TIKANDI BABA

Muzaffer Kırmacı

Padişah, tebdil-i kıyafetle şehri teftişe çıkmış.

      Şehri dolaşmaktan bir hayli yorulmuş.

      Yolu bir kır kahvesine düşmüş. “Şu gölgelikte biraz nefesleneyim" demiş çekmiş bir iskemleyi oturmuş.

      Padişah, hem etrafa göz gezdiriyor, hem de konuşulanlara kulak veriyormuş.

      Herkesin kahveciye “Tıkandı baba” diye hitap etmesi padişahın dikkatini çekmiş.

      “Tıkandı baba bir kahve.”

      “Tıkandı baba bir ayran.”

      “Tıkandı baba bir şerbet.”

      Padişah merak etmiş.

      “Usta merak ettim, neden sana herkes Tıkandı Baba diyor?”

      “Uzun hikaye beyim. Boş ver.”

      “Anlat anlat pek merak ettim.”

      Kahveci başlamış anlatmaya.

      “Beyim herkesin çeşmesi gürül gürül akarken, benim çeşme af buyurun çocuk sidiği gibi akıyordu. Ben de elime bir sopa aldım tıkanıklığı gidermek için boruyu karıştırırken sopa kırılmasın mı? Bizim çeşme akmak şurada dursun damlamaya başladı. İşte o gündür bu gündür bana bu sebeple Tıkandı Baba diyorlar. Senin anlayacağın beyim elimi nereye atsam kurutuyorum.”

      Padişah adamın haline pek üzülmüş. Yardım etmeye karar vermiş.

      Padişah emir vermiş.

      “Falan yerde Tıkandı Baba adıyla maruf kahveciye her gün bir tepsi baklava götürüle. Her dilimin altına bir altın koyula.”

      Baklava “Padişahımızın hediyesidir” diyerek Tıkandı Baba’ya takdim edilmiş.

      Tıkandı Baba tepsiyi eve götürürken düşünmüş. “Ben bu baklavayı yesem ne olur, yemesem ne olur. En iyisi baklavayı satayım, parasıyla da evin ihtiyaçlarını alayım.”

      Baklavaya bir Yahudi talip olmuş. Sıkı bir pazarlıktan sonra almış.

      Alan memnun, satan memnun.

      Yahudi, her dilimin altında bir altını görünce, gözleri fal taşı gibi açılmış.

      Ertesi gün doğruca kahvecinin yanına gitmiş.

      “Baklavayı beğendim. Yine olursa hiç müşteri arama. Ben hepsini alırım. Yalnız fiyatı da biraz daha düşür.”

      Tıkandı Baba’nın canına minnet. Hazır müşteri. Kabul etmiş Yahudi’nin teklifini.

      Bir müddet sonra Padişah Tıkandı Baba’nın durumunu öğrenmek için ziyarete gelmiş.

      Gelişmeleri dinleyen Padişah, Tıkandı Baba’nın hayatında değişen bir şey olmadığını görmüş ve çok üzülmüş.

     Padişah “Bu adamı hazine dairesine götürün. Eline bir kürek verin. Kürek dolusu altını verin uğurlayın” demiş.

      Denileni yapmışlar. Tıkandı Baba küreği daldırmış altınlara bir de ne görsünler. Kürekte sadece 1 altın varmış. Tıkandı Baba meğerse  heyecanla küreği ters tutmuş.

      Şansı yine dönmemiş Tıkandı Babanın.

      Padişah hayretler içinde kalmış. Demiş ki;

      “Bu adamı bizim arazilere götürün. Eline aldığı taşı fırlatsın. Taşın düştüğü yerler Tıkandı Babanın olsun.”

      Tıkandı Baba eline aldığı taşı ancak ayak ucuna atabilmiş. Çünkü eline kocaman bir kaya almış.

      Padişah da o meşhur sözünü söylemiş.

      “Vermeyince Mabut, neylesin Sultan Mahmut.”

      Bu kıssadan bir ders çıkaracak olursak;

      Varlık sahibi zengin insanlar “kerameti kendilerinden menkul” sanmasınlar.

      “Ben çok çalıştım. Zekâmı kullandım. Akıllıyım.” demesin.

      Akıllı olmak, zekî olmak ve çok çalışmak elbette çok önemli. Ancak, Allah dilemedikçe bunların hiç bir önemi yok.

      Peki yattığımız yerde kısmet beklenir mi?

      Allah dilerse her şey olur. Ama bizim görevimiz yine de çalışmaktır.

      Bir de, toplumumuzda kıskançlık hastalığına yakalananlar vardır.

      Zenginleri kıskanırlar, haset ederler. Oysa bu, (hâşâ) Allah’ın taktirini sorgulamak olmaz mı?

      Allah verirken de imtihan eder, vermezken de imtihan eder.

      Allah lütfundan mı verir, kahrından mı biz bunu bilemeyiz.

      Eğer biz kul olarak, her halimize şükür edebilirsek kazanırız.

      Duamız ve temennimiz odur ki;

      İnşallah kazananlardan olalım.

     

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.