Bir toplumun çöküşü, önce dilinden başlamaz. Yürek susunca, göz körleşince, akıl teslim alınca başlar.
Bugün ümmetin suskunluğu, Kudüs’ün duvarlarında yankılanıyor. Biz susuyoruz; çocuklar ölüyor.
Biz görmezden geliyoruz; anneler evlatsız, evlatlar vatansız kalıyor.
Ne zaman bu kadar alıştık ölümlere? Ne zaman bir çocuğun cansız bedenini “bir haber” gibi izleyip ardından bir kahve yudumu alacak kadar duyarsızlaştık?
Bunun adı savaş değil, kıyım. Bunun adı strateji değil, vahşet. Ama asıl trajedi, bizim bu vahşeti meşrulaştıracak kadar konforumuza düşkün olmamız.
Dışarıda bayraklar yakılıyor, üniversitelerde gençler coplanıyor. Kudüs'ün evlatları taş atarken biz kumandalara sarılıyoruz.
Dillerimizde slogan, kalbimizde rehavet... Oysa Müslüman’ın kalbi Filistin’le birlikte atmalıydı. Çünkü Filistin düşerse, sadece bir şehir değil; bir bilinç, bir direniş, bir izzet düşer.
Gazze’deki zulmü sadece İsrail’in barbarlığıyla açıklamak kolaycılık olur. Bu kadar küstahlık, ancak bu kadar sessizlikle mümkün olurdu.
Biz sustukça, onlar cesaret buldu. Zira zalim, en çok mazlumun sessizliğinden güç alır.
Bugün Kudüs için konuşmazsak, yarın İstanbul için konuşacak bir dilimiz kalmaz.
Bugün Gazze için yazmazsak, yarın kendi evladımıza ağlayacak kelimemiz olmaz.
Ve bilin ki bir toplum, başkasının acısına kayıtsız kalırsa, kendi acısı da başkalarının umurunda olmaz.
Ama Kudüs yalnız değildir. Bugün ümmetin yüreği yalnız Gazze değil, Doğu Türkistan, Yemen, Sudan, Keşmir, Arakan ve Somali ile birlikte atmalı.
Zira zulüm sadece bir coğrafyada değil; bütün İslam topraklarında yankı bulmakta.
Çin zindanlarında Kur’an okumak suç; Sudan sokaklarında açlık; Yemen’de bombalar; Somali’de susuzluk var.
Fakat bizim gündemimizde hâlâ lüks, hâlâ konfor, hâlâ haz var.
Doğu Türkistan’da milyonlarca Müslüman, kamplarda dininden, kimliğinden soyuluyor.
Yüzlerce cami yıkıldı, yüz binlerce çocuk annesiz büyüyor. Ama dünya sessiz.
Ümmet sessiz. Çünkü acı, kendinden olmayınca ilgisizliğe tahvil ediliyor.
Ve Yemen... Şu anda İsrail’e karşı en net, en açık cihadı veren topraklardan biri.
Fakat bizler, “Mezhebi bize uymuyor” diyerek kardeşlerimizi yalnız bırakıyoruz.
Oysa mazlumun mezhebi sorulmaz. Zulme karşı kim susuyorsa, aynı karanlığın ortağıdır.
Birileri Filistin’i sloganla savunurken, Yemen canıyla savunuyor. Mezhep ayrımı yaparak direnişi görmezden gelmek, ümmetin en büyük çürümesidir.
Bu gaflet, sadece mazlumu değil; bizi de zayıflatır. Bugün Yemen’e sessiz kalan, yarın kendi şehrinde patlayan bombaya da sessiz kalır.
Bugün Doğu Türkistan için gözyaşı dökmeyen, yarın kendi inancı için ağlamayı bile unutabilir.
Ve burada dostluğu, kardeşliğiyle ayrı bir yerde duran bir millet var: Pakistan.
Tarih boyunca Türkiye’ye gösterdiği samimi destekle, bizim zor zamanlarımızda hep yanımızda oldular.
Öyle ki, Hindistan’la geçmişte yaşadıkları savaşların yanı sıra bugün de Keşmir sınırında sıcak çatışmalar yaşanmakta.
Hint baskısına rağmen ümmetin yanında duran Pakistan, uluslararası arenada yalnızlaştırılmaya çalışılsa da dimdik durmaya devam ediyor.
Gazze için dua eden, yardım gönderen, meydanları dolduran ilk halklardan biri yine Pakistan halkıdır.
Bu vefakâr ve metin duruşları, ümmet şuuru açısından bir övünç vesilesidir. Allah onları korusun, kardeşliğimizi daim eylesin.
Ancak bu yazıda sorulması gereken esas soru şudur: **İslam İşbirliği Teşkilatı nerede?**
Küresel zulüm bu kadar alenileşmişken, milyonlarca Müslüman göz göre göre katledilirken; sadece kınamakla yetinen, fiili adım atmaktan imtina eden bir teşkilat neyi temsil etmektedir?
Birliğin adı var ama ruhu yok. Kurumlar var ama kararlılık yok. Kâğıt üzerinde dayanışma var ama sokakta, sahada, sınırda yok.
İslam İşbirliği Teşkilatı, İslam ümmetinin kırılmış onurunu tamir edemiyorsa; o zaman hangi birliğin işini görüyor?
Ey genç kardeşim, ekranı değil kalbini aç. Ey anne, market sepetini değil dua seccadeni doldur.
Ey baba, siyaseti değil şahsiyetini konuş. Çünkü bu ümmetin yeniden dirilişi, ancak bireysel uyanışlarla mümkün olacak.
Kudüs düşmedi; ama biz düştük. Şimdi sıra ayağa kalkmakta.
---
KONFOR ÇAĞININ MÜSLÜMANI: TEPKİSİ STORY KADAR, UNUTUŞU SCROLL KADAR
Bir dönem vardı ki, Kudüs denince gözyaşı düşerdi toprağa. Şimdi ekran düşüyor, video oynuyor; altında birkaç emoji, bir iki etiket, sonra geçiliyor.
Duyarlılık artık 24 saatlik story ömrüyle sınırlı. Tepki, parmak ucunda kalıyor; dil dua etmiyor, beden harekete geçmiyor.
Modern çağ, bize Müslüman olmayı kolaylaştırmadı; anlamsızlaştırdı. Kudüs’ün düştüğü gün, biz ekranlara taptık.
Gazze’ye bomba düşerken, biz kampanya kodu kovaladık. Birileri ölüme meydan okurken, biz yeni sezona abone olduk.
Hakikatin çığlığı reklam aralarında kayboldu.
Bir hatırlatma: Biz, Musa’nın yolundayız. Saraylara değil, sahraya talibiz. Zulme değil, zillete değil, secdeye secdeye büyüyen bir onurun izindeyiz.
Fakat artık şunu sormalıyız kendimize:
Bu çağın firavunları kim, ve biz onların sofrasında ne kadar diz çöktük?
Müslüman, unutmaz. Müslüman, ertelemez. Müslüman, sadece ağlamaz; ayağa kalkar.
Şimdi o kalkış vaktidir. Bir yön tayini vaktidir. Bir pusula yenileme vaktidir.
Bugün bir tweet değil, bir şahitlik yazısıdır bu. Tarih, kelime kelime bizi yazıyor.
Ya direniş safında olacağız, ya gafletin sayfalarında silineceğiz.