Mal-Mülk Hikayesi!

Erol Sunat

Uzun uzun zaman önce memleketin birinin zengini, pek fazla olan bir şehri varmış.  Zengini çokmuş çok olasına lakin, zengin öldüğünde, mirasçıları arasında ne tartışma bitermiş ne de dedikodu. Vasiyetleri saymazlar, dünya malı için birbirlerini yer dururlarmış.

Şehrin hatırlı zenginlerinden biri, ağır bir hastalık geçirmeye başlamış, memleketin en ünlü hekimleri adamı iyi etmeye çalışmışlar.

Sonunda konuşabilecek duruma gelince, çağırmış evlatlarını…

Üç erkek, iki de kızı varmış. Gelinler ve damatlarla birlikte olmuşlar on kişi.

Adam yatağından doğrulmuş, evlatlarım demiş, ananız vefat edeli beş yıldan ziyade oldu. Geçmiş yıllarda çok arkadaşım da Hakkın rahmetine kavuştu. Ancak, çocukları ne vasiyet dinlediler, ne şahit ne söz, bir çoğu kanlı-bıçaklı.

Ben böyle bir şey istemiyorum. Dünya malı dünyada kalıyor. Onun için dört hekim, akıl sağlığımın yerinde olduğunu tasdik eden vesika için yanımdalar. Kadı Efendi Hazretleri iki mutemet adamını konuşacaklarımı zapta almak için gönderdi.

Evlatları gelinler ve damatlar pür dikkat adamı dinlemeye başlamışlar.

Adam demiş ki, Bedestende ki en büyük dükkanım ve idaresi büyük oğluma, şehirdeki iki Handan biri ortanca oğluma diğeri büyük damadıma ve büyük kızıma diye başlamış mallarını bölüştürmeye…

Bu oturduğum Konak demiş ben ölünceye kadar bende kalacak. Bedestende iki dükkanım daha var. Onlarda şimdilik bende duracak. Altın akça ne varsa , onları aranızda bölüştürdüm. Lakin, ben ölmeden, hiç biriniz bir tane akçe dahi alamayacak. Benim öldüğümü duyunca, varın Kadı Efendi Hazretlerine o da herkesin hakkını versin.

Sonra da demiş ki, çocuklarım. Bu vesikaları gördünüz, Payitahtta iyi bir Hekim varmış, ben bugün ilk kervanla Payitahta gidiyorum. Hakkınızı helal edin, bana layık evlatlar olmayı da unutmayın dedikten sonra hepsiyle helalleşip düşmüş yollara. Payitahta diye çıkmış, nereye gitmiş, bilen yokmuş.

Aradan üç sene geçmiş.

Evlatları Kadı Efendiye başvurmuşlar. Kardeşlerin en büyüğü olan büyük oğul, Kadı Efendi Hazretleri demiş, babamı Payitahtta gidip kendim aradım. Sanki yer yarıldı da içine girdi. Öldü mü kaldı mı bilen yok!

En küçük erkek kardeşim, babamın cenazesini görmeden rızam yoktur diyor amma, kız kardeşlerim ve diğer erkek kardeşim, sizde emanet olan akçeleri almayı dileriz.

Babam kayıp. Yaşadığına dair hiçbir emare yok. Ölüm hak, miras helal denmiş. Sonra biz babamızın yaptığı mal paylaşımından da çok memnun kalmadık amma, rıza gösterdik. Tek şikayeti olmayan küçük kardeşimiz. Onunda malda mülkte gözü yok. Kendine düşen arazileri, insanlarla ortak işler. Dükkanda ne kazandı, günlük çalışanlarıyla paylaşır, bölüşür. Acayip bir kardeş. Yani bize benzemez. Şehrin kenarında bir mahallede oturur. Bedestendeki bir dükkanda baharat satar. Ona da payını verelim isteriz. Babamı görmeden olmaz diye diretir, ben kardeşlerimin de hakkını savunurum Kadı Hazretleri…  

Kadı Efendi, babanız demiş benim Payitahttan mektep arkadaşım olur. Bende arkadaşımın kesin ölüm haberini almadan bir şey yapamam. Tahkik ettim. Hiçbirinizin paraya pula ihtiyacı yok. Amma vasiyet böyle, kimseye tek bir akçe veremem.

Aradan iki yıl daha geçmiş. Çocukların babalarından hiçbir bir haber çıkmamış.

Şehirde, bir dedikodu çıkmış. Deniyormuş ki, şehrimiz eşraflarından  olan zengin kişi, uzak diyarlardan birinde vefat etmiş. Cenazesi birkaç güne kadar gelecekmiş.

Büyük damat, nihayet beklediğim oldu demiş, küçük damada. Sabreden derviş, muradına erermiş derler ya bacanak demiş, bak sonunda hak ettiğimiz akçeleri alacağız. Bu şehrin bundan böyle en zenginleri biziz artık. İstersen ortak olalım. Şu anda boş olan Konağı bile satın alabiliriz.

Mal-mülk hırsı, kendi paylarına düşecek binlerce akçe, sadece damatların değil, gelinlerin ve küçük oğul hariç diğer oğullarında gözlerini kamaştırıyormuş.

Beklenen kervan çıkmış gelmiş, hepsi merakla Kervancı başına koşmuşlar. Kervancı başı bize demiş götürün diye bir cenaze teslim eden olmadı. Ancak, babanızı tanıdığını gören yaşlı bir adam, handa kalıyor. Varın ne soracaksanız onu sorun.

Büyük ve ortanca oğul ve iki damat. Hana varmışlar. Han büyük damada düşen Hanmış. Damadın adamları hemen yaşlı adamı bulmuşlar demişler ki, Hanımızın sahibi seni görmek diler.

Adam çıkmış gelmiş merakla kendini bekleyenlere…

Büyük oğul beybaba demiş, Kervancı başı, babamızı tanıdığını söyledi. Ne oldu babamıza? Öldü mü, sağ mı?

Yaşlı adam, babanızı gördüm demiş, gördüm amma iki yıl önce gördüm. Bu şehirde onu ziyarete geldim. Neredeyse beni götüründe görüşelim.

Büyük damat , beybaba demiş, sen bizimle alay mı edersin? Bu şehirde olsa bilmez miydik? Bedestende olsa görmez miydik?

Yaşlı adam, en küçük kardeş hanginiz demiş, o meseleyi biliyor!

Küçük damat hadi canım demiş, o kardeşleri aramıza karışmaz, bizimle oturup kalkmaz, nerde fakir-fukara var onun yanında, onların arasında. Babamız onun yanında ne yapsın? Sen bize gerçeği söyle ne zaman öldü babamız? Bilelim ki, yapacağımız işler, bölüşeceğimiz akçeler var!

Yaşlı adam, siz bana demiş kardeşinizi bulamaz mısınız? Yok demişler bulamayız. Kim bilir nerelere takılıyor. Şehrin ne kadar virane semti varsa oralarda gezer, ne onu severiz , ne de görmeyi dileriz, kusura kalma bulamayız da…

Yaşlı adam, sormuş soruşturmuş, kardeşlerin en küçüğünün evini öğrenmiş. Akşama doğru çalmış kapısını.

Kapıyı açan delikanlıya sen demiş, falancanın oğlu değil misin. Evet demiş genç adam o benim. Babanı ararım demiş. Bu şehre gelecekti. Diğer kardeşlerinin yanında değil, herkes para-pulun sevdasına düşmüş, sen neden onlarla aynı düşünmüyorsun? Genç adam cevap veremeden, içeriden babası çıkmış, iki adam kucaklaşmışlar.

Babası demiş ki, bu gördüğün öz amcan olur. Benim ağabeyim. Bakma böyle olduğuna. Tebdili kıyafet eyledi. Tüccar kılığına girdi. Payitahtta Sultanımızın has adamlarından biridir. Şimdi de bu şehre Vali Paşa oldu.  Bak gel ne diyeceğiz demişler, kapatmışlar kapıyı.

Ertesi gün şehirde bir tellal başlamış bağırmaya; Ey Ahali demiş, duyduk duymadık demeyin. Şehrimizin falanca zenginlerinden filanca sizlere ömür. Cenazesini yeni Vali Paşamız getirdi.

Oğullar, kızlar, damatlar ve gelinler, Vali Paşanın Konağına koşarak gitmişler. Büyük gelin, nihayet demiş öldü de kurtulduk.  Kim bilir kaç bin akçe kaldı bize.

Vali Paşa, herkesi makamına almış. Hepiniz tamam mısınız diye sorunca, büyük oğul, birde demiş en küçüğümüz bir kardeşimiz var, gelmese de olur.  Olmaz demiş Vali Paşa, o gelmeden babanızın son vasiyetini size açıklayamam. Kapı açılmış, küçük kardeşte girmiş içeri. Küçük damat hayret demiş, gelmezdi amma, demek ki, akçeleri duyunca onunda aklı başından gitti.

Vali Paşanın kapısı bir daha açılmış. Ortaya beş büyük sandık gelmiş. Her sandığın üzerinde çocukların isimleri yazıyormuş.

Büyük oğul, Vali Paşam demiş rahmetlinin akçeleri sayılıp öyle mi kondu sandıklara. Ne bilelim herkese eşit bir şekilde dağıtıldığını?

Vali Paşa merak etme demiş. Herkesin hakkı eşit. Yalnız bir konu daha var! Tam o sırada kapı bir daha açılmış içeri bir adam girmiş.

Dur, Vali paşam demiş, ben ölmedim ki, herkes paramı-pulumu paylaşır oldu. Ne demişler sağlığında evladına, mal bağışlayan, ortada dımdızlak kalır. Çocuklar geriye dönüp bir bakmışlar ki, babaları…

Ondan sonra ne mi olmuş?

Şehir şehire, Oğul oğula, kızlar kızlara, gelin geline, damat damada, Hekim Hekime, kervan kervana, Han hana,  Vali Paşa Vali Paşaya, Kadı Efendi Kadı Efendiye benzer demişler.

Bir kıssadır anlatılan. Her kıssadan bir hisse alına denmiştir. Bu hikayede, anlatılanlarla bir benzerlik var ise, tamamen tesadüften ibarettir. Ne kimse gönül koya, ne de alınganlık göstere…

Sürçü lisan eylediysek affola…

Bir daha ki sefere daha güzel bir hikaye anlatırız inşallah…

 

 

 

 

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.