Gözyaşlarının ıslattığı hatıralar

Gözyaşlarının ıslattığı hatıralar
“İmam Hatipliler Hak Yolunun Yolcuları” adlı yazı dizisinde yer alan isimler Okula başladıklarında 280 kişiydiler. 49 kişi sınıfta kalmadan mezun oldular. Bu çalışmaya başladığımda bu 49 kişiden o gün için 35 kişi sağ idi.

“İmam Hatipliler Hak Yolunun Yolcuları” adlı yazı dizisinde yer alan isimler Okula başladıklarında 280 kişiydiler. 49 kişi sınıfta kalmadan mezun oldular. Bu çalışmaya başladığımda bu 49 kişiden o gün için 35 kişi sağ idi. Onlardan erişebildiklerimle tanıştım, konuştum ve onları dinledim. Onların anlattıkları, gözyaşlarının ıslattığı hatıralardı.

O OLMASAYDI…

İmam Hatip Okulunun ilk mezunu olan ağabeyler, hem ağladılar, hem anlattılar hatıralarını. Gözyaşlarının ıslattığı satırlar, gözyaşlarının ıslattığı hatıralardı bu hatıralar.

Onların döneminde birçok şey çok zordu. Ancak bunların en zoru okumak, okumaya devam edebilmek ve okulu bitirebilmekti.

Bunu başarabilen insanların, ibret dolu, çile dolu, yalnızlık dolu hayatları içerisinde tutundukları dallar vardı.

O dallardan bir tanesi vardı ki, onu anmaya başlayan her ağabey, gözyaşlarına hakim olamadı. Hem ağladı, hem anlattı hatıralarını…

O olmasaydı biz okuyamazdık, bugünkü günlerimizi göremezdik diye anlattıkları, her namaz sonrasında ruhuna Fatihalar gönderdikleri hocaları rahmetli Hacıveyiszade Mustafa Kurucu Hocaefendiydi.

O onlara uzanan bir şefkat eli olmuştu.

Öğrencileri İmam Hatip Okulu açıldığında Hacıveyiszade Hocaefendi, Leyla’sına kavuştu diye anlatıyorlardı.

Anlatanı, dinleyeni ve yazanı ağlatan hatıralar dinledim. Onlarla 1945’li yılların Konya’sında ve Konya köylerinde dolaştım.

Bazen elli yıl öncesine, bazen 60 yıl, bazen de seksen yıl öncesine kadar uzandı hatıralar. Çocukluktan günümüze kadar geldi anlatıla anlatıla…

Hafızalarına, hiçbir ayrıntıyı unutmayan zekalarına hayran kaldım.

Hayatta olmayanların mekanları cennet olsun. Rabbim yaşayanlara sağlık nasip etsin, sıhhat nasip etsin ömürlerini uzun eylesin inşallah..

haci-veyiszade-dua-ederken.jpg

ŞEHİRDE OKUMAK NASIL BİR DUYGUYDU, BİLİNMİYORDU

Konya, İmam Hatip Okulu açılmadan yıllar önce, bilerek yada bilmeyerek geleceğin Müftülerini, vaizlerini, din görevlilerini ve öğretmenlerini geleceğe hazırlamak için hazırlık yapan bir şehirdi.

Eski bir Başkent olması, Anadolu içinde hatırı sayılır bir kültür merkezi olması, eskiden beri eğitime, okumaya meraklı insanları yetiştirecek, elinden tutacak, destekleyecek bir yapıya sahip olması, Konya’yı diğer Anadolu şehirlerinden farklı özelliklere sahip kılıyordu.

Yasaklara ve takiplere rağmen Kuran öğretmeye hazır hocalar, çocuklarını o hocalara göndermekte tereddüt etmeyen aileler vardı.

Hakkı Özçimi, Azade Osman Efendi, Dorlalı Nasır Efendi, Derbentli Mustafa Efendi, Hacı İsa Efendi gibi Hocalar Kuran ve Arapça öğrenmeye hevesli gençlerin elinden tuttular.

Köylerdeki İmamlar kabiliyetli gördükleri çocukları, Konya’ya yönlendirdiler.

1950 yılına kadar yetişen çocukların hayalini yalnızca “ Hafız” olmak süslüyordu.

O günleri anlatanların ifadesiyle, Demokrat Parti, Hafız Mekteplerinde yetişen, Hıfzını tamamlayan, Arapçayı fasih bir şekilde konuşmaya başlayan gençlerin önüne, yeni bir hedef koydu.

Bu hedef, İmam Hatip Okuluna giderek, o zamana kadar yasalarla, yakalanma korkusuyla okunan Kuran ve diğer dini bilgilerin resmi bir şekilde okunabilme hedefiydi.

Hocalar, bu okul diyorlardı devletin resmi okulu, burada okuyun, bu okulların istikbali çok iyi olacak, arta kalan zamanlarınızda gelin biz sizlere yardımcı olmaya devam edeceğiz.

Kuran Kurslarının yöneticileri ve öğretmenleri öğrencilerini bu okula yönlendirdiler. Çocuğunu göndermek istemeyen ebeveynler ikna edildi.

Soranlara yol gösterildi.

Okumak isteyenlerin ellerinden tutularak, okula yazdırıldı.

Evler tutuldu.

Okuma isteyen gençler, birer, ikişer bu evlere yerleştirildi.

Köylerde anneler yufka yaptılar, babalar buldukları vasıtalarla birer çuval un, birer torba bulgur, fasulye ve mercimek, gönderdiler.

Şehirdeki akrabalarına, yakınlarına ve dostlarına evlatlarını önce Allah’a, sonra size diye emanet ettiler.

Kışa doğru, her hafta belli yerlere çocuklar alsın diye kıyılmış, çuvallanmış odun hazırlayıp, ulaştırdılar.

Bazı haftalar birkaç lirada göndermeye çalışıyorlardı.

Hiç bu şartlarda çocuk okutmamışlardı.

Şehirde bir delikanlı nasıl okur?

Nasıl durur?

Nasıl barınır?

Nasıl soğuktan korunur?

Ne gelen çocuklar, ne de aileler bilmiyorlardı.

Bu değişik bir imtihandı aslında…

Şehirdeki akrabalarda imtihandan geçiyorlardı, şehirde okuyanları destekleiyoruz diyen

Her iki kesimde bunu bizzat en acı bir şekilde yaşayarak öğrendiler.

imam-hatip-ogrencileri-001.jpg

EN SEÇKİN HOCALARDA OKUDULAR

İmam Hatipliler, Hak Yolunun Yolcuları adlı yazı dizimizde, gazetemizin sayfalarına misafir olan Ağabeylerimiz, 1945’li yıllara kadar inerek son yetmiş yılın en sıkıntılı günlerini gözyaşlarıyla, adeta tekrar yaşayarak anlattılar.

Devrin en iyi Hocalarında okumuşlardı.

Konya İmam Hatip Okulunun öğretmenleri seçme öğretmenlerdi.

Daha sonraki yıllarda devam ettikleri Yüksek İslam Enstitülerinde Türkiye’nin en seçkin Hocaları, onlara öğretmenlik yaptı.

Konya’da Hacıveyiszade Mustafa Kurucu Hoca Efendi, Türkiye’nin yetiştirdiği büyük Alimlerden Konya Müftüsü Abdullah Ulubay, Bulgurtekke Kuran Kursunun Hocası, Konya’nın ne meşhur hafızlarını yetiştiren Hakkı Özçimi Hocaefendi, Tahir Elliiki

Yokluklarla, sefaletle, imkansızlıklarla boğuşarak, bir okul bitirmişlerdi.

Mezun olduklarında, gidebilecekleri bir okul yoktu.

Tek ümitleri olan Ankara’daki İlahiyat Fakültesi, Lise diploması olmayana kapısından içeriye almıyordu.

Ellerindeki diploma hiçbir Yüksek Okula yada Üniversiteye yetmiyordu.

Ne yapacaklardı?

Zaten ne yapacağını şaşırmış İmam Hatip Okulu mezunları için bir şayia dolaşmaya başlamıştı.

Yedeksubay olma haklarını da alacaklar diye.

Şayia asılsız olmasına asılsız olsa da, o günün şartlarında bomba etkisi yapmıştı.

Mezun olanların yüzde sekseni 49. dönem Yedeksubay olabilmek için başvurdu.

Geriye kalanlar ise 50. dönemde gittiler.

Neredeyse tamamı 27 Mayıs 1960’ta silah altındaydılar.

Yüzde sekseni Konya dışından gelmişlerdi.

Konya’da bulunan Hakkı Özçimi ve Azade Osman Efendinin Kuran Kurslarında yetiştiler.

Şartları çok zordu.

Birçoğu maddi imkansızlıklardan, derslerin ağırlığından, çektikleri ana-baba ve köylerinin hasretine dayanamamaktan okulu bıraktı.

49 kişi ancak tamamlayabildi bu zorlu yedi seneyi…

BİSİKLETİ VE ÇANTASI OLMAK BAMBAŞKAYDI

O yılların yegane ulaşım vasıtası olan bisiklet, okuma çağında olan gençlerin rüyasıydı. İyi kötü, freni tutmasa da bir bisikletleri vardı.

Öyle ustalaşmışlardaki, frensiz bisiklete kendi ayaklarıyla koydukları ayak freni, tek kelimeyle bir icat sayılırdı.

Ne birine çarparlardı, ne de karda bile bile kayarlardı.

Durumları iyi olunca, daha iyisini, daha yenisini, birkaç viteslisini aldılar.

Okul yıllarından kalma, artık evladiyelik olan bisikletleri geliştirdiler, yapısını bozmadılar.

O bisiklet onlara yol arkadaşı olmuştu.

Okula bir saat yaya yürüme gelenler vardı.

Bu zorluklara karda kışta, ayazda, tozda, toprakta, çamurda her mevsimde katlanmışlardı.

Kamil Yaylalı’nın bisikleti, Sofu lakaplı Mehmet Çalışkan’ın bisikleti çok eski bisikletlerdi

Mazileri 60 seneye dayanıyordu.

O bisikletlere çocukları binmiş, hatta torunları binmişti.

Onlar binmeseydi, şimdi daha iyi durumda olurdu hayıflanmaları, hala kulaklarımda.

O devirde çanta bulmakta zordu.

Çanta çok pahalıydı.

Tahta çantası olan en şanslı öğrenciydi.

Buldukları eski çantaları, çanta niyetiyle taşıyan, çanta sevgisi o eski çantalarda yaşayan öğrenciler vardı.

Ancak çanta konusunda en şanslı olan öğrenci İsmail Sert’ti. Onun çantası deriden yapılmış, oldukça kıymetli bir çantaydı.

Tam on dört liraya almıştı o çantayı, İsmail Sert.

(Erol Sunat)

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.