Hazan mevsiminin güzelliğine kelimeler yetmiyor

İsmail Detseli

 

Yaşamın zevkine ermiş ve o güzelliklerden esinlenmiş olanlar için bu cennet vatanımızda çok güzel olan bölgeler yerler ve insanı adeta büyüleyen araziler vardır.

Ülkemiz dedik de her yaratılmışın güzel görünümünü anlatan eski sözlerden biri aklıma geldi. Derlerdi ki “Yılana da yavrusu güzel görünür.” Bunu düşününce her insana ve canlılara da yaşadığı yerler güzeldir. Bunun için dünya coğrafyası üzerinde harika bir doğal yapıyla dizayn edilmiş ülkemizin içinde tabi ki Konya kırsalının ayrı bir yeri var derim. Bilmem belki de yılana yavrusunun güzel göründüğü gibi bana da Konya’nın dağ köyleri yani köyüm Kilistra ve Kumrallı, Kayalı Botsa, Tekke, Evliyatekke, İlyasbabatekke ve civarı köylerin arazisi güzel görünür.

Geçtiğimiz hafta sonunu köyde geçirdim. Sık gidip gelmeme rağmen bu son hazan mevsimindeki o arazi ve dağların görünümü buralara hasret olmanın da verdiği bir hevesle çok güzel ve iç açıcı göründü. Nasıl görünmesin?! Bahçeler arasında ve dere boylarındaki ceviz ağaçları, kayısı, badem, erik, kavak, söğüt ağaçlarının hazan görünümü merhum şairimiz Abdurrahim Karakoç’un

“Döndüm yeşilden sarıya,

Sordum ölüye diriye,

çiçeği verdim arıya,

Ballarda seni aradım”

şiirine nazire edercesine. Eylül, Ekim aylarında azda olsa düşen yağmurlar ile toprak ana yeşermeye başlamış. Buna karşın bizim dağlarımızda birçok çeşidi olan meşe ağaçları yapraklarının yarısı sarı, yarısı inadına yeşil kalmaya çalışıyor. Alıç ağaçları tamamen sararıvermiş. Dağ armutları (ahlat) dağ erikleri daha nazik, soğuğa dayanmaz olunca artık dalda tutunamayıp yere serilmişler.

O güzellikleri hayranlıkla seyrederken ormanın bir yerinden motorlu testere sesleri geliyordu kulağıma. Eskiden tahra ve balta gibi aletlerin sesi duyulurdu. Etrafı iyice dinleyince Kumrallı ve Tulassa (Kayalı) köyleri arasındaki kavak yatağı olarak bildiğimiz mevkide bir değil birkaç motorun çalıştığını anladım o tarafa doğru yürüdüm acaba ilgililerden habersiz Pazar gününden faydalanarak bir orman katliamı mı yaşanıyor diyerek. Baktım ki o güzel köylü kardeşlerim hatta çoğu akrabalarım traktörleriyle testereleriyle çoluk çocuklarıyla hummalı bir çalışma içerisindeler. Beyler testere ile ağaçları kesiyor hanımlar çocuklar tahra balta ile dallarını budayıp düzenliyorlar. Yaklaşan kışa rağmen pastırma yazı tabir edilen sıcakların verdiği iştahla öyle bir ahenk içindeler ki inanın 70 yaşında bu dağlara aşık beni bile iştahlandırıyordu. Yaklaşıp verdiğim selamı motor sesinden duyamayan ekip başına çocuklar haber verip benim geldiğimi selam verdiğimi ilettiler. O sıkı çalışmanın içerisinde hemen motorlu testereyi durdurup selamı alıyor ve yanıma gelip hoş beş ediyor; elimi sıkıp hemen yanındakilere “çay koyun misafire” demesi işte yöre insanının güzelliğini samimiyetini ve insana değer verişini, gösteriyordu. Sordum “Ne hayır ne yapıyorsunuz?” “Kış gelmeden orman dairesinin izni ile verilen orman kesimini gerçekleştiriyoruz ki kar kış olmadan bitirip kışa huzurlu ve biraz da paralı girelim telaşındayız” diyorlardı. Haksız da değillerdi. Ben “Aman çayı filan bırakın bir an evvel işlerinizi yapın” deyince “Yok canım o kadar da değil. İş için bu havanın güzelliğinden ve yorgunluk alan çaydan vazgeçemeyiz. Senin gelişin de ayrı bir vesile oldu” diye karşılık vermeleri beni çok etkiliyordu.

Doğrusunu isterseniz çok çay içmeyi sevmem, ama bu dağ havasında bu ormanın içerisinde,  bu Kasım ayında meşe közünün üstünde islenmiş çaydanlıkta demlenen çayın içimine doyum olmuyor. Her ne kadar yorgunluk çayı keyif çayı deseler de çayın yanında bazlama ekmeğin köz üzerinde ısıtılarak içerisine ceviz ile pekmez karşımı lezzetli bir garnitürün dahası haşlanmış patates ve top yumurta karışımı bazlamaya sıkılmış sıkmayı iştahla yemenin zevkine doyulmuyordu. Bu zevki tadan sadece biz miydik? Hayır, o kesilen ormanların yapraklarından ve meşe ağacının meyvesi pelitlerinden azami derecede faydalanan davar ve sığır sürülerinin ormanda yayılışının güzelliği çanlarının ahengi ayrı bir güzellikti. Akşama doğru şehre dönmek üzere çıktığımız yollarda yeşil ve kuru otlar, pelit ve meşe yaprakları ile iyice karınlarını doyuran sığırların köye dönüşte kapattıkları karayolunda yorgunluktan bizim aracımızın gürültüsünü ve korna sesini bile fark etmeyip bizi hiç mesmiye almıyorlardı (önemsemiyorlardı) Onları otlatan çoban, hanım, çoluk çocukların aracımıza yaklaşıp dağlardan topladıkları alıçlardan ve güz çiçeklerinden dağ armutlarından, bize samimiyetle ikram etmeleri köyüm insanlarının geleneklere örf ve adetlerine atalarından gördükleri şekilde uydukları, sevgi ve saygılarından hiçbir şey kaybetmedikleri beni ve aile efradımı sevindiriyor ve onlarla gurur duymamız gerektiğini düşündürüyordu.

Her gün ölümlerin, katliamların yaşandığı şu ihtiyar dünyamızda artık düşmanlıkları bırakarak birbirimizi sevelim birbirimize saygı duyalım sadece zıt kutuplardayız diye doğru yapılana yanlış demeyip doğruyu alkışlayalım yanlışları ise usulünce kırmadan dökmeden, yakmadan yıkmadan ikaz ederek bu güzel yurdumuzun idaresine ve siyasilere yardımcı olalım. Sevgiyle muhabbetle kalın.     

 

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.