Bolşevik Devrimin 100. Yılında Rusya

Bolşevik Devrimin 100. Yılında Rusya
Modern Rusya’nın kültürel, kurumsal ve toplumsal temelleri şüphe yok ki selefi Sovyetler Birliği’ne ve yüzyıl geriye gittiğimizde “Rus Devrimi” denilen bir dizi olaylar silsilesine dayanıyor

Modern Rusya’nın kültürel, kurumsal ve toplumsal temelleri şüphe yok ki selefi Sovyetler Birliği’ne ve yüzyıl geriye gittiğimizde “Rus Devrimi” denilen bir dizi olaylar silsilesine dayanıyor. Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda patlak veren ve 1917 yılının Mart ve Ekim ayları arasında cereyan eden bu olaylar, Rusya’da 862 yılında Rurik hanedanıyla başlayıp, 1613’te Romanov hanedanıyla süregelen bin yıllık Çarlık rejimine son vermişti.

Eski Rus takvimine göre 24-25 ekime fakat modern takvime göre 6-7 kasıma tekabül eden Bolşevik devrim, dış politikada Rusya’nın Birinci Dünya Savaşı’ndan büyük kayıplarla çekilmesine neden olurken, içeride ise beş yıl sürecek olan bir sivil savaşı başlatmıştı. Vladimir İlyiç Ulyanov, ya da devrimci mahlasıyla bildiğimiz Lenin önderliğindeki Bolşevikler Rus Sivil Savaşı’nı kazanarak iktidara yürümüş ve 20. yüzyılda her anlamda büyük bir iz bırakan Sovyetler Birliği kurulmuştu.

Ancak hem Lenin hem de ardılları Josef Stalin, Nikita Kruşçev ve Leonid Brejnev tarafından Bolşevik devrimin ideolojisini Rusya ile beraber Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ni (SSCB) oluşturan 15 federal cumhuriyete yerleştirmek hiç de kolay olmamıştı. Fakat günün sonunda Rus Devrimi, Lenin’in ihdas ettiği “Yeni Ekonomik Siyaseti”, 22 milyon kilometrekareyi aşan Sovyetler Birliği topraklarının tümünde, çoğu zaman terör ve baskıyla da olsa uygulayan, Rusçanın dil birliği ve komünist enternasyonalizmin ortak paydasında inşa edilen Sovyet-adamı kimliğiyle içeride patrimonyal bir parti-devleti sistemini kurmayı başarmış tarihi bir olgudur.

Dış politikada ise ABD’nin başını çektiği kapitalist blokla askeri, kültürel, ekonomik ve teknolojik alanlarda 70 sene rekabet edebilen SSCB, bu anlamda modern zamanlarda Batı’ya kendi medeniyet paradigması ve merkezi planlamasıyla meydan okumayı başarmış ilk siyasi-ekonomik model olma özelliğini taşımaktadır. Bu modeli ayakta tutmaya çalışan son Sovyet lideri olan Mihail Gorbaçev’in Glasnost ve Perestroyka reformları yeterli olmamış ve yüzyılın sonunda SSCB misyonunu tamamlayarak tarih sahnesinden çekilmiştir.

Yüzyıl sonra gelen intikam: Sovyet-sonrası Rusya’da muhafazakâr karşı-devrim
Rusçada “çoğunluktan yana taraf olmak” anlamında kullanılan, 20. yüzyılın başında Lenin ve yoldaşlarının Sosyal Demokrat İşçi Partisi tarafından siyasallaştırılan ve bu itibarla popülerlik kazanmış olan “Bolşevik” kelimesi, 1990’larla beraber neredeyse SSCB’den Rusya Federasyonu’na (RF) aktarılan bütün olumsuz mirası çağrıştıran pejoratif bir kullanıma dönüşmüştür. Dolaysıyla, Bolşevik devrimin mantalitesiyle inşa edilen ve yıkılmaz sanılan Sovyet modelinin yıkılışı, Kızıl Bolşeviklere karşı Beyazların, yani yüz yıl önce devrime karşı çıkanların, geç de olsa kazandığı bir karşı-devrim sürecinin bugünkü Rusya’da devam ettiğini gösteriyor.

Tıpkı Bolşeviklerin SSCB döneminde Çarlık rejimine ait yer isimlerini değiştirdiği gibi, Sovyet-sonrasının karşı-devrimci anlayışı da tekrar bu isimleri (örneğin Leningrad’ı yeniden St. Petersburg’a ya da Sverdlovsk’u yeniden Yekaterinburg’a çevirerek) sembolik de olsa bu sürece sahip çıktığını göstermiştir. Ancak bu süreç, Batılı çevrelerin SSCB dağıldıktan hemen sonra umduğu gibi liberal ve demokratik bir çizgide ilerlemedi. Aksine Rus tarihinin geçmişe bağımlılık olgusundan neşet eden ve 1990’lar boyunca yeni Rusya’nın Batı karşısındaki kompleksli duruşuna karşı muhafazakâr bir tepkiselliğin ortaya çıktığı bir döneme doğru evrildi.

Rusya’da yaptığı titiz kamuoyu araştırmalarıyla bilinen bağımsız ve saygın bir düşünce kuruluşu olan Levada Merkezi defalarca bu tepkileri ölçerek, uyguladığı neo-liberal politikalarla Sovyetler Birliği’nin dağılmasına neden olduğunu düşündüğü Gorbaçev ya da şok terapi reformlarıyla 1994 ve 1998’de iki defa ülkeyi ekonomik krize sürükleyen Boris Yeltsin gibi liderleri Rus halkının pek de hayırla yad etmediğini gösterdi.

Putin’in ‘Velikorus’ ideali: Yüz yıllık devrime karşı bin yıllık gelenek
Sovyetler Birliği döneminde, Bolşevik devrimin başarısı için geçmişin değerleri yok sayılarak Çarlık döneminin feodal imgeleri ve sembolleri ayaklar altına alınmış ve ateist propagandayla dinin komünizm karşısında panzehir olma işlevi etkisiz hale getirilmek istenmiştir. Komünizmin ideolojik bağlayıcılığının ortak paydası altında bir kimlik inşasını Sovyet tarih yazımıyla perçinleyen Rus devleti, SSCB dağıldıktan sonra, uzun bir süre yeni bir ideoloji arayışına girmiştir.

Bu arayış, Vladimir Putin’in 2000 yılı Mayıs ayında başkan seçilmesiyle beraber, yukarda sözünü ettiğimiz yeni muhafazakâr dip dalganın da etkisiyle, Rusya’da “geleneğin yeniden icat edilmesine” zemin hazırlamıştır. Putin için burada söz konusu olan gelenek, SSCB’nin pozitivist-ilerlemeci tarih algısından hızla uzaklaşarak, Rusya’nın bin yıllık devlet geleneğine ve onu oluşturan sembol isimlerin mirasına dönmekle mümkün olacaktır. Bu minvalde, örneğin Aziz Vladimir döneminde kabul edilen Ortodoks inancına sahip çıkmak, Bilge Yaroslav gibi Rusya’ya kanuni bir nizam koymak ya da Büyük Petro, Büyük Katerina ve feodal Rusları özgürleştiren Salahkâr Çar II. Aleksandır gibi Rusya’yı modernleştirmek, yeni fetihlerle büyütmek ve yeni bir vizyon aşılamak, bu bin yıllık geleneğin ulvi değerleri olarak görülüyor.

Putin ve Medvedev başta olmak üzere Rusya’nın yeni nesil muhafazakâr liderleri bu anlayış çerçevesinde, komünizmin yerine milliyetçi ideolojiyi hem devlet düzeyinde hem de halk arasında ikame etmektedirler. Bu amaca binaen Birleşik Rusya Partisi hükumeti, Sovyet döneminde hor görülen Rus Ortodoks Kilisesi’ne itibarını iade ederek Rusların maneviyatının güçlendirilmesi ve devletle toplum arasında komünist dönemde oluşan uçurumun kapatılması için kiliseye önemli bir misyon yüklemiştir.

Aile kurumunun giderek zayıflaması sebebiyle demografik olarak da gerileyen Rus toplumunun geçmişle barışması ve Ortodoksluk ve Slavlıkta var olan geleneksel kodlarına dönmesi Putin yönetimi için çok elzemdir. Votka kültürüyle anılan bir ülkede, hele ki kameralar önünde bile sarhoş olduğunu gizlemeyen Yeltsin gibi bir başkandan sonra iktidara gelen Putin için, judo yapan, ata binen, buz hokeyi oynayan, yüzen ve diğer sporları deneyen bir başkan profili çizmek, Rus halkına devletin tepesinden verilen çok önemli bir mesaj olarak okunmalıdır. Bu mesaj, aslında Putin’in inşa etmek istediği yeni Velikorus (Büyük Rus) kimliği ve bu kimliğin ileriye taşıyacağı büyük Rusya idealine işaret ediyor.

Sovyet geçmişine karşı “iki arada bir derede” kalan Rusya
Bu idealin bir kısmını iktidarda bulunduğu son 17 senede gerçekleştirebilen Putin, Rusya’yı yeniden ayağa kaldıran lider olarak görüldüğü için, girdiği her seçimden başarıyla çıkmış ve Rus halkının kendisine olan teveccühü, özellikle Kırım’ın ilhak edilip Rusya’ya katılmasından sonra yüzde 80’lerin üzerine çıkmıştır. Ancak halkın Putin’e olan desteği, Rusların Sovyet geçmişine de aynı oranda mesafeli yaklaştığı anlamına gelmiyor. Yine Levada Merkezi’nin son on yılda yaptığı araştırmalar gösterdi ki Stalin ve Lenin Rus halkının en çok sevdiği tarihi kişilikler olarak toplumsal mantaliteyi şekillendirmeye devam ediyor. Ruslar halen hatırı sayılır oranlarda Stalin ve Lenin’e olan saygısını belirtirken, özellikle genç kuşaklarda bu oranların gittikçe azaldığı görülüyor. Genel itibariyle Ruslar Bolşevik devrim karşısında bölünmüş bir toplumsal portre çizse de, geleneksel Sovyet tarih yazımının etkisinden de kurtulabilmiş değiller. Fakat yüzyıl önceki devrimin bugünkü Ruslar arasında heyecanını yitirdiği de yadsınamaz bir gerçeklik.

Bilhassa 1990’lardan beri yapılan tartışmaların başında, Rus devletinin Lenin’in naaşını korumak ve müzede sergilemek için neden halen para harcadığı ve neden gömülmediği konusu geliyor. Bu tartışmaların iki kutbunu genelde liberaller ve komünistlerin karşıt tezleri oluştursa da, iktidardaki Birleşik Rusya Partisi ve diğer partilerde de bu konuda homojen bir yaklaşım oluşmuş değil. Üstelik tartışmalar hem devlet Duma’sı hem de sivil toplum düzeyinde, sadece Lenin ve Stalin ya da diğer Sovyet parti liderleri üzerinden değil, aynı zamanda ve genellikle Rusya’nın komünist geçmişiyle, bilhassa Stalin dönemindeki terör, baskı ve sürgün politikalarıyla yüzleşilmesi, Çarlık dönemlerine ve Romanov hanedanına iade-i itibar edilmesi, Ortodoks Kilisesi’nin vakıf mallarının iadesi ve benzeri birçok hassas konuda yapılıyor.

Başkan’ın kendisinin Sovyet geçmişiyle olan ilişkisi vatanseverlik çizgisinde kalırken Putin, en başta Lenin ve Stalin olmak üzere Komünist parti liderleri ve elitlerine karşı pek de sevecen görünmedi. Her fırsatta Sovyetler Birliği’nin dağılmasını iktidardaki Komünist Parti’nin yanlış ve aşırıcı politikalarına bağlayan Putin, Lenin ve Stalin arasındaki komünizm tartışmalarının Rusya’nın altına adeta atom bombası yerleştirdiğini ve nihayetinde SSCB’nin yıkılmasına zemin hazırladığını düşünüyor. Putin için Bolşevik devrimin yüzüncü yılı ancak ve ancak Rus halkının birleşmesine vesile olan bir konu olduğu sürece itibar görebilir ve bu konuda Rusya’da henüz din karşıtı kızıllarla yeni gelenekçi beyaz kamp arasında bir uzlaşma sağlanabilmiş görünmüyor.

Yüzyıl sonra yine geçmişe bağımlılık ve yeni Rusya modeli
Batılıların oryantalist yanılgılarının aksine, Bolşevik devrim yüz yıl önce Rus devletini demokratikleşme ve kapitalistleşmeden alıkoyan bir gelişme olmaktan ziyade, tamamen Rus tarihinin nev-i şahsına münhasır koşullarının, geleneksel otokrasinin komünist ideolojiyle harmanlanmasıyla ortaya çıkan bir anlayışı Rusya’da yerleştirdi. Aradan geçen yüzyılda komünizm geçerliliğini yitirmesine rağmen, bu otokratik anlayış liberalizmi değil, Kiev Rusya’sı, Büyük Moskova Knezliği veyahut 19. yüzyıldaki Çarlık Rusya’sının Slavcı-Ortodoks muhafazakarlığında olduğu gibi, yeni bir muhafazakarlığı Rus devlet ve toplumuna dayatmaya başladı.

Sovyetler Birliği yıkılsa da Rus devleti ve toplumu tarihinden getirdiği kültür ve kurumları muhafaza etmeye devam ediyor. Ancak şu bir gerçek ki bu kurumlar ve kültürün içeriğini, son yüzyılda büyük oranda Bolşevik devrimin Rusya’ya soktuğu anlayışlar belirledi. Bu haliyle bugün Rus ekonomik modeli diye bilinen ve Ruslara özgü devletin piyasadaki en büyük girişimci olarak kaldığı karma ekonomik sistem ya da bütün eski Sovyet ülkelerindeki bir yönetim şekline dönüşen ve Putin Rusya’sında bariz bir şekilde gördüğümüz anayasal otokrasilerin varlığını açıklamak başka bir şekilde mümkün görünmüyor.

Rusya başta olmak üzere bütün Sovyet-sonrası geçiş ve dönüşüm ülkelerinde bu türden bir geçmişe bağımlılığı, örneğin Çar’ın etrafındaki Boyar elitlerinin Sovyet sisteminde Komünist Parti’nin “nomenklatura” elitlerine dönüşmesi ve nihayetinde söz konusu oligarşik yapının yeni Rusya modelindeki karma ekonomik sistemde oligarklara dönüşmesini, tarihin süreklilik ve değişim perspektifinden kolayca anlamlandırabiliriz. Putin ve Kremlin çevresi bu modeli dış politikada Avrasyacı bir söylem ve NATO ile girilen yeni rekabet ortamında ulusal güvenlik paradigması üzerinden meşrulaştırmaktadır. İçerde ise Korkunç (IV.) İvan’ın 16. yüzyılın ikinci yarısında gizli polis teşkilatı Opriçnina’yı kullanarak kendisine muhalif Boyarların canlarına ve mallarına kastederek Rus devletinde nizamı tesis etmesine benzer bir biçimde, eski bir KGB elemanı olan Putin de günümüzde devlete muhalif oligarkları “kimi zaman” aynı metotlarla alt etmeyi başarmış ve Rusya’yı yeniden merkezileştirebilmiştir. Bu zaviyeden bakıldığında, çoğu Batılı çevrenin kendisine yakıştırdığı “modern çar” unvanını da hak etmiş görünüyor.

Kaynak:Anadolu Ajansı

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.