Yeni Türkiye'nin IŞİD ile imtihanı

Yeni Türkiye'nin IŞİD ile imtihanı
Eğer Yeni Türkiye bir kültürel doku ve bir medeniyet havzasına gönderme bakımından bile İslam ile anlamlı bir zihinsel ilişki kuracaksa IŞİD bu temeli dinamitlemektedir.

Prof. Dr. Murat Çemrek Necmettin Erbakan Ünv.

Türkiye, 101 gün IŞİD tarafından rehin tutulan Musul Başkonsolosunun ve diğer 48 Konsolosluk personelinin “MİT operasyonu” marifetiyle kurtarılarak ülkeye dönmesiyle geçtiğimiz hafta boyunca adeta bir bayram havası yaşadı. Rehine krizi boyunca vatandaşlarının can güvenliğini riske atmaktan çekinen Türkiye’nin artık bu endişesinin ortadan kalkmasıyla ABD öncülüğünde IŞİD’e karşı kurulan koalisyona katılıp katılmayacağı ve katılması durumunda da nasıl bir fonksiyon üsteleneceği hemen hemen hepimizin aklına gelen ve derinlemesine kurcalayan ilk sorular oldu. Türkiye’nin önündeki en büyük çekince kalktığına göre koalisyona katılmasından daha doğal bir şey olamayacağını başta ABD Dışişleri Bakanı Kerry olmak üzere ileri sürenler olduğu gibi Türkiye’nin koalisyona katılmasıyla IŞİD’in sivil halkı hedef alan terörist eylemleri ülke topraklarında gerçekleştirmesi ihtimalini nasıl bertaraf edileceğinden tutun da mevcut hava operasyonlarının bir kara harekatına dönüşmesi durumunda Türkiye’nin böyle bir harekatın sonuçlarını iyi değerlendirmek durumunda olması gerektiğine dair farklı endişeler gündemdeki yerini aldılar.

Türkiye’nin coğrafi kaderi

İşin gerçeği bu endişeler hiç de yersiz değil. ABD’nin Afganistan ve Irak’ı işgali sonrasında bırakın kara harekatını her iki ülkede de güvenliği sağlamak ve sonrasında yerel güvenlik güçlerini eğitmek de dahil olmak üzere uzun vadeli pratiklerine rağmen her iki ülkenin bugünkü kaotik durumu bahsettiğimiz endişeleri gayet haklı kılmaktadır. Bu endişeleri besleyen ikinci faktör, hava harekatı başarılı olsa bile -kara harekatı ile desteklenmeden- IŞİD’in bölgedeki varlığını tamamen ortadan kaldırılmasa bile bu örgütün belinin kırılamayacağı ortadadır. Dahası ABD ve diğer Batılı ülkelerin bölgeden ayrıldığında Türkiye ‘coğrafi kaderi’ gereği üzerinde bulunduğu coğrafyayı ve buradaki varlığını hesaba katmak zorundadır. IŞİD’in hem başrol oyuncusu hem de yönetmenlik koltuğunda oturduğu bir korku filmini tüm dünya olarak izlemekte olduğumuzu düşünürsek Türkiye’nin koalisyon ortağı olmasıyla ülkenin çeşitli terör saldırılarının açık hedefi haline geleceği aşikardır. Aynı parametrelerden hareketle IŞİD’e karşı düzenlenecek her türlü operasyona sıcak bakan ve Türkiye’nin katılımını destekleyenlere gelince, Türkiye’nin sınırlarını koruyabilmesinin yolunun bu operasyonu desteklemekten geçtiğini ifade etmektedirler. Hatta onlara göre, IŞİD’in bunca mesafe kat edebilmesi ABD başta Batılı devletlerin, tüm dünyanın eğer zımnen destek vermiyorlarsa şu ana dek başını kuma gömmüş olmasıdır. Şu an gezegenimizi de ilgilendirdiği üzere Türkiye’nin yanı başındaki gözü dönmüş cani bir örgüte karşı nasıl bir yol izleyeceğine dair hepimiz nefesimizi tutmuş hükümetin vereceği kararı bekliyoruz.

Yeni Türkiye’nin bir anlamı varsa ve bundan sonra da olacaksa ABD’nin Irak’ı işgali karşısında 1 Mart tezkeresi gibi tutum belirlemeyi gerektiren bu konuda ilk AK Parti hükümetinin fincancı katırlarını ürkütmeden meseleyi aştığı gibi mevcut hükümet de bir çözüm üretmek durumundadır. Zira IŞİD’in bizatihi varlığı başta Türk dış politikasının AK Parti iktidarlarınca yeniden şekillenmesi dolayısıyla ortaya konan Yeni Türkiye’ye karşı bir meydan okumadır. Bundan dolayı yaşananlar aslında Yeni Türkiye’nin IŞİD ile imtihanı değil de nedir? Ya AK Parti iktidarları boyunca süren dönüşümü destekleyen en önemli alanlardan biri olarak dış politika IŞİD fitnesini aşarak daha muhkem bir çerçeveye kavuşacak ya da kronik karşıtlarının eline Hükümet gümüş tepside bir fırsat ikram etmiş olacaktır.

Elbette IŞİD sadece AK Parti’nin sorunu değildir aynı zamanda İslam ve medeniyetinin, hilafetin ve daha temelde merhametini arayan bir dünyanın sorunudur.

Ağustos sonlarında AA’na bir mülakat veren Yusuf el-Kardavi (Dünya Müslüman Alimler Birliği Başkanı), IŞİD lideri Ebu Bekir Bağdadi’nin Haziran sonunda ilan ettiği ‘hilafetin’ hiçbir anlam taşımadığını belirtirken şunların altını çizmekteydi: “Bazı grupların aceleci ve aşırı görüşlerle ‘İslam devleti,’ ‘İslami emirlik’ ya da ‘hilafet’in temsilcisi olduklarını iddia etmeleri bu kavramları ayağa düşürmekte, gerçek hilafet sistemini de itibarsızlaştırmaktadır.” El-Kardavi’yi haklı kılan İslam tarihi boyunca eşzamanlı birbirinden farklı hilafet yapılanmaları olduğunda bile Yezid’inki de dahil olmak üzere hiçbiri bu cani bir topluluk gibi hilafeti kendileriyle özdeşleştirmediler. El-Kardavi IŞİD ve benzeri aşırılık yanlısı örgütlenmelerin ortaya çıkışı hakkında ise şunları söylemektedir: “Müslümanlar arasında radikal grupların ortaya çıkma sebebi hem dünyadaki süper güçlerin hem de İslam dünyasındaki yönetimlerin halklar üzerinde kurdukları zulümlerdir. Bu baskılara tepki olarak aşırı grupların Allah yolunda savaştığını düşünen bazı Müslüman gençler, radikallerin peşinden gidiyor. Bu çok büyük bir sorun. İslam aşırılığı kabul etmez.” El-Kardavi kuramsal olarak haklı olsa bile sosyolojik ve siyasal bir gerçeklik olarak ulus-devletlere parçalanan İslam ümmeti kendisine bu dini getiren Peygamberinin (SAV) “vasat ümmet” çizgisinden çok ötelere savrulmuş durumdadır. Müslüman toplumların totaliter veya otoriter siyasal elitleri eliyle maruz kaldıkları şiddet, onları radikalleştirirken ümmetin birliği gün geçtikçe uzak bir nostalji veya iyimser bir ütopya olarak ötelenmektedir. İslam’ın sözlük anlamının barış/esenlik olması bile giderek sivillerin hayatını kaybettiği, yaralandığı ve her türlü menfi durumlara maruz kaldığı terör görüntüleriyle örselendikçe IŞİD İslam’ın tabiatına, ontolojisine ve epistemolojisine Moğol veya Haçlı istilalarının yapmadığı zararı vermektedir.

Dini değil cani topluluk

Savaşın bir cinnet hali olduğuna şüphe yok fakat eğer insanlık tarihini bir savaş tarihi olarak okursak ilk hukuk metinlerinden başlayarak “adil savaş” kavramı ve savaşın hangi şartlarda zaruret olduğu ve savaşta ne kadar şiddet uygulanacağını görürüz. Kısacası, kadim zamandan itibaren dinler sundukları hukuk ve ahlak bağlamlarıyla savaşın sınırlarını çizmişlerdir. Öte yandan bu cinnet doğasına rağmen savaşlar; stratejisi, taktikleri ve lojistiğiyle bir rasyonalite barındırdığından IŞİD’in ele geçirdiği sivil rehinelerin vatandaşı bulundukları ülkelere gözdağı vermek için hunharca boğazlayarak katletmesi bütün insanlık tarihi boyunca edinimimizin ayaklar altına alınmasından başka bir şey değildir. IŞİD başta bu eylemleriyle şiddeti lümpen bir şekilde normalleştiriyor, banalleştiriyor kısacası sıradanlaştırıyor. Eğer şiddet bu kadar normal ise o zaman IŞİD de kendisine zihinlerimizde norm/al olarak yer ediniyor. Bu bizi bekleyen daha büyük bir felaketin habercisi olarak mensubu bulunduğumuz İslam medeniyetinin ve onun temel taşlarından merhametin sürgüne gönderilmesi anlamına geliyor. Eğer Yeni Türkiye bir kültürel doku ve bir medeniyet havzasına gönderme bakımından bile İslam ile anlamlı bir zihinsel ilişki kuracaksa IŞİD bu temeli dinamitlemektedir. O yüzden IŞİD ile her ortamda mücadele Yeni Türkiye’nin merhamet odaklı yaklaşımı gereği zorunludur.

IŞİD’in rehineleri bırakması kronik AK Parti karşıtlarının hükümetin dış politikasını üzerinden Yeni Türkiye’yi istihza etmelerini mümkün kılarken bu güruh adeta mal bulmuş Mağribi gibi AK Parti’nin Aşil topuğunu sapanladıklarını düşünmektedirler. Halbuki dış politika Yeni Türkiye’nin Aşil topuğu, yumuşak karnı veya en zayıf halkası olmayıp belki de en güçlü olduğu alandır zira kendi mimarını Başbakanlığa taşıyabilmiştir. Yeni Türkiye’nin bir kavram olarak şekillenmesinde Türk dış politikasındaki dönüşüm etkileyici hatta belirleyici olmuştur. Bu dönüşümü aynı alaycı grup adeta bir kentsel dönüşüm gibi her şeyin yıkılıp yeniden yapıldığı bir inşa faaliyeti olarak görmek istemektedirler. Halbuki Türkiye Cumhuriyeti bile bir rejim değişikliğine rağmen Feroz Ahmed’in ifadesiyle selefi Osmanlı’nın küllerinden doğmuştur, yani yoktan var olmadığı gibi gökten zembille de inmemiştir.

Dış politika güçlü halka

Yeni Türkiye’nin altyapısını hazırladığını iddia ettiğimiz Türk dış politikasında en önemli değişim ise daha öncesinde kokmaz bulaşmaz olabildiğince statükocu bir dış politika yerine proaktif bir yaklaşım ile önalan bir dış politikanın artık kurgulanabilir olmasıdır. Eskiden Batılı müttefikleri kınarsa ancak kınayabilen, Washington ve Brüksel’in ağzının kokusuna alıştığından onların ağzından çıkanlara göre küçük manevraları marifet sayan, müttefikleri yenildiği için yenilmeyi ve eğer onlar kazanırsa zafer masasında kendisine gösterilecek yere razı olan, kendisini merkeze değil de muhayyel bir doğu ve imgesel bir batı arasında farazi köprü olmayı başarı sayan bir Türkiye vardı. Artık bu değiştiğine göre Türkiye hassaten kadim Levant’ta adam yerine konulacaksa ön aldığı kadar risk de alacaktır ve bölgesel ve/ya küresel aktör olmanın gereği de bu risk kapasitesiyle doğrudan orantılıdır. Ortadoğu eskiden Türk dış politikası için Latin Amerika’dan bile uzaktı çünkü öyle olması gerekiyordu zira Türkiye bu “sorunlu” alana girmemeliydi. Fakat Kürt sorunu, mülteci sorunu veya insan kaçakçılığı sorunu gibi Türkiye’nin istese de istemese de bu bölgede oldu[undan etkilendiği sorunlardı. Türkiye Ortadoğu politikasında etkin bir aktörün nasıl olunacağını Mavi Marmara krizi ile öğrendi. Arap Baharı’nda Libya’daki tahliye operasyonu ile neredeyse bir ay gibi kısa bir sürede yirmi bin vatandaşını ve bin kadar da başka ülkelerin vatandaşlarını kurtarmayı başarmasıyla bu alan bilgisini derinleştirdi. O yüzden 49 vatandaşının nasıl olursa olsun kurtulmuş olması her türlü sevincin ötesinde ve Mavi Marmara’dan, Libya tahliyesinden, Lübnan’da kaçırılan pilotların teslim alınmasına kadar tecrübeler yumağından beslenmiştir.

Ateşten gömlek

Yeni Türkiye denilince bu kavramla inceden inceye alay edip “bunun neresi yeni?” diye soranlara sadece şu misali vermek bile yeterlidir: AK Parti iktidarı öncesinde vatandaşı oldukları ülkede kendilerine imzalattırılan senetler nedeniyle hastanelerde rehin kalınırken “velev ki takasla” ama ne olursa olsun şu an yeryüzünün en cani örgütünün rehine olarak aldığı 49 vatandaşını burnu bile kanamadan kurtarabilmek Yeni Türkiye’dir. Böylece kendisine meydan okuyan IŞİD karşısında Yeni Türkiye en azından bir diplomasi zaferi elde etti ama görünen o ki IŞİD ile topyekûn bir savaş kapıda. Bunun habercisi ise Türkiye’nin sadece rehine olan vatandaşlarını değil birkaç günde 150 bin kadar da mülteciye kucak açması ve toplamda iki milyondan fazla Suriyeliyi konuk ediyor olmasıdır. Her türlü iktidar elbette ateşten gömlektir ve Yeni Türkiye iktidarında şu an ateşten gömleğin adı IŞİD olmuştur.

Prof. Dr. Murat Çemrek Konya Necmettin Erbakan Ünv. Ulus. İliş. Böl.

[email protected], @cemrek

Kaynak: Star Gazetesi

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.