Şehir ve belirsiz duvarları

Yusuf Alpaslan Özdemir

Çağdaş dünya edebiyatının en etkili isimlerinden biri olan Haruki Murakami uluslararası ününü, büyülü gerçekçilik ve postmodern edebiyatın sınırlarında gezinen romanlarıyla kazanmıştır. Murakami’nin eserleri çoğunlukla düş ve gerçek arasında gidip gelen anlatılar, derin varoluşsal sorgulamalar, melankolik karakterler ve şehir yaşamının getirdiği yalnızlık duygusuyla örülüdür. O, her ne kadar benzer konu ve karakterleri hasebiyle tekrara düşmekle, bir Doğulu olduğu halde Batılı gibi düşünme ve yazmakla itham edilse de çağımızda her kesimden geniş bir topluluğun beğenisini kazanmış, kendi hayran kitlesini oluşturmuştur. Bu tartışılmaz gerçek ülkemiz sınırlarında da geçerlidir. Bu minvalde sözü bir başka ustaya bırakmak en doğrusu: Marquez’in dediği gibi ‘Murakami’nin hikayelerinde gerçeklikle gerçek dışılık , yaşayanlarla ölüler birbirine karışır.’

Murakami’nin yüksek öz disiplini, roman karakterlerinin sade yaşantıları ve ev içi düzenlerinde de kendisini belli eder. Onun kahramanlarının temel özelliği genellikle yalnız ve sıradışı olmaları, topluma uyum sağlamayı gerektirmeyen sessiz ve sakin yerleri tercih etmeleridir.

Murakami’nin yazarlığa karar vermesi de kitaplarının konuları kadar ilginçtir: İlk kitabı “Rüzgârın Şarkısını Duyun”, o zamanlar 29 yaşında olan Haruki Murakami’nin bir beysbol maçı izlerken aniden koltuğundan kalkıp, içindeki sesi dinleyerek evine gidip romanı yazmaya başlamasıyla ortaya çıkmıştır. Pek çok yazarın hikayesinin aksine tuhaf bir şekilde başlayan bu serüven; daha sonra onun hayatını değiştirecek, hayal bile edemediği bir noktaya, dünya çapında tanınan bir isim olmasına imkân tanıyacaktır.

Murakami’nin okurlarını kitapları bitirdikten sonra da üzerinde düşünmeye davet etmesi, “Burada hangi sonlar mümkün olabilir?” gibi sorular sordurması, her hikâyede okurunu düşündürmek için bazı ipuçları bırakması, okurların bu ipuçlarını fark ederek her birini kendine özgü, benzersiz bir sonuca ulaştırması gibi gerçekler her romanının dünyanın hemen her yerinde meraklanma beklenmesi ve ilgiyle karşılanmasını sağladı.

Kayıp bir aşkın peşindeki sıra dışı bir adamın duvarlarla çevrili gizemli bir şehre yaptığı yolculuğu okuru gerçekliğin sınırlarını zorlayan, düşsel ve gizemli bir şölene davet ettiği “Şehir ve Belirsiz Duvarları” adlı romanı nihayet Murakami severlerin huzuruna çıktı.

Yeni roman dedim ama epey uzun ve kayda değer önemde bir geçmişi var, “Şehir ve Belirsiz Duvarları”nın. Zira bu roman, Murakami’nin ilk dönem eserlerinden biri ve yazarın sonraki eserlerinde sıkça rastlanan temaların tohumlarını içermesi bakımından mühim.

Murakami’nin bu romanla aynı adı taşıyan, 1980 yılında Bungakukai (Edebiyat Dünyası) dergisinde seri halinde yayımladığı bir eseri var; Rüzgârın Şarkısını Dinle romanından kısa, diğer öykülerinden daha uzun. Murakami kendisiyle yapılan bir söyleşide 1980’de yazdığı bir novellayı temel alan bu kitabı, yeni bir okur kitlesine sunmanın kendisi için neden önemli olduğu sorusuna şu cevabı veriyor; “O novella kitap olarak yeniden basılmasına izin vermediğim tek eserim. Başka bir deyişle, yazdığım hikâyeden pek memnun değildim. Temasının çok önemli olduğunu düşünüyordum, ancak ne yazık ki o dönemde bunu umduğum şekilde aktaracak yazarlık becerisine sahip değildim. Bu yüzden yazarlık için gerekli becerileri kazanana kadar beklemeye karar verdim ve ancak o zaman hikâyeyi tamamen yeniden yazmaya başladım. Bu süreçte başka pek çok proje üzerinde çalışmak istedim ve bu projeye bir türlü başlayamadım. Bir de baktım ki 40 yıl (bir göz açıp kapayıncaya kadar gibi geldi) geçmiş ve 70’lerime gelmişim. Artık harekete geçmem gerektiğini düşündüm, çünkü çok fazla zamanım kalmamış olabilirdi. Ayrıca bir romancı olarak sorumluluklarımı yerine getirme konusunda güçlü bir ihtiyaç hissettim.” (*John Self’in The Guardian’da yayınlanan röportajı)

“Şehir ve Belirsiz Duvarları” da Murakami’nin diğer pek çok romanı gibi kafa karıştırıcı, tuhaf ve gerçeküstü unsurlarla bezeli. Bunun arkasındaki nihai netice, daha doğru deyişle ilham kaynağı ise yazarın sıra dışı romanlarıyla okuruna her daim ilgi çekici sorular sunmayı hedeflemesi, ancak bu soruların net, doğrudan bir cevaba ulaşmaması.

Roman ana dilinde 400 karakterden oluşan 1200 Japon sayfasından oluşuyor, ülkemizde Doğan Kitap’tan geçtiğimiz günlerde çıkan baskısı ise 550 sayfa. Kitabı ödüllü çevirmen Ali Volkan Erdemir dilimize kazandırmış. İKSV tarafından her yıl, Türkiye’nin ilk kültür bakanı ve eski İKSV Mütevelliler Kurulu Başkanı Talât Sait Halman anısına düzenlenen Talât Sait Halman Çeviri Ödülü’nün 2024 yılı kazananı Erdemir “Şehir ve Belirsiz Duvarları”nın, “Murakami’yi Murakami yapan gizemi” daha net şekilde barındıracak, içeriğini tamamlayacak bir eser olduğu düşüncesinde. Çünkü Murakami’nin bundan önceki “Bir Kediyi Terk Etmek ile Babam Hakkında” adlı anı kitabında yaşamından kareler paylaşmış, ‘Birinci Tekil Şahıs’ öykü kitabındaysa satır aralarına kendinden izler bırakmıştı.

Murakami’nin ülkemizde hissettiğimiz endişelerle ya da Batılı entelektüel görüşle kavranacak biri olmadığını, tam bir yazı tutkunu olduğunu, kimse okumasa da 90 yaşına geldiğinde bile yazmayı sürdüreceğini savunuyor ve “Şehir ve Belirsiz Duvarları”ı tek kelimeyle tanımlıyor: “Murakamik!”

Kuyu Derinleşiyor: Murakami’nin Sessiz Çığlığı

‘Şehir ve Belirsiz Duvarları’, isimsiz genç bir çiftin trajik aşk öyküsüyle başlar. 16 ve 17 yaşlarındaki çiftin tutkusu yaşlarının çok üstünde bir olgunluğa sahiptir. İsimsiz kahramanın sevdiği kıza hislerini açıkladığı ve kurguda eşine pek rastlanmayan, ayrı bir hüner isteyen tekil 2. şahıs anlatımı usta işidir; “Yorulmuş olmalısın, yaz çimlerinin üzerine oturuverdin , hiçbir şey demeden göğü seyrediyordun. Keskin bir ötüş sesiyle gökyüzünde iki kuş hızla birbirinin yanından geçti. Sessizliğin içinde, alacakaranlık bizi sarmaya başladı. Yanına oturunca tuhaf bir hisse kapıldım. Sanki görünmeyen binlerce ip , senin bedeninle benim yüreğimi birbirine bağlıyordu. Gözkapağının bir anlık hareketi , dudağının hafif bir kımıltısı, yüreğimi titretmeye yetiyordu.”

Bir gün kız aniden ortadan kaybolur ve bu yok oluş, erkeğin hayatının geri kalanında peşini bırakmaz. Onun yokluğuyla birlikte, yaşam boyu sürecek gizemli bir arayış da başlar. Bu sıra dışı arayış, anlatıcıyı küçük bir dağ kasabasına sürükler. Halbuki kahramanımız kendini toparlamaya başlamış, iyi bir yayıncılık işinde çalışmaya başlamıştır. Parıltı yaşamını terk ederek, ıssız bir yerdeki kütüphanede çalışmayı seçer.

Japon kültüründeki bireyin yalnızlığı ve yabancılaşması, iletişimsizlik ve anlam arayışı, kimlik sorunu gibi konuları işleyen Haruki Murakami Japonya’daki Amerikan kültürünün etkisi, Japon toplumunun aşırı bireyci ve tüketim odaklı bir topluma dönüşmesinin birey üzerindeki etkileri, roman karakterlerinde içsel çatışma ve yitirilmişlik duygusu yaratır.

Onun karakterleri genellikle sıradan hayatlarından daha fazlasını arar, hayatlarının anlamını bulmak için mücadele eder. Bu anlam arayışı, onları olağanüstü durumlara ve deneyimlere sürükler. Aradıkları cevaplara ulaşmaksa çoğu zaman kolay olmaz. Murakami’yi suçlayan okur ve eleştirmenlerin bir başka sitemleri budur: cevap bulamamak, neticeyi öğrenememek, finali çoğu zaman boşlukta bırakmasıdır.

Kahramanımızın kaçış macerasında tesadüfen gittiği gizemli yere kabul edilmesi de oradan kurtulması da gölgesini ebediyen terk etmesine bağlıdır. Üstelik burası aşılmaz ve ürkütücü duvarlarla çevrilidir. Anlatıcının duvarlarla çevrili şehirdeki deneyimleri, okuyucuyu gerçekliğin ne olduğuna dair sorgulamalara iter. Şehir, hem fiziksel hem de metaforik bir duvar olarak karşımıza çıkıyor. Bu duvarlar, insanları hem dış dünyadan hem de kendi iç dünyalarından ayırıyor.

“Tamamlanmışlık duygusunu hissedebilmek için gölgeye ihtiyaç duyan karakterlerin bazılarının gölgesi silik ya da eksiktir. Kimileri de kendi gölgelerinden korkar. Bireyselleşme süreci ancak karanlık taraf ile aydınlık tarafın bütünleşmesi ile mümkün olabilir. Roman karakterlerinin bireysel kimlikleri kolektif kimlikleri ile çatışma hâlindedir. Kendi benliğini arama ve bütünleşme ihtiyacı derin anlatımlı detaylarda hissedilir.”

Nihayet, gizemli bir kütüphanenin başına geçer ve daha önce bu görevi üstlenmiş olan adamın gizemli hikâyesine ortak olur. Üstelik bu adam yaşayan bir ölü, hayalettir. Normal bir insanı ürkütecek bu durum Murakami’nin çizdiği karakterlere yakışır şekilde durağan ve sıradan bir karşılık bulur.

Murakami’nin bu kitaptaki ‘Hayalet’i gibi Büyülü Gerçekçiliğin temel ögesi olan bu fantastik ögeler 1920’lerden önce Japon edebiyatında kullanılmıştır. Buna bağlı olarak Murakami‘nin romanlarında fantastik ve gerçek dünya olmak üzere iki dünya vardır. Pek çok Murakami romanında kahramanların bilinmeyen bir dünyaya geçiş yaptığı fantastik ögelerle karşılaşırız.

Zaman ilerledikçe iki dünya arasındaki sınırların belirsizleşmesiyle birlikte, gerçeklikle hayal arasındaki mesafe de giderek kısalır. Bu süreçte karşısına çıkan tuhaf bir çocuk ise anlatıcının gözlerini açmasını sağlayacaktır.

Norwegian Wood’dan Şehrin Duvarlarına: Murakami’de Aşkın Evrimi

Kitaba Murakami’nin önceki eserlerinin pek çoğunda olduğu gibi bu romanına da nostaljik bir aşk hikâyesi, karakterlerin iç dünyalarına yönelik derin bir sorgulama ve büyülü gerçekliğin gizemli atmosferi hâkim. Murakami’nin eşsiz anlatımıyla şekillenen bu evrende, kurgu ile gerçek arasındaki sınırlar giderek bulanıklaşırken okurlar bir kez daha yaşamın anlamına dair derin ve şaşırtıcı sorularla baş başa kalıyor. Murakami’nin bu noktada derin analizlere girişmesini de beklememek gerek.

Kitap, okuyucuyu rüya ile gerçek, bilinç ile bilinçaltı arasında gidip gelen bir labirentte dolaştırıyor. Anlatıcının karşılaştığı tuhaf olaylar ve karakterler, okuyucunun hayal gücünü zorluyor. Murakami, okuyucuyu alıp götüren bir atmosfer yaratıyor. Kitap boyunca, okuyucu, anlatıcının kayıp aşkını bulup bulamayacağını, duvarların ardındaki sırların ne olduğunu ve gerçekliğin ne anlama geldiğini merak ediyor.

“Şehir ve Belirsiz Duvarları”, sadece bir aşk hikayesi değil, aynı zamanda insan ruhunun derinliklerine yapılan bir yolculuk. Kitap, okuyucuyu kendi iç dünyasıyla yüzleşmeye, gerçeklik algısını sorgulamaya ve hayatın anlamını aramaya davet ediyor. Murakami’nin kendine özgü üslubu ve sürükleyici anlatımı, okuyucuyu kitabın büyülü dünyasına hapsediyor.

Roman tesirli bir aşk hikâyesiyle başladı, bir yalnızlık ve anlam arayışına evrildi, sürükleyici bir macera olarak bitti. Daha önceki bazı kitapları gibi filminin de yapılacağını tahmin ediyorum. Tarifler, tasvirler, aşkın garip bir yolla kendine yol bulması, paralel evrenler, ölüm… okuru hemen esir alıyor. Üstelik bunu bağırıp çağırarak, şaşırtmak için eklenmiş sahicilikten uzak abartılı anlatımla yapmıyor, sadece insan ve insana özgü duygular var. Genç adamın içselliği ve olayların akışı sihirli bir anlatım gücü ile okuru romanın içine çekiyor ve hiçbir bağlantı kopukluğu yaşatmıyor.

Sonuç olarak; Haruki Murakami’nin “Şehir ve Belirsiz Duvarları”, gerçekliğin sınırlarını sorgulayacaksınız, iç dünyanızın derinliklerine yolculuk yapacaksınız, yalnızlık ve yabancılaşma temaları üzerine düşüneceksiniz, Murakami’nin kendine özgü üslubunu deneyimleyeceksiniz ve hayal gücünüzün sınırlarını zorlayacaksınız.

Bir romandan daha başka ne beklenebilir ki?

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.