MİSAFİR

Ahmet Çapanoğlu

Bu dünyada misafiriz. Misafir gittiği yerde adabı ve sükûneti ile oturur.

Misafir, kusur arayıcı olmaz. Kusurdan nemalanmaz. Acıyı kişisel öfkelerine alet etmez.

Biliyoruz ki, hiç birimiz kalıcı değiliz bu âlemde.

Hepimiz bir gün geldiğimiz gibi geri döneceğiz.

Dün, benim dediklerim, bugün yok.

Dün, yanımızda dediklerimiz, bugün gerçek yurtlarında.

Nefesi alıp verememek, verip de alamamak var.

Bir gün gelecek, ha bir nefes fazla, ha bir nefes az bizde gideceğiz yanlarına.

Gerek var mı kırmaya, kırılmaya, incitmeye, incinmeye?

Gerek var mı götüremeyeceğimiz şeylerin ihtirasına?

Öfkemize ve nefsimize hâkim olup dilimizden dökülecekleri iyi seçelim ki, veremeyeceğimiz cevaplar olmasın.

Öfke geçici ama öfkenin bıraktığı acı kalıcıdır.

Bir gönlü yıkmak an meselesi iken, o yıkılan gönülde tekrar güven inşaa etmeye bir ömür yetmeyebilir.

Unutmayın! Gönül yıkanın da gönlü şad olmaz.

---

O yüzdendir ki, misafir olarak ağırlandığımız gibi gönüle gireni de misafir gibi ağırlamamız gerekir. Gün gelir bir misafiri ahirete yolcu eder, ebedi istirahatgahına uğurlarız, arkasından dualarla hüsnüzanda bulunarak. Belki alacağımız vardır ondan, ama helal ederek. Belki kırılmışlığımız vardır, onu da düşünmeden helal ederiz.

Şunu da unutmayın, hiçbir mevta, hiçbir insanın başkasıyla hesaplaşma aracı değildir. Eğer bir başkasıyla bir hesabınız varsa, gidin onunla halledin probleminizi. Mevtayı kullanmayın, mevta üzerinden bir başkasını yaralama düşüncesine girmeyin. Size göre yaptığınız bu hesaplaşma, mevta sahiplerini yaralamaktadır bilesiniz. Acaba o yargıladığınız insanların kusuru sizde var mı, siz önce ona bakın, onu düşünün.

Gelenden Allah razı olsun, gelmeyenin canı sağ olsun.

---

Kaybettikleriniz için ne olur yaşarken değer verin, ölümüyle değer verip methiye düzmek yerine. Gönül yıkmaktan daha kolay olan gönül almak değil mi? Kaybedince söylediklerinizi önceden söylemiş olsaydınız ne kaybederdiniz? Gelmeyene gitmek o kadar zor mu? Bugün koşa koşa geldiğinize, ölmeden önce de gelseydiniz ya. Okşayacak yüze tokat vurmadan önce biraz hoşgörü yapmanız daha doğru değil mi? İnsanların yüzüne, gözlerinin içine bakmıyorsunuz. Bakınca ne kaybedeceksiniz, neden korkuyorsunuz?

Bir hata sonucu hatasını, başarısızlığını ortaya sermek ve eleştirirken mal bulmuş mağribi gibi hemen saldırıp, ölünce badem gözlü yapmayı ne kadar çok seviyoruz. Öfkenizi, kininizi unutarak, sevgiyle bir bakın ona, ölmeden önce de badem gözlüydü zaten.

Neden yaşarken değer vermediğimiz, arkasından kuyu kazmakla meşgul olduğumuz insan ölünce değer kazanıyor? Neden bize de kalmayacak dünya için kırılganlıklar ve suizanda bulunarak günahlar biriktiriyoruz?

Yerimiz mi bollaşıyor, bize de kalmayacak bu dünyada. Yoksa günah çıkarma derdinde miyiz? Unutmayın, dün gençtiniz, bir şey bilmiyordunuz, bugün belli bir düzeye geldiniz, bazı şeyleri biliyorsunuz ve hayatınız anlamlaşıyor ama yarın var mı bilinmez. O yüzden yarın olmayabilir. Hesabını veremeyeceğiniz sözler ve davranışlardan kaçının.

Sizde gideceksiniz ve ne ektiyseniz onu biçecek, kime nasıl davrandıysanız, size de aynısıyla davranılacak. Ne konuştuysanız, sizin arkanızdan da o konuşulacak.

Hesaplar, gerçek hesap gününe kalmadan kendinize çeki düzen verin. Kırdıklarınızdan hemen özür dileyin ki, zaman kalmayabilir.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.