Sona bir kala

Sadık Büyüksakarya

Bu yazımızın girizgâhını Merhum Abdurrahim Karakoç’un sözüyle yapalım.

Ne diyor üstat:

‘Sen orucu doyurursan, oruç seni acıktırmaz.’

Çok tatlı bir ifade değil mi?

Bir ayın özeti değil de koskoca ömrün yekûnu gibi.

Peki neden böyle bir girizgâh yaptım onu da hemen izah edeyim.

Malumunuzdur efendim.

Başlıkla da müsemma olması hasebiyle kıymetliyi uğurlamamıza bir hafta kaldı.

Gelişi tatlı bir telaşe, gidişi manâlı bir hüzün.

Gidişinin manâlı bir hüzün olmasının sebebi ise yamacımıza nur topu gibi bir bayram bırakacak olması.

Kendini ve muhatabını emsali olmayan inceliğe emanet ediyor böylelikle.

Gözümüz arkada kalmıyor.

Sene-i devriyesinin müjdesini mıhlıyor hicri ve miladinin iki ucuna.

Bunu yaparken bize direkt olarak şunu söylüyor aslında:

‘Ramazan asıl biterken başlar!’

Ne demek oluyor bu?

İlanihaye yapılması gerekenleri bir aya sığdırma!

Ömrünün dört bir köşesine yay ve ebediyet kazandır. Muhasebesini ise imsakla akşam arasına tuttur.

Tuttur ki hesap noksan vermesin.

Bunu hakkını vererek yapabilsek ne kadar güzel olur değil mi?

Vermek için on iki ayın içinden bir ayı cımbızla tutup çekiştirerek vermeye niyetlendiğimiz her neyse kör göze çatal misali tıkıştırmasak mesela.

Tevazuyu ve sadeliği iki ayağımızın ucuna kondurup ağır başlılığı taçlandırsak.

Her adımda rekât rekât…

Tatlı dili ve iyi niyeti iftara beş kaladan çıkartıp yedi yirmi dörde ayarlı kılsak.

Sabrı ve şükrü öğünlere değil de öznelere paylaştırsak.

Yapsak da yapsak.

Bu cümleleri epeyce çoğaltabiliriz.

Mesele cümlelerin çokluğu değil dostlar.

Asıl mesele eylemlerin tokluğu.

İlk önce dolacağız. Sonra başkasına taşacağız.

Dolmadan taşmaya niyetlenmek hamlıktan gelir derler.

Biz ham olanlardan olmamaya niyetleneceğiz. Ki sonradan iki eli dizde birleştirmeyelim.

Hani derler ya:

‘Ağrına gitmesin hafız, bağrına basan sendin.

Yere serilecek kilimi, duvara asan sendin.’

Tabii burada esas vurgu yapmaya çalıştığım şey yön ve yol ikizliği.

‘Her yol bir yöne göredir. Yönü olmayanın yolu olmaz.’ kalıbına zamanlaması şahane bir vaziyette girmeliyiz.

Aksi halde yolu yöne, yönü de yola boca eder, niceliği ve niteliği ayrıştıramayız.

Bu noktada hemen Kemal Sayar’a uzanacağım. İspatımız üstadımızın sözü olsun:

‘Koşulsuz sevgiyi herkes ister. Ama sevgi hak edilmelidir. Gayretle mayalanmış, aldığı kadar vermeyi de bilen bir sevgi hak edilmiş bir sevgidir.’

Alma verme dengesini hassas teraziye koyun diyor üstat.

Ölçünüz sayılı günler olmasın bilakis sayamayacağınız kör taneler olsun şeklinde tasvir ediyor sanki.

Hatta biraz daha genişletiyor mevzuu:

‘Hiç kimse, hiçbir şey kusursuz değil, her şeyde bir çatlak var. Kusurlar, çatlaklar olduğu için ışık ruhumuzdan sızar. Bozulma olduğu için onarılmanın değeri var.

Kevn ve fesad alemi bu, oluş ve bozuluş alemi. Hayat denen sınav sahnesinde kaçınılmaz hayal kırıklıkları ve kayıplar, gulyabani gibi yolumuzu kesiyor. Bize düşen elde kalan imkân ve fırsatlarla yola devam etmektir. Kimimiz yenilgilerle vazgeçer, kimimiz mücadeleye devam eder. Feriduddin Attar’ın ‘Simurg’ öyküsünde olduğu gibi. Çoklarımız yokluğun ve darlığın vadilerinde ürker ve geri döneriz. Daha ileri gitmek bizi korkutur. Ama yokluğu göze almayan varlığa kavuşamaz.

Bu öyle bir mücadeledir ki mücadeleyi reddedenler, mücadele edenlerden daha çok yaralanır sonunda. Bütün yaşantılar zıtlarıyla kaimdir ve görünenin ardına bakmak, bir yaşantının ilk elde görünmeyen kutbunun ne olduğunu anlamak gerekir. Her zayıflığın içinde bir güç, her gücün içinde bir zayıflık saklıdır.’

Evet dostlar,

Bu söz demetini içinde bulunduğumuz mevsimde koklamadan edemem.

Masamın başında, köşe ucunda karşılıklı bakışarak tahayyül ederiz bu mevsimi.

Şiddetle tavsiyemdir.

Selâmetle…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.