FATİH SULTAN MEHMET HAN’DAN: DEMİR IZGARA

Prof. Dr. Fikret Akınerdem

İlim ehli, bilim insanı, ulema, âlim; bütün bunlar çağdaş ifade ile ilim tahsil eden insanı anlatır. Bu insan ilm tahsil eder ve öğretirse onlara da eski tabirlerle muallim, müderris, üstat (üstad), molla, hoca; çağdaş ifade ile de öğretmen denilmektedir.

Azerbaycan da üst seviyede görev yapan (bakan, müsteşar, genel müdür, vali vs.) şahıslara Azerice tabirle “MEELLİM” denilir. Yani “bey” yerine “meellim” kullanıyorlar. Yani Fikret Meellim gibi.

Günümüzde ülkemde maalesef bilim insanına verilen değer çok yerinde değil. Değersizleştirmede bu kategoride yer alan insanımızın da hataları yok değil. Bulunduğu yeri hazmedememiş, unvanını gereksiz otorite ve baskılarla kullanmış; o anlamlı sıfatını temsilde aciz kalmış, başkalarına vermesi gerekirken “bazı hoca kılıklı soytarılara” aklını ipotek etmiş sözde bilim insanın da hatası yok değil.

Bunun yanında da tevazu sahibi, hassas, duygulu, bilim insanı dendiği zaman utanan, aklını ve taşıdığı sıfatı kimseye ipotek etmemiş, bulunduğu yerde “ben de buradayım” diyemeyen bilim insanı da var.

Öte yandan devlet protokolünde, çoğu zaman bilim insanının yeri pek de saygın değil. Bir ilde bırakın valisini, milletvekilini, belediye başkanını; herhangi bir kurumun il müdürü veya şube müdürü hemen ön safta yerini alır, çoğu zaman konuşmacı olan bilim adamı arkalarda, ya da ayakta kalır.

İlm, tevazuu gerektirir. Kendiliğinden benim yerim burası diyerek ve yırtarak ön saflara geçmeye çekinir ama öteki insanlar da “buyurun efendim” demez.  Çoğu zaman bu tür olaylara müdahale etmişim, bunu kibirden ziyade “saygınlığın” bir tezahürü olarak bilme saygı gereği yapmışımdır. 

Bilime ve insanına değer veren o kadar çok örnekler var ki. Geçenlerde elime geçen bir yazıdan alıntı yaparak Fatih Sultan Han’ın bilme be insanına verdiği örneği siz okuyucularımla paylaşmak istedim.     

Fatih Sultan Mehmed Han, Fatih Camii etrafındaki meşhur medreseleri yaptırınca, giriş kapısının önüne derince bir çukur kazdırıp, üzerine demir ızgara koydurdu.
Ancak devlet erkanı bu işe bir mana verememişti.
Nihayet vezirlerden biri;
- Hünkârım, bu çukurun hikmetini çok merak ediyoruz, diye arz etti.
Cevabında;
- Ben vefat edip de cenazemi kabrime indirdiğinizde, üzerime, mezarımdan çıkan toprağı atmayın! buyurdu.
Sonra o çukuru gösterip;
- Şurada birikecek olan çamurlu toprakları yığın üzerime, dedi.
Çok merak etmişlerdi.
- Hikmeti ne ki sultanım?
- Bu medresede “ilim talebeleri” okuyacak değil mi?
- Evet.
- İşte o ilim ehlinin ayakkabılarından kopup bu çukurda birikecek olan o çamurlar hürmetine, umulur ki Cenâb-ı Hak affeder beni. Belki bu sayede kurtulurum ahirette.

Bakar mısınız şu hale, şu anlayışa. Rabbim böyle insanlara da zaten “cihan sultanı” unvanını nasip ediyor. Bizim de temennimiz saygınlığa layık bilim adamı, yerini bilen idareciler.

Saygı ve muhabbetle.

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (4)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.