Şimdi olmadı imam kardeş!

Uğur Özteke

Pazar Pazar iki ayrı konu ile başınızı ağrıtacağız. Ama gündem sıcak, hava sıcak, durum böyle olunca da bize yapacak bir şey kalmıyor konuları bir arada çıkartmak zorunda kalıyoruz.

Her ne kadar Konyaspor’da tatil dönemi olsa da insanlarımızın Konyaspor’a ve spora olan ilgisi asla tatile girmiyorum.

Çok sevdiğim saydığım bir Ömer Tokgöz abim var. Ömer abim önceki gün mail atmış. Önce bizim Yusuf Kaplan’ın 24 Haziran tarihli Y. Şafak Gazetesindeki “Kitlelerin afyonu olarak futbol ve futbol paganizmi” yazısını okumamı istedi.

Okudum ve sizlerle paylaşıyoruz;

“Futbol, kitlelerin afyonudur!

Evet, Marx’a, Marx’ın “din, kitlelerin afyonudur” aforizmasına gönderme yapıyorum burada.

Marx, “din kitlelerin afyonudur” cümlesinden önce, “din, kalpsiz bir dünyanın kalbi, ruhsuz bir dünyanın ruhudur” diyordu!

Türkiye’nin ezberci, sığ Marksistleri, bunu bilmezler; bilenleri de âmentüleri / ezberleri altüst olmasın diye zikretmezler!

İşte, böyle bir ülke Türkiye!

MARX, “DİN KİTLELERİN AFYONUDUR”, DERKEN NE DEMEK İSTİYORDU?

Peki, Marx, din’i neden afyon olarak nitelendiriyordu acaba?

Bu soru, başka bir yazının konusu ama şu kadarını söylemem gerekiyor burada:

Birincisi, Marx’ın din’den kastettiği şey, 19. yüzyılın sonunda düşünce devrimlerini, siyasî devrimleri ve iktisadî devrimleri tamamlamış Avrupa’ya söyleyeceği hiç bir şey olmayan, uyumlana uyumlana yalnızca Kilise’yi ayakta tutmak için ayartılan hadım edilmiş Hıristiyanlıktı!

İkincisi, bununla ilintili olarak, Marx, “sosyalist bir cennet” vadeden “seküler bir Mesih”ti!

En iyi dinler tarihçisi Mircea Eliade de böyle görüyordu Marx’ı.

Kapitalizm, Batı toplumlarında alt sınıfları paçavraya çevirmiş, insanlığından etmiş, Kilise de bu duruma müdahale etmek yerine, kapitalist sisteme eklemlenmişti!

Marx, işlevini ve ruhunu yitiren, dini hadım eden “Kilise dini”ne saldırıyordu! Mesele budur. Şimdilik bu kadarı kâfî.

PAGANLAŞMA İLE BARBARLAŞMA İKİZ KARDEŞ!

Yaklaşık 15 yıl önce bu sütunda, “Tekno-paganizm: “Öküz”e Bakan Tren” başlıklı, 10 yazı yazmıştım. Ve tabiî bir taraftan, bazı “tren”lerin taarruzlarına maruz kalırken; öte taraftan da, bu yazılardan ötürü Yazarlar Birliği’nin “yılın fikir yazarı” ödülünü filan almıştım!

İşin ödül-mödül faslı önemli değil. Asıl önemli olan, hasbelkader söylediklerimin ömrü, anlamı ve bulduğu karşılık: Bugün yeni-paganizmin, hem kıtalar dolaştığını, her yere ulaştığını, herkese bulaştığını, dâhilî ve hâricî, zâhirî ve bâtınî bütün sınırları aştığını, sınır-tanımazlaştığını görüyorum; hem de artık belli başlı sosyal bilimciler tarafından da kabullenildiğini ve kullanılmaya başlandığını...

Ayrıca paganlaşmayla barbarlaşma arasında kurduğum semantik ilişki de artık bir gerçeğe dönüştü: Nerede bir paganlaşma emaresi görülüyorsa, orada hemen bir barbarlaşma temayülü beliriveriyor.

Bunun en son ve en ürpertici örneği, futbol paganizmi ve barbarlığı biçiminde karşımıza çıkıyor artık: Takımın biri diğerini yeniyor; diğer takımın taraftarları / paganları ve barbarları kontrolden çıkıyor, sapıtıyor, her tarafı ateşe vererek terör havası estiriyor; önüne gelen insana, binaya, arabaya saldırmaya başlıyor, öküz gibi, deli dana gibi!

Nedir bu peki? Elbette ki, paganlaşmanın ve barbarlaşmanın yeni bir yüzle hortlaması ve zıvanadan çıkması.

GERÇEK PAGANLAR, İNSANI TANRILAŞTIRAN BATILILAR!

İnsan, mabud’suz da, mabed’siz de yapamıyor; hakîkîsini yitirdiği zaman sahtesini icat etmekte gecikmiyor!

Paganizm, kökeni Grekler’e kadar giden, Batı uygarlık tecrübelerinin bütününü özetleyen, doğrudan bir putperestlik biçimi.

Kadim medeniyetlerde rastladığımız, yıldızlara, aya, güneşe, tabiata vesaire tapınma biçimleri, aslında Batı uygarlığındaki paganizm biçimleriyle kıyaslandığında oldukça masumane ve dolaylı paganizm biçimleri: Çünkü orada ay, yıldızlar, güneş vesaire, bir ölçüde, ilâhî gücün sembolleri ve dolayısıyla beşerüstü, ilâhî bir güç arayışının “vasıtaları”...

Paganizm, modernlikle birlikte yepyeni bir evreye girdi: Tanrı fikri yitirilince, insan tanrılaştırıldı: İnsanın aklı, yetileri, hayalleri, yapıp ettikleri...

İŞTE ÇAĞDAŞ PAGANİZM ÖRNEKLERİ

İşte örnekleri: Marksist edebiyat teorisyeni ve eleştirmeni, Terry Eagleton, romanın yükselişe geçişiyle birlikte, edebiyat’ın din katına yükseltildiğini, dahası, dinin dilini kullanmaya başladığını söylemişti.

Hegel, “gazetenin modern insanın sabah ibadeti” olduğunu ilan etmişti.

Saint-Simon, sanayi devriminin mimarları mühendislerini, “sanayi devriminin papazları” olarak tarif etmişti.

Film teorisyeni, David Bordwell, devâsâ ilk film salonlarını “seküler katedraller” olarak ilan etmişti.

Film yıldızları, müzik starları, futbolcular, ayartıcılıklarıyla, entrikalarıyla, kıskançlıklarıyla, hayat tarzlarıyla, seküler mabetleriyle Greklerin tanrılarını aratmıyorlar artık!

DİN-DIŞI KUTSALLIK OLARAK FUTBOL PAGANİZMİ VE ONTOLOJİK ŞİDDETİ

Son yarım asırda futbol, artan bir hızla yeni bir paganizm ve barbarlaşma biçimine dönüştü.

Futbol paganizminde iki çelişik olguyla aynı anda karşılaşıyoruz: Birincisi, başkaldırı; ikincisi, yeni bir arınma / tapınma ihtiyacı.

Başkaldırı: kapitalizme; kurulu düzene; hayattaki haksızlıklara, gündelik hayatta yenilen siyasî, sosyal ve ekonomik “kazıklar”a...

Arınma / tapınma da, “örtük” kapitalist düzeneklerle gerçekleşiyor yine: Örneğin futbol oyunu, belirgin kurallarıyla, sahada herkesin eşit olmasıyla, suç işleyenin anında cezalandırılmasıyla vesaire futbol seyircisine alternatif bir toplum modeli sunuyor.

Temposu yüksek bir drama sahneleniyor stadyumda ve herkes tarafından yaşanıyor bu drama: Hem statta, hem de televizyon ekranında.

Seyircinin hayatında karşılığı olmayan ama seyirciyi, stadyumda, özellikle de televizyon futboluyla ekranda, oyun alanındaki sahte putların sahneledikleri performansla “arındıran”, boşaltan, ayartan “örtük” kapitalist mekanizmalarla işletilen ve seküler bir tapınmaya / arınmaya dönüşen bir drama var karşımızda.

YENİ PAGANİZM VE YENİ BARBARLIK ÇAĞINA HOŞGELDİNİZ!

Bir de oyun bitince başlayan başka bir drama var, trajediye dönüşen: Stattan boşalan seyirci, statta yaşanan seküler boşalmayla / arınmayla yetinmiyor; bağırmaya-çağırmaya, vurmaya-kırmaya, önüne gelen her şeye saldırmaya başlıyor! Bu da yeni barbarlık biçimi.

Burada iki tür barbarlaşmayla karşılaşıyoruz: Birincisi, anlattığım bu fizîkî / fiîlî barbarlaşma.

İkincisi ise dilin barbarlaşması: Fanatik, içeride yaşadığı dramanın sahte coşkusuyla konuşma yetilerini yitiriyor: Anlamsız sözcüklerden oluşan yeni bir Esperanto dili kuruyor: Bağırıp-çağırıyor yalnızca. Ne dediği önemli değil.

Muhtemelen, “yeni-paganizm ve yeni-barbarlık çağına hoş geldiniz” diyor, belki de!

***

Ömer abi bize bir de 3 Nisan 2016 tarihli sosyal medyada kendi görüşünü dile getirdiğini yazıyı hatırlatıyordu.

İşte Tokgöz abimizin o tarihli yazısı;

GONYASPOR’lu OLMAK veya ÜÇ BÜYÜKLERİN GÖLGESİNDE KALMANIN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ ÜZERİNE

Karl Marx futbol taraftarlığını, uluslararası rejim ve yaşantı kalitesinin yarıştırıldığı maçları ve futbol mabedi stadyumları pardon Helenistik Yunan kültüründen gelen şehir kavgalarının, mavilerle yeşillerin gladyatör dövüşleri ve araba yarışlarının yapıldığı yer olan Arena ismi verilmeye başlanan devasa trilyonluk kompleksleri görebilseydi, Das kapitaldeki bizim sosyalist ve komünist ahalinin yanlış biçimde tefsir ettiği ve “Din insafsız kapitalizmin ve dünyanın vicadınıdır,” kısmını atlayarak basma kalıp söylene gelen ve üstadın 1850-1890 arasındaki İngiltere-Fransa ve Almanyada gözlemlediği biçimde hristiyanlık özelinde gayet güzel saptadığı gibi hristiyanlık/kilise ve din kitlelerin afyonudur” aforizmasını değiştirir ve “futbol kitlelerin afyonudur veya ey dünya futbol taraftarları birleşiniz ve devrim yapınız”..! diyecekti herhalde..!

Benim açımdan önce Konyaspor, sonra 3 büyükler gelir, 1986 öncesinde hiç 2.ligde bile şampiyonluğa oynamayan bir takımın kentinde 3 büyüklerin taraftarlığının yapılması ve fanatikçe tutulması normaldir.

Türkiye de Neredeyse 70 yıldır oynanan birinci ligde, Avrupa kupalarında ve derbilerde ve televizyonun olmadığı dönemde spor sayfası demek 3 büyükler demekti. Radyo ise ayrı bir dalgaydı ve futbol başat biçimde tüm sporların önüne geçmiştir. Ben çocukluğunda bir atletizm yarısının veya güreş turnuvasının naklen verildiğini hiç hatırlamıyorum, sadece at yarışları da Gazi kupası, Başbakanlık kupası gibi radyodan canlı yayın olarak verilirdi. Dolayısıyla 1970’lerde televizyon yayınları çıkınca ikinci bir futbol dalgası, milli maçlar, kupa maçları, Avrupa maçları, derbiler ve maç özetleri ve spor yorumları ve transferler hep 3 büyükleri anlatır ve empoze eder tarzında 90’lı yıllara kadar Trabzon üst üste 3 şampiyonluk kazanınca ancak İstanbul ve 3 büyükler hegomonyası sarsılmış ve literatüre ve ülke içi taraftarlık noktasında 4 büyüklerin mihverinde şekillenmiştir

İşin sosyolojik ve psikolojik öğeleri daha da artırılabilir. Mesela sınıfsal analizler, bireyin büyük kitlelere dahil olarak yalnızlık duygusunu yenmesi de böyledir, 3 büyükleri milyonlar tutar, Gençlerbirliği’ni ise topu topu 10 bin kişi zor tutar, Kasımpaşa’yı veya Akhisar’ı tutan 5 bin zor çıkar, Türkiye genelinde ise sıfır taraftar çeker. Cem Uzan milyonlar harcadı, önce taraftar toplayamadı, 3 büyüklerden yaptığı sükseli transferler bile iş yapmadı, İstanbulspor ne büyük takım olabildi ne taraftar buldu ne de güya yer bulmak istediği derbilerde sonuç elde edebildi. Şimdi hatırlayan bile yok.

Dolayısıyla başarılı, güzel oynayan; kaliteli ve göze hoş gelen oyuncusu olan, alt yapısı olan, tesisi olan seyircisi, sanayicisi belediye başkanı, vekili, valisi ve oyuncusunda birliktelik ruhu ve Gonyalılık vizyonu olan hatta kadrosunda her daim 3-5 hakiki Gonyalı topçusu olan bir takım marka olur, kentte ön plana çıkar ve kurumsal kimlik sahibi olur ve İç Anadolu’da ve Türkiye’nin diğer illerinde o zaman taraftar bulur/ bulur ise GONYA SPOR adam gibi takım olur ve taraftarı olur. Kimse tuttuğu 3/4 büyüğü filan kusura bakmayın bırakmaz ve Gonyaspor özelinde 2016 da hasb-el kader yönüyle de enterasan ama hakkederek ve kimsenin beklemediği bir konjoktürde takım 3.lüğe bileğinin hakkıyla ama söyleseniz kimsenin inanmayacağı biçimde oturdu diye Beşiktaş veya Galatasaray’ı bırakmaz, Fenerbahçe’yi filan terk etmez. Fanatikler zaten kendi şehir takımına karşı bir İstanbul takımı olan 3 büyüklerden birini tercih eder.

Bir de şöyle bakalım; Silik soluk bir kulüp takımı olan bir şehirli takim taraftarı kendi takımını tutup ne yapsın yani 50 maça çık 49 unda mağlup birinde berabere kalmışım der. Başarılı ve şahsiyetli oynayan, stili olan bir takım iseniz taraftarınız zaten yanınızda olur ve önce kendi şehrimin takımını tutmalıyım diye önce ahd-e vefa gereği, ikinci olarak Beşiktaş’ı bile kupada eleyen bir takıma sahip çıkmak lazım diye, 3. olarak bu takım kendi ayakları üzerinde dursun diye maça gider, 4. olarak başarıya doymuş bir 3 büyük ve aralarında el değiştiren şampiyonluk ve kumpaslar ve basın desteğinin yalama/yavşak olduğu ve amigo yazarlık yaptığı ve maalesef besleme bir spor basınında Konya gibi bir kadim şehirde güçlü ekol sahibi bir takım zirve yapsın, şampiyon olsun. Avrupa’ya aksın, milli takıma sürekli oyuncu versin diye Gonyaspor’a destek olunmalıdır. Konyaspor’un başarısı başka hiç bir özelliğe ihtiyaç kalmadan Konya’nın tanıtımı, tribün fantezileri, küfürsüz ve kadın/kızların maça gittiği maaile maça gidebildiği ve her maçın şölen havasında geçtiği bir GONYA iklimi Türkiye ve Dünya için MARKA bir şehir olmanın da başarılması olacaktır.

Sıfırcı Ankara Siyasal hocası merhum Prof. Dr. Kurthan Fişek Hoca ile bağlayalım; Türkiye de aristokratlar/seçkinler güya nitelikli insanlar Galatasaray’ı tutar, Burjuvazi /kent zenginleri Gonyalıca söylersek sonradan görme zenginler, gubuzlar ve ekabirler Fenerbahçe’yi ve proloterler/işçiler, köylüler ve gariban emekçiler Beşiktaş’ı tutarlar. Fenerbahçe Cumhuriyeti diye Yalçın Küçük kitap yazalı 40 yıl olmuş. Devlet Galatasaray’a ada vermiş, bedava Arena stat yapmış, Fenerbahçe Spor Bakanı yemiş veya TFF de başkan götürmüş iken, Milli takımı 3 büyüklerden birinin omurgası üzerine veya 7-8 ini onlardan alıp geriye kalan tüm birinci ligden 3-4 oyuncunun alındığı bir oligarşik yapıda Anadolu’nun futbolda öne çıkması yıllardır engellenmişken ve hakem oyunlarıyla lige ayar verilmekte iken Konyaspor’un maçını ulusal spor basınında anlatacak bir tane köşe yazarı yokken veya Fenerbahçe ile yapacağı lig ve kupa maçlarının antrenmanlarını haber yapacak, izleyecek, röportaj yapacak yerel basın bile yokken değerli akademisyen ve futbol yazarı ve ÜNTV haber editörü Selman Selim Akyüz hocam gibi insanların altını ısrarla çizerek bu şehirde doğan büyüyen ve Konya’nın ekmeğini yiyen herkesin önce Gonyasporlu olması bence de lazım amma velakin hem yukarda saydığım ekonomik, sosyal, psikolojik ögeler hem de futbol dünyasına çöreklenmiş oligarşik çeteler yüzünden Konyada Gonyasporluluk dalgası ve rüzgarı bugünden yarına iki günde esmez ve ortaya çıkmaz.

Benim kanaatim bir beş sene daha Konyaspor’un şu yakaladığı rüzgarı ve yönetim/transfer politikası devam etsin o zaman 10 milyon taraftarı olan ve Konyaspor ürün satış storesi (mağaza dense olmaz sanki) İstanbul’da Erzurum’da ve Berlin’ de Londra’da satar ve maçları izlenir hale gelsin, bahis dünyasında üzerine oynanan ve çok kazandıran bir takım hale gelsin bakalım, o zaman ne bizim ne sizin nefes tüketmesine, yazı yazmasına hacet kalmaz ve kimsenin tuttuğu birinci ligdeki İstanbul büyüklerinin taraftarlığına bağlı kalmaya ihtiyacı olmaz vesselâm...

***

Eline yüreğine sağlık Ömer ağabeycim.

Aslında şu anda şehrin basketbol takımının içler hali durumu, bu takım buraya nasıl geldi, ya da apar topar el altından nasıl satıldı? Ya da satılmak isteniyor?

Bunları yazmak istiyorum. Ama kendimi zincirle bağlıyorum. Çünkü bu şehrin hainleri ne yazık ki her platformda yüzsüzce varlar.

Sen bir de bana bu iki yazıyı oku bir şeyler yaz ne olursun diyorsun.

Ama gel ben yazmayayım.

Bizim insanımız halinden mutlu.

Bizim şehir bu tiyatrodan huzurlu.

Kimsenin rahatını kaçırmayalım.

 

ZAN ALTINDA BIRAKILAN FATİH CAMİ‏

Dün Yasin Karaca ismi ile şöyle bir mail geldi;

“Konya’nın göbeğinde ezan okunmayan namaz kılınmayan o cami (!) adlı yazınızda “O CAMİ” diyerek kastettiğiniz Fatih Camisi ise hangi fatih camisi? Konya’da kaç tane Fatih Camisi olduğunu ya bilmiyorsunuz ya da Nalçacı diyerek üstü kapalı eleştiri yapmak adına haksız yere görevini hakkıyla yapan bazı imamları zan altında bırakmanızın sizin için pek ehemmiyeti yok. Ben Bedir mahallesi Fatih Cami İmam Hatibiyim sizin yazınız sebebiyle, yaptığımız hizmeti bilenler her ne kadar da bu yazıya itibar etmeseler de, merak edip soruyorlar bu cami hangi Fatih Cami diye. Fatih Cami denilince büyük ve çift minareli olduğu için ilk olarak bu cami akla geliyor. Kurumdan bile yazınız ile ilgili beni aradılar. Hangi camiden bahsettiğinizi açıklayın. Cevabı sizin düzeltme yazınızla vereceğinizi umuyorum. Bu hususun araştırılıp açıklığa kavuşması için ilgili kurumlara başvuruda bulunacağım. Düzeltme yazınızla durumu netleştirmediğiniz taktirde hukuki yollardan hakkımı arayacağım.”

***

Canım imam kardeşim bu satırları yazdıktan sonra bence önce sizin bizimle helalleşmeniz gerekecek.

1-Siz “örnek bir din görevlisi” olarak ilk başta bizim yazılarımızın okuyucularımız tarafından itibar edilmediği damgasını vuruvermişsiniz. Maşallah. O zaman niye rahatsız oldunuz? Yazıları okunmayan, itibar görmeyen bir insanı siz niye gâle aldınız ki?

2- Ezan okunmayan “O” cami ile ilgili olarak Cuma günü Selçuklu Müftümüz Nusret Karabiber hocam ile birebir görüştük, anlaştık. Ve hocam bu konuda neler yapabileceğini bizlere aktırdı ve de Allah kendisinden razı olsun hassasiyetimiz için de bize teşekkür etti.

3-O camiyi geçen Ramazan ayından bu yana şehri yöneten tüm büyüklerimiz zaten ismen biliyor.

4-Kısa bir süre önce şehrimizden ayrılan Sayın Valimiz Muammer Erol Bey de biliyordu.

5-Sayın Müftümüz biliyor. Çünkü geçen yıldan bu yana camii cemaatinin (isimleri bizde mevcut) müftülüğe de bu konuda yapılan resmi müracaatları var.

6-Evet Sayın Hocam şimdi siz lütfen “Ezan okunmayan o camii” yazımızı bir kez daha okuyun. Ama bakın “Lütfen bir kez daha okuyun” diyorum. Çünkü siz demek ki yazıyı iyi okumamışsınız ki (Böyle düşünmek istiyorum.) Fatih Camisi konusu geçtiğimiz pazartesi günü bir annenin kızını Kur’an kursuna götürmesi ile ilgili bölümde geçiyor. O kısım yazının birinci bölümü, ezan okunmayan o camii ise ikinci bölümde.

7-Ezan okunmayan camii ile Fatih Camii’nin ne alakası var Allah aşkına,

Bu şehirde günlük yerel yazı yazan tek gazeteciyken ve çok şükür en çok okunan ve takip edilen basın mensupları arasında yer alırken bir tek siz ezan olayını üstünüze alınmışsınız.

Çok şükür sizin gibi düşünen ikinci bir şahıs çıkmadı.

8-Yazım o kadar açıktı ki bu yüzden düzeltme yapmayacağım.

9- Allah rızası için şu mübarek günde sizden ricam hemen hukuka başvurun öbür tarafa kalmadan bu dünyada sizinle yüzleşelim inşallah.

***

Hocama kızmadım(!) üzüldüm. Bu işe Allah’ın izni ile yarın da devam edeceğiz.

GÜNÜN OKKALI SÖZÜ

Düşünme olmaksızın öğrenme emek kaybıdır. Öğrenme olmaksızın düşünmek ise tehlikelidir

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Bayan sürücülerimiz direksiyon başında hanımlıklarına yakışmayan hareketler yapmadıkları zaman daha iyi ADAM oluruz.

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (6)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.