşı bile en korunaklı alan. İyiliğin tek eylemi ise içten bir dokunuştur. Pasif iyiden, aktif iyiye geçişin yolu sadece dokunuştur.

Zama’nın cümlesi içinde önemli olan bir virgül veya bir nokta olmaktan çok, iz bırakan basit bir sözcük olmak bize kendimizi iyi hissettirecek. Acımız da kaderimiz gibi sebepsiz değil belki ama en sebepsiz olması gereken şey, bir odun parçasıyla bile temasa geçebilme yeteneğimizi geliştirmekte yatıyor.

Hayatın bütün mezbahalarında ölü hisler satılırken, ümitsizliğin panzehirini bu mezbahaların çöplüğünde aramak ne abes. Boşluğa ve hiçliğe övgü boşluğun ve hiçliğin yaşam alanını genişletirken, Cehennemin itibarını yüceltiyor. İnsanın dışında hemen her şey mutlu... İnsan düşünen mutsuz... Burukluktan, burukluk mucizesi çıkıyor. Belirsizliğin kuşatması altında, her şeyi yok etmesini istediğimiz bir hava saldırısı uyarısı bekliyoruz. Herkesi suçlamak kendimizi temize çıkarmayacak.  

İnsan ve dünya bir dokunuş bekliyor. İçten bir dokunuş... Bir yağmur damlasının bir gül yaprağı üzerine düşüşündeki gibi bir dokunuş. Çok olanla yaşama cimriliği, kendi fukara bilincimizin kutsanmasından öte bir şey değil. En azı paylaşmanın cömertliğidir bizi zengin yapan. Üstelik bu cömertlik bir yarım ekmeği paylaşma cesaretinden öte bir dokunuşu paylaşmadır… Her dokunuş, tıpkı bir yağmur damlasının bir gül yaprağı üzerine düşüşünde, çürümeye karşı rahmet merhemidir… İnsan, sadece kalın bağırsağından ibaret değil. Bütün şikâyetlerin panzehiri ruhlara dokunmak ve ruhumuza dokunulmasına izin vermekte yatıyor. En son ne zaman bir ruha dokunduk? En son ne zaman vicdanımızı rahatlatacak bir temas kurduk? En son ne zaman bir dokunuşa ihtiyaç hissettik? 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.