Dünya üç gün. dün bugün yarın!

Erol Sunat

Hz. Mevlânâ, dün dünle birlikte gitti cancağızım, bugün başka şeyler söylemek lazım, dese de, başka şeyler, yeni şeyler, dünle alakalı olmayan sözler söylemeye niyetli değiliz!

Düne bağlı kalmak, dünle yaşamak hoşumuza gidiyor diyenler az değil!

Düne dair cümlelerle söze başlamamak ilgi çekmiyor, doğrudan bugünle başlamak, bazılarımızı bunaltıyor.

Dünya üç gün. Dün, bugün, yarın dense de. Dün bugününde, yarınında önünde!

Yeni şeyler, başka şeyler ötelenmekten yorulsa da, biz bu öteleme işini de seviyoruz! İşte onun içindir ki, dünden bugüne gelmemek için, lafı öyle bir dolaştırıyoruz ki…

Lafın başı dönüyor!

O lafa muhatap olanında, dinleyeninde, lafın nereye varacağını kestiremeyeninde…

Eski Başkent kültüründen kalma ima yollu anlatımlarımız, iğneleyici cümlelerimiz, laflara nafile turlar attırmamız, bir çuval laf içinde incir çekirdeğini dolduracak bir tane hoş, olumlu ve güzel laf söylememeye dikkat eden anlatımımız bir hayli şaşırtıcı!

Düne takılmak gibi bir zaafımız, bugüne gelemeyen, yarını hayal edemeyen dünlerimiz var!

Bu zaaf canımız istemediğinden, işimize öyle geldiğinden, ya da gelmediğinden kaynaklanıyor!

Bugünü konuşmak istemiyoruz!

Sanıyoruz ki, bugüne gelirsek, bugünü konuşursak, elimizde, avucumuzda bir şey kalmayacak!

Değişik bir korku bizimkisi…

Biraz ürperti! Biraz çelişki…Biraz abartı!

Biraz acaba diye başlayan cevabı bizde olsa da değilmiş gibi davrandığımız sorular!

Biraz tabu!

Biraz düne takılı kalmak!

Biraz geçmiş yani mazi tutkusu!

*****

Aslında bizim sıkıntımız ne o, ne bu, ne şu, ne öteki, ne beriki, bal gibi de takıntı!

Üstelik boğazımıza kadar saplanmış kalmışız takıntıya ve takıntılara…

İtiraf edememe gibi bir ruh hali içerisindeyiz!

Bu takıntının içinde ne yok ki!

Bizi düne bağlayan, bırakmayan, bam telimizden yakalayan, sürekli gündemde ve diri tutan ne varsa o takıntının içinde…

O takıntıdan kurtulduğumuzda, yolumuzu şaşıracağımız korkusuna kapılıyoruz!

Hatta yürürken ayaklarımız dolaşabilir diye düşünenler var!

Salkım saçak bir yığın teferruat!

Mezara kadar yanı başımızdan ayrılmıyor!

Bu dünyadan ayrılırken pişmanım diyene dahi itimadımız yok!

Dün öyle bir teslim almış ki bazılarımızı, bugüne gelebilmek için sayısız kapılardan geçmek zorunda kalmışçasına bir ümitsizlik sarmış yüreğimizi!

Bugüne gelinceye kadar da, iş işten geçiyor, zaman tükeniyor, yol bitiyor!

Dünde ne mi var?

Hiç bitmeyen, hiç dinmeyen, hiç eksilmeyen, devamlı canlı ve diri tutulmaya çalışılan her şey!

Kinler, nefretler, kıskançlıklar, söylenemeyen sözler, alınamayan ahlar, bir çuval dolusu baş ağrısı, bir depo dolusu karın ağrısı…

Nerede mi iyiliğin, hoş görünün kırıntısı?

Çünkü, hoş görü, iyilik, affetmek bugünün işleri!

*****

Muhatabınız istediği kadar yemin etsin, tövbe etsin, özür dilesin, pişman oldum desin geçmiyor, hafiflemiyor, takıntı haline gelen meseleler!

Son nefesini vermek üzere olanların hakkını bana helal etsin çırpınışları da karşılık bulmuyor!

Dün bazen, son nefesini vermek üzere olanın o son anında insafa ve merhamete geliyor!

O son ana kadar yakmadığı, yıkmadığı gönül yok!

Bir çoğumuzun hatırlamak istemediği dün, bazılarımızın yapışmış yakasına bir türlü bırakmıyor!

Dünle yaşayanların yaşadığı aslında tipik bir affetmeme, affedememe sendromu!

Haşa Allah affeder ben affetmem yaklaşımı!

Kalplerin taşlaştığı, bir türlü Hz. Mevlânâ’nın, “Yarabbi kalplerimizi mum gibi yumuşat” yakarışına yaklaşamadığı o dünler, en talihsiz dünler olarak bilinir!

Eteklere toplanıp-toplanıp dökülemeyen taşlara gerek var mıydı?

Ya o bir türlü kapanmayan, ilk fırsatta açılan o eski defterlere!

Dünü sürekli körükleyen, eşeleyen, deşeleyen yakınlar, akrabalar hiç mi Allah’tan korkunuz yok!

Bırakında insanlar bugüne gelebilsinler, barışla, barışmakla tanışsınlar!

Yarın sizi kim affedecek?

Bu vebali nasıl ödeyeceksiniz?

Malum öbür tarafta para pul geçmiyor!

*****

Hz. Mevlânâ’nın dediğini yapacağız yapmasına da…Dünü anmadan, düne dokunmadan, düne selam göndermeden güne başlama şansımız yok! Dün diye başlamazsak, dinleyenimiz, ilgi ve alaka gösterenimiz olmayacak gibi bir düşünceye sahibiz!

Çantalarımız bile öncelikli olarak düne ait dokümanlarla dolu…

Düne bakmadan insanlar hakkında bir değerlendirme yapamıyoruz!

Mesela diyoruz ki?

Adamın cemaziyülevvelini düne bakmadan öğrenmek mümkün mü?

Geçmişte ne yapmış, kiminle çalışmış, fikri ne, zikri ne, kime yakın, sizden-bizden konusunun neresinde bütün bunları kim söyleyebilir?

Dün! Düne yani geçmişe bakmazsak olmaz!

Ayak kaydırmaya dün lazım! Gözden düşürmeye de!

Kafalarda soru işareti çaktırmanın en kolay yolu dünle alakalı!

İnsanları en kestirme şekilde neyle vurabilirsiniz? Önlenemez yükselişlerin önüne neyle geçersiniz? Dünle! Bütün yolların düne çıktığı gün gibi aşikâr!

Yolların en acımasızı, en insafsızı ve en zalimi, dünden geçiyor çünkü!

Dünle insanları imtihan edenler, sigaya çekenler kendilerini hiç mi imtihan olmayacak, sınanmalardan geçmeyecek sanıyorlar!

*****

Dün dedikçe, dünde kalmaya, dünle yaşamaya devam ediyoruz! Diyarı Mevlânâ bugüne gelmenin yollarında dün engeliyle karşı karşıya…

Bugün yeni şeyler söyleyelim tabi de!

Söyleyemiyoruz!

Cümlelerimiz dünle karışık! Dünü küstürmemeye özen gösteren ifadeler ve anlamlar taşıyor!

Dünü sevmek güzel, lakin dünle yaşamak, bugünü dünle bağdaştırmaya çalışmak yanlış. Bugüne gelemediğimizden, tökezliyoruz, aksıyoruz, işlerimiz yarım kalıyor, beklentilerimiz sürekli ötelemelerle karşı karşıya…

Dünya üç gün. Dün, bugün, yarın!

En azından bugüne dair hayallerimiz olmasın mı? Bugüne gelmeyelim mi? Yeni bir şeyler söylemeyelim mi?

Hz. Mevlânâ’nın izinden gitmeyelim mi?

Diyarı Mevlânâ bugüne gelmeye hasret, bugünü konuşmaya hasret, bugünü karşılamaya hasret! Tıpkı, suya, havaya ve güneşe hasret kalanlar gibi!

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.