Hayati Konular

Ziya Uysal

Bilindiği gibi GDO, Genetiği Değiştirilmiş Organizma sözünün baş harfleridir. Sanılanın aksine, genlerinde değişiklik yapılan çeşitlerin hepsi zararlı değildir. Örneğin, hibrit tohumluklar da bu yolla elde ediliyor. Böyle genetik çalışmalara insanlığın ihtiyacı da vardır. Zararlı GDO sayılan az sayıdaki çeşidin yurda girişini Tarım Bakanlığımız zaten engelliyor. 

Asıl üzerinde durulacak konu, zararı kesin olarak bilinen ve her gün yediğimiz bitkisel yiyeceklerdeki TARIM İLACI KALINTILARIDIR! İlaç kalıntısı olan ürünlerimiz dış pazarlardan geri dönüyor ama iç pazardan hiç geri dönmüyor? Bu konuda halkı tam olarak güvenceye alacak, yeterli bir denetim mekanizması da yok ama bu kesinlikle olmalıdır. 

Her konuda olduğu gibi ahlak ve vicdan burada da belirleyicidir. Bunlardan yoksun olanlar, GDO’nun zararlısını üretiyor! Deposundaki yasaklanmış sistemik ilaçları, boşa gitmesin bahanesiyle kullanıyor! Hatta zehirli tohum artıklarını unluk buğdaya karıştırıyor! Dün ilaç attığı sebzeyi, bu gün pazara götürüp satıyor! Ondan sonra da her gün biraz daha artan kanser vakalarına, özürlü doğan çocuklara ve adı duyulmamış, çeşitli hastalıklara üzülüp duruyoruz. Ben yine de “Burası Türkiye” sözünü yazmıyorum. Çünkü o bile burada yetersiz kalıyor. 

17 Haziran tarihli PUSULA’NIN, Karapınar’da oluşan yeni obruklarla ilgili haberini okuyunca 40-50 yıl öncesini sanki tekrar yaşadım. Acaba kaş yaparken göz mü çıkarmışız diye düşünmekten de kendimi alamadım. 1970-1973 Yılları arasında T.C. Ziraat Bankasında, Karapınar’da görevliydim. Doğrudan merkeze bağlı çalışıyordum. Bu üç yıl içinde orada dört yüz civarında derin kuyu açtırdık. Bunlar Karapınar’daki ilk derin kuyu örnekleri sayılabilir. Ankara, yer altı sularımız değerlendirilsin diye bunu teşvik ediyordu. Kuyu açtıran her aile için uzun vadeli bir de plan yapıyorduk. Konya Bölgesindeki teknik elemanlar olarak biz, bu planlara yağmurlama da dahil edilsin, yağmurlama zorunlu tutulsun diyorduk ama o zaman bunu Ankara’ya kabul ettirememiştik. Ankara, yer altında atıl duran sudan bir an önce faydalanılsın istiyordu. O gün için Ankara da haklıydı. Damla sulama henüz bilinmiyordu. Yağmurlama konusunda bizden istenen öneri ve ikna yöntemi etkisiz kalıyordu. Çünkü bütün çabalarımıza rağmen bu konuda, üç yıl içinde ancak bir kişiyi ikna edebilmiştik. Halk, yerin altında hiç bitmeyecek bir deniz var sanıyordu. Şimdi aradan yıllar geçti. Salma sulama (ilkel, vahşi sulama) usulüyle nihayet o deniz bitti.

Birkaç yıl önce Karapınar Belediyesi tarafından organize edilen bir toplantı sonrasında Başkan Mugayitoğlu bize yaylaları, tarlaları gezdiriyordu. Tarlalarda göçükler sonucu oluşan devasa OBRUKLARI gösterdiğinde, yüreğim ağzıma geldi. Yerin altındaki göllerin suyu iyice azalınca, üstteki toprak desteksiz kalmıştı. Böylece yer altında meydana gelen dev boşluklara doğru bazı tarlalar çöküyordu. Konuyu bilen okuyucular hatırlayacaktır, Zümrüt Sitesinin yıkıldığı o faciaya da böyle bir çökmenin sebep olmuş olabileceği düşünülerek, konutların çevresindeki su kuyuları yasaklanmıştı. Bu yasak şimdi de sürüyor.

Bu günün çiftçisi, mavi tünelin suyunu elektrik masrafı olmadan kullanacağız diye sevinirken şimdi o suyun, öncelikle boşalan yer altı suyunun yerini tekrar doldurmak için kullanılacağı konuşuluyor. “Biz doğayı torunlarımızdan ödünç aldık” sözü gerçekten çok doğru. Eskilerin su israfı, şimdi kendi torunlarını susuz bıraktı. İnşallah şimdi akıllanmışızdır, inşallah damla sulama veya yağmurlama artık mecbur tutulur. İnşallah çok sayıda ve her yere yayılmış, yeni obruklar oluşmasını önlemede Mavi Tünel’den ayrılacak su yeterli olur.

Bu durumda dahi vahşi sulamayı yasaklayamazsak yanarız. Bir süre daha, hiç değilse hayati konularda YASAK sözcüğünü kullanmaya devam etmeliyiz.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.