ZİHİN TARİHİMİZ

Yusuf Alpaslan Özdemir

Yaşayan büyük mütefekkirlerimizden Hilmi Yavuz’un Türkiye’nin Zihin Tarihi’ni tekrar okuduğumda yazılanların tam da günümüz Türkiye’sini anlattığını gördüm, kitabın yayınından yıllar geçmesine rağmen. Türk kültürü üzerine kuşatıcı bir söylev alt başlığıyla Timaş yayınevinden çıkan Türkiye’nin Zihin Tarihi, Osmanlı kültürü ve zihin tarihinin, günümüz Türkiye’sinin fikir hayatının oluşumunun üzerindeki etkisini Hilmi Yavuz’un engin birikimi ve eşsiz üslubuyla sunuyor iddiasıyla tanıtılmış arka kapakta. Hilmi Yavuz sunuş yazısında ‘ Osmanlı’nın kuşatıcı estetik ve entelektüel mirası üzerine yazılanlar, maalesef çoğu defa bilineni tekrarlamaktan veya deskriptif olmaktan öteye gitmiyor. Halbuki, onun sistemli, kavramsal ve analitik bağlamda yeniden inşası gerekiyor. Şayet bu yapılmazsa Osmanlı kültürünün büyüklüğünü, sezgisel idrakimize değil, zihinsel idrakimize mal etmemiz mümkün olmayacaktır. Bu kitap, böyle bir idrake hazırlık mahiyetinde bazı mütevazi teklifleri içeriyor. Kitaptan daha fazlasını beklemek abes olur. Bununla birlikte tekliflerimin Osmanlı kültürünün yeniden inşasında bir manası olacaksa, elbette bundan bahtiyarlık duyarım’ diyerek kitabın mahiyeti ve yazılış amacı hakkında okuyucuyu bilgilendiriyor. 
Türkiye’nin Zihin Tarihi’nde makaleler üç bölüme ayrılmış: Osmanlı’nın Zihin Tarihi, Kültür Kimlik ve Demokrasi. İlk bölümde Osmanlı hakkında yanlış bilinenler, itirazlar; ikinci bölümde Batı kültürünü örnek alıp geçmişini yok etmeye çalışan bir ulusa teklifler, son bölümde de başta sivil toplum örgütleri olmak üzere yönetici ve yönetilenlere yüksek sesli uyarılar var. 
Hilmi Yavuz’un ilk ve en büyük eleştirisi Sabri Ülgener, çok az da Şerif Mardin ve Fuat Köprülü dışında aydınlarımızın Osmanlı zihniyet tarihiyle kuşatıcı bir şekilde ilgilenmemeleridir. Okullarda yanlış ve kabataslak öğretilen tarihi Emin Oktay Tarihi olarak değerlendirir, Osmanlı’yı resmi arşiv belgeleriyle değil, başta edebi eserler olmak üzere sanat eserleriyle daha iyi tanıyabileceğimizi savunur Hilmi Yavuz. Başbakanlık arşivindeki milyonlarca belgenin yalnızca üçte birinin tasnif edilebildiğini, geri kalan üçte ikisinin tasnif edilmeyi ve okunmayı beklediğini, bunun da yeni nesillere Osmanlıcayı öğretmekle mümkün olacağını savunan Yavuz; Osmanlı kültür ve medeniyetini soylu ama tepeden bakmayan, muhteşem ama insanı ezmeyen, büyük ama ürkütmeyen bir kültür olarak vurgular. 
İlk bölümdeki makalelerinde Osmanlı’da felsefe, ahilik, aydınlanma, tüketim, halifelik, hukuk gibi çetrefilli konular hakkında bilgiler ve teklifler sunan Hilmi Yavuz’un altını çizdiğim bazı fikirlerini burada alıntılamak istiyorum: 
‘Osmanlı kültürü eşyanın niteliğiyle değil, niceliğiyle ilgilenmiştir.’ 
‘Osmanlı İmparatorluğu’nun bürokratik ve despot bir devlete dönüşmesinin, Fatih Sultan Mehmet’le başladığını biliyoruz.’ 
Hepsi de ayrı tartışma konusu olabilecek özgün fikirler bunlar. İlk bölümdeki makalelerin Osmanlı’yı ve kültürünü farklı bir cepheden tanımaya ve değerlendirmeye yol açacağı tartışmasız bir gerçek, kanaatimce… 
Kitabın yarısının ayrıldığı Osmanlı müşehadelerinden sonra Türk kültürüne geçiliyor ikinci bölümde. Türk kültürünün kökenlerinin tanımlanması ve temellendirilmesinin şart olduğunu ileri süren Hilmi Yavuz, Cumhuriyetten sonra Batılılaşma ve Batıcı dünya görüşünün egemenliği altına giren Türk kültür ve fikir hayatının İlhan Selçuk gibilerinin iddia ettiğinin aksine Osmanlı kültüründen ve tarihi geçmişinden soyutlanamayacağını özellikle vurgular, Türk tarihini Cumhuriyetin ilanından başlatıp, öncesini tamamen yok sayan sözde aydınlara şiddetle karşı çıkar. Daha sonra birkaç makalesinde Türk felsefesinden, özellikle Ziya Gökalp ve Hilmi Ziya Ülken’den bahseden Yavuz, Türk kültürünün sistemleştirilmesi ve temellendirilmesi işine soyunur, burada da uzun uzun Ahmet Hamdi Tanpınar’ı konu edinir, son kitabıyla epey bir aşağılanan Murat Belge’yi eleştirir. Köylülük, ötekilik, lümpenlik, burjuvazi, Batıcılık, parçalı kimlikler, ulusal kişilik, aydınlar, musikimiz kitabın bu bölümünde değinilen kavramlar. 
Türkiye’nin Zihin Tarihinin son bölümü demokrasiye ayrılmış. Bu bölümde sivil toplum örgütleri, tek partili hayat, çokseslilik ve Türk jakobenizmi sorgulanıyor. Özellikle Atatürkçü Düşünce Derneği’nin sivil toplum örgütü olarak değil, devletin bir derin kurumu olarak kabul edilmesi oldukça ilginç. Ezeli rakip Attila İlhan üzerine eleştiri ağırlıklı değerlendirmeler de son bölümün temel konularından. Özellikle son bölümün dikkatle okunması ve üzerinde düşünülmesi gerek.
Geçmişimizden, geleneklerimizden, tarihimizden ve kültürümüzden uzaklaşmaya ya da uzaklaştırılmaya çalışan yayınların boğucu istilası karşısında Hilmi Yavuz’un ‘Türkiye’nin Zihin Tarihi’, gerçekten de serinletici ve bilinçlendirici bir işlev görüyor ve görecek şüphesiz. Osmanlı, Türk kültürü ve demokrasisi üzerine bilgi vermekten ziyade kuşatıcı yorum ve teklifler sunan kitap, Türk fikir hayatında tartışmaya açılmalı ve teklifleri değerlendirilmeli...

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.