GEZ DÜNYAYI, GÖR KONYA’YI (6)

Mustafa Balkan

Şarkiyatçı bir aileden gelen ve bu sebeple Arapça, Farsça ile Türkçeyi gayet güzel öğrenen ve İslâm dünyasının dil, edebiyat, din, siyaset, sosyal yapı ve sanat tarihine dair incelemelerde bulunan ve Menakıbü’l-Arifin’i Fransızcaya çeviren Fransız gezgin Clement Huart, 1897’de Konya’ya yaptığı geziyi  “Paris’te Konia, laville des Derviches tourneurs” adıyla da kitaplaştırmıştır. Tamamen Konya ile ilgili olan kitabın Türkçeye çevirisinin 1942’de Sait Sungur, 1978’de de Nezih Uzel tarafından yapıldığını belirtmeliyiz.  Konya’ya Akşehir, Kadınhanı ve Lâdik üzerinden giren şarkiyatçı seyyah Clement Huart, “…son menzilimiz olan Dokuz’a vardık. Dokuz-hane Derbendi dokuz evden meydana geldiği için bu ismi almıştı, fakat ortada dokuz ev falan yoktu, belki de yıkılıp gitmişlerdi. Derbent düz ova içinde çukur bir yerdeydi. Dokuz-ev yerine bir Ortaçağ kervansarayı göze çarpıyordu, jandarmalar atları ve eşyaları ile bunun içine karmakarışık yerleşmişlerdi, yolun karşı tarafında bir çeşme ve küçük bir çayırlık yer alıyordu. Hanın kapısı üzerine gelenek olduğu şekilde yerleştirilen kitabe bu eserin Gıyaseddin Keyhüsrev zamanı meydana getirildiğini belirtiyordu…”

Huart, II. Kılıçarslan ile Alman Kayzeri Frederik Barbaros arasında Konya kalesi önlerinde cereyan eden haçlı savaşını da anlattığı eserinde, Konya dış ve iç kale duvarlarından eser kalmadığından söz ederek şunları dile getiriyor:  “Alâeddin Camisi’nden hiç sapmadan inen ve dümdüz yürüyen bir kişi kesme taştan yeni yapılış adi bir binaya rastlayacaktır. Burası hükümet konağıdır. Hiçbir özelliği olmadan inşa edilen kışla gibi bir bina. Avrupavari pencereleri, bir orta avlunun etrafındaki kemerleriyle Konya’ya yeni gelen bir yabancı için üzücü bir rastlantıdır. Zira Konya’nın bütün geçmişi bu binanın taşları arasına gömülüdür. Gerçekten hükümet konağı, bugün yerinde yeller esen Konya surlarının taşları ile örülmüştü. Selçuklu devrine ulaşan antik eserleri bütün Grek, Latin ve Arap kitabeleri, yüzlerce yılı aşarak gelmiş ve burada 19. asırda taşçının hain çekici altında yok olmuştu.

 

MERAM BELEDİYESİ’NİN DİKKATİNE…

Meram Belediye Başkanı Fatma Toru hanım, yaptığımız bir sohbette Sadreddin Konevi ve Manzumesi’nin bulunduğu yerin aslına uygun şekilde genişletilerek tekrar ele alacaklarını ve kütüphaneyle birlikte ilavelerin yapılacağını ifade etmişti. Bundan dolayı bu kısmı onların dikkatlerine sunuyorum:

“Konya’nın Ortaçağdan kalma mahalleleri arasında Turgutoğlu Ahmed Bey adına inşa edilmiş bir türbeye rastladık. Sadreddin’in türbesi yanında bulunan küçük camide sükunet ve ferahlık vardı. Büyük küplerin içinde Meram suları saklanmıştı. Bu su, durdukça güzelleşiyordu, üç hafta ve bir ay testide kalmış suları ayrı ayrı içtik, dinlenmiş su gerçekten çok duru ve tertemiz hale gelmişti. Kaynaktan çıktığı zaman ihtiva ettiği kalker dibe çökmüştü. Eskiden mezar taşı olan basit bir mermer üzerinde, İmparator Antoninus şerefine İkonium (Konya) Senatosu’nun şehir halkına Grekçe bir emirname parçası bulduk. Kütüphanenin kataloglarını Selçuklulara ait bir eser bulurum ümidi ile boş yere karıştırdım; dinî ve felsefî kitaplardan başka bir şey yoktu.  Bu serin yeri terk ederek sokağın sıcağına çıktık. Düz ovada sayısız türbe göze çarpıyordu; hepsi de tuğla ile inşa edilmiş, çoğu harabe halindeydi; uzun zamandan beri terkedilmiş oldukları anlaşılıyordu. 13. Yüzyıldan kaldığını fark ettiğimiz Şihabeddin Ömer el-Hüseynî’ye ait bir türbe gördük. Benzeri bütün diğer türbelerin de aynı devirde inşa edilmiş oldukları belli oluyordu…”

 

“KONYA, TAM BİR DERVİŞLER ŞEHRİ”

Alman diplomat ve yazar Rudolf Von Lındau, kardeşi gazeteci-yazar Paul Lındau ile birlikte 1898 yılının Konyası hakkında şu bilgileri veriyor:

“Konya, yani eski adıyla ‘İkonion’, ilk haçlı seferlerinin geçtiği, İmparator Frederik Barbarossa’nın son büyük hükümdarları Sultan Alâeddin’le en güçlü dönemlerini yaşadıkları ve Pers sanatını Küçük Asya’ya getirdikleri başkentleri ve altı yüz yıldır babadan oğula geçerek bugüne kadar gelen ve bütün Mevlevî âleminin en büyük temsilcisi saygın bir Türk din adamı olan Şeyh Çelebi’nin rezidansı olan bir şehirdir. Konya, tarihinde çok önemli olaylara tanıklık etmiş görkemli bir şehirdir aynı zamanda; fakat bugünkü Konya ise tam bir yıkıntı halinde, sanki düşman işgaline uğramış. Ama yine de, kazıbilimciler ve tarihçiler için olduğu kadar biraz hassas gözü olanlar için de hoş güzellikler ve ilginç manzaralar sunuyor. Tuz gölünün ortasındaki yemyeşil bir vaha gibi olan Konya’da bugün, 5.000’i Ermeni, Rum ve Yahudi, geri kalanı dini inancı kuvvetli Müslüman olmak üzere yaklaşık 50.000 kişi yaşıyor. Ben, Konya’dan başka hiçbir Türk şehrinde bu kadar kapalı örtünmüş –bazıları gözlerini dahi kapatmıştı- kadınlar, böyle yüksek arakiyeli dervişler, yeşil ve beyaz sarıklarından hacı veya hoca oldukları anlaşılan bu kadar çok insanı bir arada görmemiştim. Konya, tam bir dervişler şehri.”

 

“KONYA’YI İNSAN ELİ HARAP ETMİŞ…”

On seneden beri Konya’da bulunan Müslüman Suriyeli bir rehber refakatında Konya’yı gezen Alman seyyah, geldiği ekspres treniyle Konya’dan ayrılıyor. Alman Mereşal Helmuth Von Moltke’nin 1839 yılının Konyası’nı anlatırken, “Türk şehirlerinin genel olarak harap bir görünüşleri vardır, fakat hiçbiri Konya kadar harap değildir. Konya’yı zamandan çok insan eli harap etmiş.” diyor.

 

AZİZİM DİYOR Kİ…

Konya’yı “insan eli” harap etmiş, etmesine de ajan ve haris gözlü seyyahlar tarafından davet edilen yabancı arkeologların ellerinin de bu harapta payının olduğu yadsınamaz bir gerçek. 

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.