Sürgün Kızın Hikayesi

Erol Sunat

Uzun uzun zaman önce memleketin birinin bir şehrinde Bey oğlu, bir sene dolmadan yeni evlendiği, uğruna ölüp bittiği karısını bir gece göndermiş baba evine. O da yetmemiş. Kızı ve ailesini şehirden sürmüş. Ahali bütün mesele Bey oğlunun anasının başının altından çıkıyor diye anlatmaya başlamış. Bey hatunu, oğluna bir başka Bey kızını istetmişken, oğlu, şehrin en fakir ailelerinden birinin güzeller güzeli kızına vurulmuş. Ahalinin ileri gelenleri, kıza, vazgeç kızım demişler. Bey hatunu seni Bey konağında yaşatmaz, başına olmadık işler açarsın. Bütün olumsuzluklara rağmen, Beyinde rızasıyla, Bey oğlu fakir kızla evlenmiş bir oğulları olmuş. Lakin, ertesi gün oğlun öldü demişler kıza. Kız ne yaptıysa, kime başvurduysa sağlıklı bir haber alamamış. Konağın ortasında, söyle evladım nerde diye Bey Hatununun boğazını sıkmış. Bey oğlu anasını güçlükle karısının elinden almış. Yalanlar, iftiralar, dolduruşlar sonrasında, Bey oğlu, o çok sevdiği karısını boşamış.

Bey Hatunu, yanındaki yardımcılarına, gitti mi o uğursuz demiş. Kimse bana kendi konağımda saldıramaz. Bey gece yarısı sessizce göndermiş o kendini bilmezleri demiş. Aradan üç ay kadar geçmiş. Bey oğlu, anasının istediği Bey kızıyla evlenmiş. Bey kızı, o kızın demiş adının bu konakta anılmasını yasaklıyorum. Kim tek bir kelime ondan bahsederse onu kapının önüne koyarım. Bey oğlunun bundan sonra hanımı benim. Sürgün kız ve ailesi, birkaç diyar öteye gitmişler. Bulunmamak için, gittikleri diyarın ücra bir köyüne yerleşmişler. Köy bir denizin kenarındaymış. Ahali balıkçılıkla uğraşırmış. Sürgün kızın babası almış bir kayık, sürgün kızın iki de yetişkin erkek kardeşi varmış. Onlar kısa zamanda ağ atmayı, balık tutmayı öğrenmişler. Bir süre sonra, balıkçılıktan rızıklarını çıkarmaya başlamışlar. Sürgün kız ve anası, bazlama ve gözleme yapıp, köyde satarak ikinci bir gelir kapısı etmişler...

Bir sabah kapıları kırılırcasına çalınmaya başlamış. Aile açmış kapıyı. Bakmışlar ki, köyün ahalisi kapıda. Kızın babası hayırdır komşular demiş, ne oldu? Yaşlı bir adam, ben demiş Köy ağasının babasıyım. Ağa senin kızına talipti. Konuşmaya gelecekti. Balıkçılar, cesedini denizde bulmuşlar. Ne yaptınız evladıma? Köyde güngörmüş biri varmış. Durun demiş. Bu aile sürgün bir aile. Felek onlara öyle bir vurmuş ki, daha kendilerini yeni toparlıyorlar. Lakin ağa bu şekilde öldükten sonra, köyümüzde kalamazlar da, duramazlar da. Bugün öğleden sonra bir gemi gelecek, binsinler o gemiye, bir daha onları ne bulabilen olsun ne de izlerini bir sürebilen. Sürgün kız ve ailesi binmişler gemiye. Geminin son varacağı liman neresiyse oraya demişler. Aradan aylar geçmiş. Bey kızının doğum sancıları başlamış.

Bey ve oğlu, Sultanın Beyleri Payitahtta çağırmasıyla Payitahttaymışlar. Hekimler, Bey hatununa, gelinin durumu iyi değil demişler ya bebeği kurtaracağız ya gelinini. Lakin daha da geç kalırsak, her ikisi de ölebilir. Bey hatunu, öncelik demiş çocuk. Gelin kurtulursa kurtulur. Ancak çocuk sağ doğarsa, öldü diyeceksiniz. Kimse bilmeyecek. Bey kızı gelin doğumdan hemen sonra ölmüş. Bey konağına bir erkek çocuk daha gelmiş. Bey hatunu, alın bu çocuğu demiş, diğer çocuğun yanına götürün. Bu çocuklar bana lazım. Kim onların yaşadığını söylerse, kendini öldü bilsin.

Aradan on beş gün kadar geçmiş. Bey ve oğlu şehirlerine dönerken, kafile baskına uğramış. Bey ölmüş, oğlu ağır yaralanmış. Baskını gerçekleştirenler, Bey oğlunu, şehrin kale kapısının önüne bırakıp gitmişler.

Bey hatunu, hemen oğlunu konağa almış. Başına da bildiği ne kadar tanınmış Hekim varsa toplamış. Bey oğlu, ne belini doğrultabiliyormuş ne de konuşabiliyormuş. Aylarca yatmış kalmış. Bu arada Memleketin Sultanı şehre gelmiş, şehrin idaresini Bey hatununa vermiş. Hatun demiş, kocanı, gelinini torununu kaybettin. Evladının durumu ümitsiz. Şehir sana emanet, oğlunda olumlu bir gelişme olursa haberim olsun. Hekimler, hanımım demişler, oğlunda iyi gelişmeler var. Yakın bir zamanda hem yürüyebilir hem de konuşabilir. Bey hatunu bu güzel haber için demiş her birinizi altına akçeye boğacağım. Yalnız oğlum bana ana deyinceye kadar bekleyeceğim. Ve bu mevzuyu hiç kimse ne duyacak ne bilecek. Bey hatunu aynı günün gecesinde, oğlunu bindirmiş bir arabaya, yanına da en güvendiği adamları koyup, götürebildiğiniz en uzak diyara götürün demiş. Sizi ne bir duyan olsun ne de bir gören. O uzak diyarda rastgele bir kapının önüne bırakın çıkın gelin.

Günler sonra, Bey hatununun adamları, Bey oğlunu, deniz kıyısında bir şehrin kenar mahallelerinde bir evin önüne atmışlar gitmişler. Bey oğlu, kendine geldikten bir süre sonra, doğrulmaya çalışmış olmamış. Bağırmaya çalışmış sesi çıkmamış. Ayaklarınla kapıya vurmaya başlamış. Kapı açılmış, kapıyı açanlar bakmışlar ki, kapılarının önünde yarı ölü bir adam. Hemen almışlar içeri. Yatırmışlar bir yer yatağına. Sabah olduğunda, aile toplanmış yatakta başına. Yarı ölünün yara bere olmayan ne eli yüzü ne de bedeni varmış. Yaşaması mucizeymiş aslında. Hatta o kapının önüne gelmesi bile.

Olmaz olmaz deme olmaz olmaz derler ya. Sürgün kız ve ailesinin eviymiş o ev. Kız, babam demiş, bu yiğidi ölsün kalsın diye kapımıza bırakmışlar. Allah’tan ümit kesilmez, biz elimizden geleni yapalım. Takdir Allah’ın demiş. Aile balıkçılık yapıyor, sürgün kız onların aşını pişiriyor, evi silip süpürüyor, artan zamanında da anasıyla birlikte bazlama gözleme yapıp limanda satıyorlarmış. Bir ay kadar sonra, Bey oğlu doğrulmaya başlamış. Çok istese de konuşamıyormuş. Saçları sakalları öylesine uzamış ki, onu gece gören korkudan düşüp bayılabilirmiş.

Sürgün kızın erkek kardeşlerinden biri, ablam demiş, tanıdığım bir berber var. Onu getireyim de yabancının şu perişan hali üzerinden gitsin. Geçen aynayı yüzüne yaklaştırdım. Korktu, yorganı başına çekti. Ağladı kaldı. Kızın anası, dün demiş ilk defa konuştu. Bana Ana dedi. Bende bir gözleme verdim eline. Gözlemeyi yedi elimi öptü. Yattı uyudu. Aynı gün berber gelmiş, Bey oğlunun uzun saçlarını kısaltmış, sakallarını tamamen almış. Bak bakalım yüzüne diye eline bir de ayna vermiş. Sürgün kız, yabancıyı görür görmez düşmüş bayılmış. Anası, babası ve kardeşleri ne oldu demişler. Bu yabancıyı kime benzetti acaba? Babası, Bey oğluna çok benzer demiş. Benzer amma, burası dünyanın öbür ucu.

Kız kendine gelince, babam demiş neredeyse eski kocam olduğuna yemin edebilirim. Anası kızım demiş insanlar ikiz yaratılmış diye bir söz var, olur mu olur. Aradan bir ay daha geçmiş. Bey oğlu dolaşmaya, hatta balık tutmaya başlamış. Evin gurbetten yeni gelmiş oğlu gibiymiş. Ancak konuşamıyormuş. Kızın babası onu şifahaneye götürmüş. Hekimbaşı, söylediklerimizi anlıyor demiş, kısa bir süre sonra konuşur. Senin yeğenindi değil mi? Kızın babası evet demiş, rahmetli ağabeyimin emaneti. Hekimbaşı seni tanırım balıkçı demiş, evde bekar bir kızın var. Madem bu genç de ağabeyinden emanet. Evlendir ikisini. Delikanlının hayatı düzene girer, belki de daha çabuk toparlanır.

Sürgün kızın babası, toplamış ailesini anlatmış Hekimbaşının dediklerini. Kız nedendir bilinmez hayır diyememiş. Bey oğluyla, evlenmişler. Bey oğlu çok da becerikli biriymiş. Ağları topluyor, tamir ediyor, gece sabahlara kadar ava çıkıyor, kızın erkek kardeşleriyle denizden beri gelmiyorlarmış. Kız, bir gün kocasına, beni demiş anladığını biliyorum. Evlendiğimiz günden beri sürekli benden kaçıyorsun. Aylar geçti. Her gün balığa çıkıyorsun. Ailem seni çok sevdi. Kardeşlerim, biz kendimize bir ağabey bulduk diyorlar. Babam ve anam da yeni bir oğul geldi hanemize diyorlar. Bana gelince, ben seni seviyorum yabancı.

Çünkü, kalbimin bir tarafı, sen bu adamı tanıyorsun diyor, bu o diyor. Sen Bey oğlusun değil mi? Beni çok seven, benim çok sevdiğim, ölen çocuğumun babası. O kötü kalpli anasının kurbanı. Sana da yaptı yapacağını değil mi? Bey oğlu, başlamış hıçkıra hıçkıra ağlamaya. Kıza sarılmış. Sürgün kız, ertesi sabah toplamış ailesini. Anam babam, kardeşlerim demiş. Kader ağlarını ördü mü böyle örüyor. Kocam Bey oğlu. Konuşamıyor doğru. Ancak yemin ederim ki o. Oğlum da yaşıyor. Şimdi dört yaşlarında falan olmalı. Ben kararımı verdim geri dönüyoruz. O Bey hatununu bu sefer elimden kimse alamayacak.

Günler sonra kafile bir kervanla şehre gelmiş, bir hana inmişler. Kız, hancının karısına, biz demiş komşu diyarlardan geldik, bu şehir hoşumuza gitti. Bir mülk alıp buraya yerleşmek dileriz. Hancının karısı, Bey hatunu şehrin hâkimi demiş, ona varacaksınız. Ondan izinsiz, habersiz bu şehirde kuş dahi uçamaz. Ertesi gün, Bey oğlu ve karısı, Bey hatununun huzuruna çıkmışlar. Bey oğlu, açmış sarılı olan yüzünü, ben geldim ana demiş. Bu kız, senin istemediğin ilk karım. Onunla yeniden evlendim. Önce oğullarımı bana vereceksin, sonra da Beyliğimi.

Kadın o köprülerin altından çok sular aktı demiş. Bey oğlu, ben demiş Payitahttan gelirim. Sultan Beyliğimi bana geri verdi. Evlatlarımın yerini bana değil. İlk oğlumun anasına söyleyeceksin. Sürgün kız, Bey hatununun yapışmış boğazına, sen demiş ne biçim anasın? Ne oğul bildin ne torun. Seni şuracıkta öldürürdüm amma, evladım senin elinde. Tam o sırada içeriye iki küçük erkek çocuğuyla kızın kardeşleri girmişler. Ablam demişler, biz hem senin oğlunu hem de Bey oğlunun diğer oğlunu bulduk. O kargaşada, Bey hatunu çekmiş kılıcını, oğlu ve gelinine saldırmış. Muhafızlar elindeki kılıcı almışlar, kadını şehirden çıkarıp götürmüşler.

Anlatırlar ki; Bey hatununu bir daha ne gören ne duyan olmuş. Bey oğlunun karısı hem kendi evladına, hem de Beyin diğer oğluna öyle güzel analık yapmış ki, o çocuk onu öz anası bilmiş. Sürgün kızın oğlu onu daha sonra doğan kardeşlerinden ayırt etmemiş. Şehir ve ahali, işte demişler ana bu, analık bu, analığı bu şehirde birçok kadın ve kız, sürgün kızdan öğrendi. Sürgün kız, başından geçenlerle değil, yapmış olduğu analığı ve hoşgörüsüyle herkesin gönlünde taht kurmuş. Bey oğlu ve onun soyundan gelenler analarına sevgide ve saygıda kusur etmemişler. Analarının hayır duasını almadan yola dahi çıkmamışlar. Sürgün kızın hikayesi denildiğinde ise, o güzel ve merhamet sahibi ananın hikayesini anlatmışlar herkese…

Şehir şehire, Sürgün kız sürgün kıza, Bey oğlu Bey oğluna, Bey Beye, Bey hatunu Bay hatununa, ağa ağaya, ana anaya, baba babaya, kardeş kardeşe, evlat evlada, Bey kızı Bey kızına, Köy köye, deniz denize, liman limana, han hana, ahali ahaliye benzer…

Bir kıssadır anlatılan. Her kıssadan bir hisse alına denmiştir. Bu hikâyede, anlatılanlarla bir benzerlik var ise, tamamen tesadüften ibarettir. Ne kimse gönül koya ne de alınganlık göstere…

Sürçü lisan eylediysek affola…

Bir daha ki sefere daha güzel bir hikâye anlatırız inşallah…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.