İmam Hatipliler Hak Yolunun Yolcuları: 232 Halit Yarımca

İmam Hatipliler Hak Yolunun Yolcuları: 232 Halit Yarımca
İmam Hatipliler Hak Yolunun Yolcuları adlı yazı dizimizin bugünkü bölümünde Konya İmam Hatip Okulunun mezunlarından okulun 232 nolu öğrencisi Halit Yarımca’nın İmam Hatip Okullarına bakışını ve o yıllara ait hatıralarının ikinci bölümünü paylaşıyoruz.

“İmam Hatipliler Hak Yolunun Yolcuları” adlı yazı dizimizin bugünkü bölümünde Konya İmam Hatip Okulunun ilk mezunlarından, okulun 232 nolu öğrencisi, öğrencilik yıllarında imam mı olacağız, öğretmen mi sorularını kendi kendine soranlardan biri olarak yetişen nasibinde hem imamlık, hem de öğretmenlik yapmak olan, Konya İmam Hatip Okulunun ve Konya Eğitim Enstitüsünün ilk mezunlarından çeşitli camilerde imamlık, Karaman ve Konya’da Edebiyat Öğretmenliği yapan Halit Yarımca’nın İmam Hatip Okullarına bakışını ve o yıllara ait hatıralarının ikinci bölümünü sizlerle paylaşıyoruz.

İMAMLIĞINI YAP, ÖĞRETMENLİĞİ DE DÜŞÜN

Mezun olduk. Şeker Fabrikası imtihanları var. İmtihanı kazandım. Eylül-Ekim- Kasım orada çalışıyorum. Teyzeoğlu Ali Osman Ateş geldi.

Seni dedi Apa’ya götürmeye geldim, orada Öğretmen Vekilliği var dedi. Öğretmen Vekilliğine Apa’ya gittim. Orada göreve başladım. Baktım ki, benim arkadaşların neredeyse hepsi 49.dönem Yedeksubay olarak askere gitmişler.

50. dönem olarak Yedeksubay oldum. Sınıfım Levazım’dı.

Askerliğin son günlerinde izinli olarak Konya’ya geldim. İmamlığa müracaat ettim. Fazla bir ezberim yok. Bir hayli çalıştım. Neticede Şeker civarında Selçuklu Camiine tayin oldum. Burada görev yaparken Hikmet Pektaş diye bir arkadaşım vardı. Ben dedi Yorgancılar camiinden geldim . Caminin cami evi var. Gel benim eski camiyi sen kıldır dedi.

Tayinim Yorgancılar camiine yapıldı.

5-6 yıl orada imamlık yaptım.

Akviran’a gittiğimde İlkokul öğretmenin Mustafa Çetin beni çağırdı. Yavrum dedi. Gene imamlığını yap, dışarıdan öğretmen okulu imtihanlarına gir. İster öğretmenlik yap, ister yapma.

Ben o sıralarda Liseyi dışarıdan bitirmeye çalışıyorum. Evliyim. Çoluk çocuk var. Baktım Lise bitirme uzayacak. Mustafa Çetin Hocamın dediğini yaptım. Öğretmen Okulu İmtihanlarını vererek, öğretmen olma hakkını kazandım.

halit-yarimca.jpg

BUNA SOR, NEYİ SORARSAN SOR, BUNU BEN YETİŞTİRDİM!

İslam Enstitüsüne devam etmek istiyordum. Yaşım tutmadı. 25 yaş sınırı getirmişlerdi. Hüseyin Ceylan gibi arkadaşlarım bir hafta önce mahkemeye başvurarak, yaşlarını küçültmüşler ve okula girmişlerdi.

Benimle aynı durumda olan Ramazan Kunt’la birlikte, Konya’nın sözü geçen iki Avukatını tuttuk. Avukatlar bu konuda bize söz vermişlerdi.

Olmadı. Hakime yalvardım. Bizim yaşlarımızı küçültmedi. Canım çok sıkılmıştı. Uğraşmaktan vazgeçtim.

İslam Enstitüsü ile birlikte aynı yıl açılan Eğitim Enstitüsüne de başvurmuştum. Biz imtihanlara gireceğimizde, Okul Müdürümüz Bekir Elam, o okulda derse giriyordu ve İmtihan Komisyonunda görevliydi.

Öğretmenlerimizden Fuat Altan’da komisyondaydı.

Yarabbi dedim Fuat Altan da, Bekir Elam’da çıkıp gitse de, içeride olmasalar da içeriye öyle girsem dedim.

Ben içeri girmeden az önce Fuat Altan, dışarıya çıktı.

Bekir Elam’da yoktu.

İçeriye girdim.

İmam Hatip Okulunda Tarih dersim çok iyiydi. Aradan sekiz yıl geçmiş ve ben kitabın kapağını kaldırmamıştım. Hocalarıma karşı mahcup olmak istemiyordum.

Adeta aklımda hiçbir şey yoktu.

Ben o düşünceler içerisinde beklerken, İçeri birden Bekir Elam girdi. Komisyondaki Hocalara dedi ki;

Buna dedi sorun, sorun. Ne sorarsanız sorun. Bunu ben okuttum.

Komisyondakiler, siz sorun dediler.

Halit dedi zararlı cemiyetleri say.

Bildiğim kadar saydım. Çık dediler.

Oradan bir başka odaya daha gittim. Bu odada Mantık ve Felsefe imtihanından mülakat yapacaklardı. İçeride Ömer Er diye bir öğretmen vardı.

Bekir Elam oraya da yetişti.

Ömer bey dedi, sor buna sor, neyi sorarsan sor, bunu en okuttum. Sen sor dedi.

Ömer Hoca bana döndü ve sordu;

Adın ne?

Halit…

Soyadın?

Yarımca…

Haydi tamam çık…

Ben duraladım. Ömer Er dedi ki, benim Maraş’tan iki talebem gelecek. Bekir Elam tamam dedi. Halit’ten sonrada Ramazan Kunt var. O da benim öğrencim. O da alınacak dedi.

Ramazan’da, bende Eğitim Enstitüsünü kazandık.

AZ BİR ÇALIŞMAYLA MÜTHİŞ BAŞARI!

Eğitim Enstitüsünün Edebiyat Grubu bölümüne devam ederken Coğrafya dersinden ikmale kaldım. Coğrafya’ya öyle bir yüklendim ki, elimdeki notları ezberlercesine okudum. 5-6 alsam yetecekti.

Dokuz almışım.

Dersin öğretmeni Fuat Altan, aldığım not karşısında şöyle dedi; Az bir çalışmayla müthiş başarı!..

1967 yılında Eğitim Enstitüsünü bitirdim.

İKİNCİ MÜDÜR!

İmam Hatip Okulunun ikinci Müdürü dediğimiz Hademe ufak boylu, pek yaman, pek hareketliydi. Yanılmıyorsam adı Ali olacak.

Elinde yaş uzunca bir çubuk.

Haylazlık yapanları…

Birbiriyle dövüşenleri…

Zil çalar çalmaz uyarur, derse girmelerini sağlar, bütün bir teneffüs boyunca kontrol ederdi.

Sanıyorum bütün bu işleri Müdür Ali Rıza Uğurlu’nun bilgisi dahilinde yapardı.

Onun için, hepimizin arasında onun lakabı Müdür’dü.

img-2273.jpg

ÖLMEDEN ÖNCE HACCA GİDEYİM DEDİM

1967-72 arasında Karaman Yunus Emre Ortaokulunda, 1972-74 arasında da Karaman Anafartalar Ortaokulunda idareci ve öğretmen olarak çalıştım.

1974 yılının 20 Eylül’ünde Konya’ya geldim. Evim Aksinne’de olduğu için, Milli Eğitim Müdür Yardımcısı Mustafa Bayrakçı’nın da yardımıyla Mevlana Ortaokuluna tayinim yapıldı.

1997 yılında emekli oldum. Tam 38 sene üç ay görev yaptım. Sekiz yılı İmamlık, otuz yılı öğretmenlik.

1997’de ölmeden önce Hacca gideyim diye niyetlendim üç ay öncesinden gittim. Hem umre, hem de Haccı birlikte tamamladım.

26 Eylül 1956 yılında evlendiğim eşimi 55 senelik bir evlilik hayatından sonra kaybettim. Allah kabrini cennet etsin.

CER’Cİ Mİ OLACAKSINIZ?

İmam Hatip Okulu açıldığında Konya bize bağrını açtı. Hacıveyiszade her türlü sıkıntıya katlandı. Her söze tahammül etti.

İmam olup da “Cer’ci mi olacaksınız?” diyorlardı. Ne yapacaksınız İmamlığı diyenler vardı. Birçok insan da, hem dinlerini, hem kültürlerini öğreniyorlar, bu okulun açılması çok faydalı oldu. İleride bunun faydaları görülecek diyorlardı.

Kapı camiine giderken bizi toplu halde Bekir Elam götürürdü. Burada Ömer Ali Güneş, Ahmet Baltacı gibi arkadaşlar vaaz verir, hutbe okurlardı. Onlar önceden kendilerini yetiştirmişlerdi.

Küçük köyden, Bayram Büyüktemiz diye bir arkadaş yeni bir şalvar diktirmişti. Okula şalvarıyla gelince, Rıfkı Baydur, bu şekilde seni okula almam. Pantolon giyip geleceksin diye geri gönderdi.

Bayram’da şalvarın paçalarını biraza daralttırmış olarak geri geldi. Rıfkı Baydur, bu pantolon değil diyerek, okula yine almadı.

Bayram okulu terk etti, bir daha da gelmedi.

Beyaz şeritli şapkamız olmazsa, okula giremezdik. Babam rahmetli okuma yazması olmamasına rağmen, başımda şapka olmadığında, telaşa düşer, nerde şapkan, hemen şapkanı başına giy diye beni ikaz ederdi.

6. sınıfa kadar şapkamızı başımızdan hiç çıkarmadık. Saç uzatmanın imkanı yoktu. 6. sınıftan sonra Bekir Elam’ın gönlünü aldılar. Üç numara olan saçlarımızın 5-6 numara kadar bırakılmasına müsaade çıktı.

26 AKVİRAN’LIDAN ALTI KİŞİ OKULU BİTİREBİLDİK

Biz İmam Hatip Okuluna Akviran’lı ( Akören) olarak 26 kişi kaydımızı yaptırdık. 29 kişilik sınıfta 26’ımız Akviran’lıydık. Halil Tatlı diye Konyalı bir arkadaşımız vardı. Onun dışındaki diğer iki arkadaşın nereli olduğunu hatırlamıyorum.

Yedi sene sonunda süzüle süzüle son sınıfa geldiğimizde altı arkadaş kalmıştık.

İmam Hatip Okulunu beşimiz Konya’da birimiz Ankara’da bitirerek mezun olduk.

Halit Yarımca, Halil İbrahim Gültekin, Mehmet Çalışkan, Seyit Ahmet Sezgin ve Nazım Kurban Konya İmam Hatip Okulundan mezun olduk.

Bizimle birlikte son sınıfa kadar gelen Mustafa Cartlak Ankara İmam Hatip Okulundan mezun oldu.

O BABAYA HALA HAYRET EDERİM

Ev hayatımızda 3-4 arkadaş kalırdık. Çok daraldığımızda, annelerimiz münavebeli olarak gelirlerdi. Bazen öz annemiz, bazen yine anne dediğimiz anneanne yada babaannelerimiz gelirdi.

İbrahim Dursun diye bir arkadaşımız vardı. Onun annesi yoktu. Babası geldi.

O babaya hala hayret ederim.

Üç odunu çatar, soba yakar üzerinde bir yemek yapardı. Sonra sobanın içindeki közleri alır. Mangala kor, bir yemekte mangalın üzerinde pişirirdi.

O közleri söndürmez, ertesi gün sobanın içine alır, hem sobayı yakar, hem de bir yemek daha yapardı.

Ancak tuzumuz yoktu.

Tuzun kilosu on kuruştu. Ne İbrahim’in babasında, ne de bizlerde on kuruş o günlerde yoktu. Yemeklerimiz tuzsuz olarak yedik.

Arımızdan, utancımızdan komşulardan bir miktar tuz isteyemedik.

Ben, Ali Osman Ceylan, İbrahim Dursun ve adını şimdi hatırlayamadığım bir arkadaşla aynı evdeydik.

Tevfik diye bir arkadaşımız vardı. Bizim evi araya araya bulmuş. Baktık kapı çalınıyor. Kapıyı açtım kapıda babam rahmetli. Taşhan’a gelmişler. Tevfik bizi bir hayli zor bulmuş.

Ali Osman Ceylan’la birlikte, yanımızda babamla Taşhan’a geldik.

Ali Osman’ın annesi bize bir dürümü kopardı. Yarısını Ali Osman’a yarısını da da bana verdi.

O kupkuru dürüm o anda bitti.

ÜF DE ŞERİFE ABLA!

Rafet Türkoğlu’nun annesi gelmişti. Muziplik olacak ya, arkadaşlardan biri, Rafet’in annesine Şerife abla dedi, lambaya bir üf desene…

Üf diyeceksin, lamba sönecek…

Kadıncağız üf deyince, o da düğmeye basıp ışığı söndürdü. Bunu birkaç kez yaptı. Şerife abla her defasında üf… deyip duruyordu.

Başladı gülüşmeler.

Çocukluk işte…

O yıllarda köylerde elektrik falan yok, Şerife Abla, elektriği ilk defa görüyordu.

Her türlü sıkıntıyı ve zorluğu yaşadık. Allah’a çok şükür hepsi bitti. Bugünle geldik çok şükür.

(Erol Sunat)

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.