Tuluk

İsmail Detseli

Yağ tuluğu, bal tuluğu, pekmez tuluğu, peynir tuluğu…

Bu tuluklar bundan 50 yıl öncesine kadar malcılıkla uğraşan köylülerin vazgeçilmez katık saklama, ürünü uzun süre muhafaza etme işlerinde kullandıkları çok önemli işlenmiş bir deri idi. Bundan elli altmış yıl önceleri günümüzdeki gibi naylon bidon, çeşitlerinin ve teneke kutu gibi kapların pek olmadığı yıllardı o yıllar.

İşte yaz geldi sürü sahipleri yaylaya çıktılar. Davar sığırlar, kırlarda yetişen organik otlar ile beslenip bereketli bir yayla dönemi geçirdiler. Aileler yağ peynir yoğurt katıklarını alacaklar.

bu tuluklar yukarıda ifade ettiğim gibi gerek yaylada gerekse evde sağmal olan davar ve Tuluk, kesilen küçükbaş hayvanların derisi, davarı yüzme esnasında itina ile tuluk olarak malın sırtından çıkarılır. Ters döndürülerek bol su ile temizlenir ve kullanıma hazır edilir. Çıplak tuluğa gelince… Şayet çıplak tuluk olarak kullanılacaksa bu malzeme işte o zaman tuluğun kıllı tarafını taşlara sürterek ve çeşitli yöntemlerle tüyler yok edilir. Bu tulum kıştan önce alınan katıkların muhafaza edilmesinde kullanılır. Yayla veya köy evinin rutubetli bir yerinde güze kadar saklanıp güzün tekrar tuluğa alınarak artık kış saklamasına geçilirdi. Çıplağa peynirin basılmasının nedeni ise daha serin tutmasındandı.

Tuluğun en iyisi tiftik keçisinden olanıydı. Hele besi için bağlanıp kesilen hayvanın derisinin yağlı kısmının içine basılan peyniri besleyici özelliğinden dolayı adeta yağlı peynir haline getirirdi. Bunu kışın yemesi çok lezzetli olurdu.

Siz hiç bal veya pekmez tuluğu gördünüz mü?

Ben gördüm. Eskiden at ve katırlara sandıklarla bal pekmez yüklemiş satıcılar gelirdi. “Bal var pekmez var” diye köy içinde dolanarak satış yaparlardı. O yıllarda günümüzdeki gibi naylon bidon ve benzeri dayanıklı kaplar olmayınca ancak tuluklarla taşınırdı. Hatta şöyle bir nükte vardı:

Pekmez satan adamın yanına bir genç varır, “Pekmez kaç para” der. O da fiyatını söyler “tamam iki okka pekmez ver” deyince, satıcı tuluğun ağı bağını çözer. Tam bu sırada genç adamın cebine sarılır “Seni soyacağım” der. Adam avazı çıktıkça bağırıp yardım isterken şöyle der “Yetişin ümmeti Müslüman! Tuluğu bıraksam pekmez dökülecek, bırakmasam paralarım gidecek.” Böyle kötü bir iş gelince insanların başına bu nükteyi anlatırlardı.

Analarımız yaptıkları işi çok düzenli temiz ve tertipli yaparlardı. Sütü sağdıktan sonra onu ocağa koyar odun ateşinde taşma derecesinde kaynatır, süt içerisindeki bütün mikropları öldürürlerdi. Şimdikilere bakıyorum daha süt ocakta ısınmadan mayalayıp peynir yapıveriyorlar. Bunları yiyenlerde de birçok hastalık oluyor. Eskiden yaylalarda ve evlerin gerisindeki izbe tabir edilen yerlerde muhafaza edilirdi, yağ peynir gibi hayvansal ürünler. Şimdi buzdolapları, derin dondurucular, daha birçok elektronik aletler var. Ben burada acizane bir öneride bulunacağım. Kışa peynir saklamak isteyenlere tabii imkanları var ise…

Baharın süt ürünleri bol olur. Onları satmaya gelenlerden çalma peyniri alın, şayet evde var ise bir tuluğa yoksa bir naylon turşu bidonuna iyice ovaladıktan sonra sıkıca basıp bidonun ağzına bir sağlam bez bağlayın ya da tuluğun ağzını iyice iple bağladıktan sonra evin bahçesinde derince bir çukur eşip tuluğu altından birkaç yerini kalın çuvaldız ile delin.  Bidonda ise ağzını aşağı tarafa getirip çukurun tabanına biraz kum döküp peyniri oraya gömerek güze kadar üzerini ara sıra sulayıverin. Toprakta içerisinde kalan su varsa o kumun çekmesi ile peynir rahatça yatar, ne küflenir ne kokar. Güzün ihtiyaç olduğunda çıkarıp bahara kadar mis gibi kokan bu peyniri afiyetle yiyiniz.

Buzhanelerde elektrik kesilse kokma tehlikesi olur ama toprakta böyle bir tehlike olmaz toprağın beslediği gibi hiçbir şey de beslemez. Şunu da belirtmekte fayda vardır: Toprağa gömülmüş naylon bidondaki peynirin tadı tuluktaki kadar leziz olmaz.

Şimdi bu yazıyı eski analarımızın anlattığı bir masaldan kıssa ile bitirelim…

Zamanın birinde bir beldede yaşayan aileler arasında kan davası olmuş. Araya insanlar girmişler, ortamı yatıştırmışlar. Aileler arasında sükûneti sağlamışlar, ancak bazı kimselerin kışkırtmaları devam etmiş. Açıktan kanlılarına zarar veremeyen ailelerden oğlu olan taraf bir hinlik düşünür, karşı tarafın kızını oğluna ister ve barış durumunun devamını sağlamak istediğini belirtir. Kızı olan hakikaten barıştan yana olan aile evet der, kızlarını karşı tarafa verirler. Düğün dernek kurulur kız gerdeğe girer kocasının gelmesini beklerken dışarıda bazı konuşmaları duyar. Oğlanın anası “İçeri girince kızın daha duvağını açmadan karnına bıçağı sapla öldür demektedir. Oğlan da “tamam” der. Bunu duyan akıllı gelin hemen giysilerini duvağını evin gerisinde duran bal tuğuna giydirip onu insan şeklinde evin ortasına koyup kendisine ait olan gelin sandığının arkasına gizlenir. Anasından emri alan oğlan gerdek odasına girer girmez elindeki bıçağı gelin giysili tuluğa saplar. Akan sıvıyı kızın kanı zannederek üç avuç içer. Bakar ki çok tatlı aklı başına gelir. Ağlamaya başlar “ben ne yaptım senin kanın böyle tatlıydı da canın nasıldı” diye. Kız gizlendiği yerden çıkıp “öfken bal tuluğuna yiğidim, sen beni öldürmedin bıçak soktuğun şey bal tuluğu idi işte ben buradayım” deyince oğlan da çok sevinir kız da. Artık başkalarının sözünü dinlenmezler. Mutlu bir yuva kurup ömür sonuna kadar yaşarlar. İşte bir tuluk hikayesi de burada biter…

Afiyetle…

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.