İmam Hatipliler Hak Yolunun Yolcuları: 232 Halit Yarımca

İmam Hatipliler Hak Yolunun Yolcuları: 232 Halit Yarımca
İmam Hatipliler Hak Yolunun Yolcuları adlı yazı dizimizin bugünkü bölümünde Konya İmam Hatip Okulunun mezunlarından okulun 232 nolu öğrencisi Halit Yarımca’nın İmam Hatip Okullarına bakışını ve o yıllara ait hatıralarının birinci bölümünü paylaşıyoruz.

“İmam Hatipliler Hak Yolunun Yolcuları” adlı yazı dizimizin bugünkü bölümünde Konya İmam Hatip Okulunun ilk mezunlarından, okulun 232 nolu öğrencisi, öğrencilik yıllarında imam mı olacağız, öğretmen mi sorularını kendi kendine soranlardan biri olarak yetişen nasibinde hem imamlık, hem de öğretmenlik yapmak olan, Konya İmam Hatip Okulunun ve Konya Eğitim Enstitüsünün ilk mezunlarından çeşitli camilerde imamlık, Karaman ve Konya’da Edebiyat Öğretmenliği yapan Halit Yarımca’nın İmam Hatip Okullarına bakışını ve o yıllara ait hatıralarının birinci bölümünü sizlerle paylaşıyoruz.

OKULUN HADEMESİ İKİNCİ BİR MÜDÜR GİBİYDİ

1937 Akviran doğumluyum. İlkokulu Akviran’da bitirdim. İlkokulda Mustafa Çetin diye bir Hocam vardı. Babam rahmetlinin okuma yazması yoktu.

1951’de Konya’da İmam Hatip Okulunu açılacağını duyduk. Konya’ya geldik. Ne ben nede babam kayıt işini beceremedik.

O zamanlar meşhur Taşhan diye bir han var, orada kalıyoruz. Hüseyin Ceylan diye biri geldi. Falan yere gidin, filanı bulun diye tarif etti.

Ertesi gün Vali Konağına geldik. İkinci kata çıktık. Beni imtihan edercesine Matematik sordular, sorulanları bilince, bu çocuğu kaydedelim dediler.

Okul eski ve antika bir binaydı. Bizim sınıf büyükçe olsa da, çatı katındaydı.

Çatı katı uzun ve geniş bir yerdi. Öğrenci kalabalıktı.

Okul Müdürü Ali Rıza Uğurlu’nun yanı sıra, birde bizim Müdür dediğimiz bir başka birisi daha vardı:

Okulun hademesi…

Sanki esas Müdür gibiydi.

Elinde ince bir çubuk. Bizi kovalar, evirir-çevir<ir girin sınıfa derdi. İkinci bir Müdür gibiydi.

Okul yakınında bir ev tutmuştuk. Aylığı beş liraydı.. Burada Yusuf diye bir arkadaşla kalırdık.

2. sınıfta dört kişi birden bir evde kaldık.

Bir gazete bayiinin eviydi. Adamın ismini hatırlamıyorum. Yalnız oğlunun adı Yücel’di. İki göz bir evdi. Odanın birini kiraya veriyorlar, diğerinde kendileri kalıyorlardı.

Daha sonra Hastanenin yanında bir evde oturduk. Burada ben, Ali Osman Ceylan, İbrahim Durmuş ve Rafet Türkoğlu kalıyorduk. Rafet hafızlığa devam ediyor, diğer arkadaşlar İmam Hatip Okulunda okuyorduk.

Evin küçük bir salonu, birde odası vardı. Çatısı kara örtüydü.

Bir gün evin damına çıktık. Baktık bir yuvak taşı var. Ayaklarımızla iteklemeye başladık.

Aşağıda göçmen bir kadın vardı.

Biz yuvak taşını itekleyince, kadın deprem oluyor sanmış.

Deprem, deprem!...

Deprem oluyor diye atmış kendini dışarıya..

Aşağıya indik, herkes deprem oluyor diye telaşa kapılmış…

Usul usul durumu anlattık, yuvak taşını, hareket ettirdiğimizi söyledik.

img-2242.jpg

BİR YIL YATILI OKUDUM

3. sınıfta Seyit Ahmet Sezgin ben ve Seyit Mehmet Ersöz’le bir evde kaldık.

4.sınıfa geldiğimde, çalışkandır , efendidir, bize yaraşır diyerek, Bekir Elam ve Rıfkı Baydur beni yatılı kısma aldılar.

Mehmet Sakallı diye Sakallıoğulları olarak tanınan bir esnaf vardı. Hâlâ aynı isimle devam eden ve rahmetlinin oğullarının çalıştırdığı dükkan devam ediyor. O esnaf biz öğrencilerin bütün yiyecek ve barınma ihtiyaçlarını karşılayan insanların önde gelenlerindendi.

Bir yıl süreyle yatılıda beni yedirdiler, içirdiler, yatırdılar.

Benim kültür derslerim oldukça iyiydi. İmam Hatip Okuluna gelmeden önce, Akviran’da Ali Osman Efendi diye bir Hoca’dan biraz Kuran-ı Kerim okumuştum. Amma çok az bir okumaydı bu okuma.

Kuran-ı Kerime Hakkı Özçimi geliyordu. Hakkı Özçimi’den çekinirdik, dövmesi olmasa da, örfünden korkardık.

Ali Rıza Uğurlu ve Hademeden sonra üçüncü Müdür, belki de en tesirli Müdür Hakkı Özçimi diye konuşurduk.

DÜRÜMÜ KAPTIĞIM GİBİ ŞOSEYE VARDIM

Ben Kuran-ı Kerimden ikmale kaldım. Akviran’a vardım durumu babama anlattım. Babam ikmalin ne olduğunu bilmezdi. İkmallere yaklaşık iki ay kala, baba dedim, benim Konya’ya gitmem lazım. Değilse sınıfta kalacağım.

Tam harman zamanı, iş-güç zamanı.

Bir ağabeyim var, onunla birlikte babama yardım ediyoruz.

Babam dedi ki;

Ben sabahleyin Halit, Halit diye sesleneyim.

Sen şuradan bir dürüm ekmek al. Şoseye çık, ilk bulduğun açık kamyonla var git Konya’ya…

Ben de sen gittikten sonra geleyim…

Nasıl olsa gelir o…

Nasıl olsa elime geçer o diyeyim.

Rahmetli babam hem benim, hem de rahmetli ağabeyimin gönlünü almak için kendince fevkalade bir yol bulmuştu.

Dürümü kaptığım gibi, şoseye vardım. İlk açık Kamyona el kaldırıp, Konya’ya geldim.

Bulgur Tekke’nin orada Akşehir’li Tuzcu Mehmet Demirci vardı. Babam Konya’ya geldiğinde onun yanına uğrardı.

Onun yanına vardım. Mehmet Amca dedim, ben Hakkı Hoca’dan ikmale kaldım. Birazda utanıyorum, beni götürür müsün?

Olur yeğenim dedi.

Zengin adamın gönlü oluncaya kadar, saatler geçti. Baktım beni götüreceği falan yok. Vakit ikindiye yakın. Hocamın ardında namazımı kılar, elini öper, derdimi anlatırım diye düşünerek, fırladım gittim tuzcu dükkanından.

Hocamın ardında İkindi namazı kıldıktan sonra, vardım elini öptüm. Hocam dedim, ben sizin dersiniz olan Kuran-ı Kerimden ikmale kaldım. İzin verirseniz burada ikmal imtihanına çalışmak istiyorum. Hüseyin Tekinbaş diye bir Hoca var, onda okuyacaksın dedi. Git benim selamımı götür. İkmal imtihanlarına 40 gün kadar vardı. Hem rahmetli Hüseyin Tekinbaş Hocada hem de rahmetli Derbentli Mustafa Efendi’de okudum.

İkmalde sınıfı geçtiğim gibi, bu yaptığım sıkı çalışma 6. sınıfa kadar beni hiç zorlamadan götürdü.

Mustafa Çelik diye hafız bir arkadaşım vardı. Ancak bu arkadaş Azade Osman Efendi’nin talebesiydi. Hıfzını onda tamamlamıştı. Hafız olmasına rağmen o altı alırken, Hakkı Hoca bana yedi verirdi. Bu da o devrin Hocaları arasında anlayış farklılığıydı herhalde.

Ben bu sıkıntıyı hayat boyu çektim desem yalan olmaz.

Hafızlığım yoktu. Bizim ne olacağımız belli değildi. Kendi kendimize soruyorduk, İmam mı olacağız? Öğretmen mi olacağız? Bir ara öğretmen olacaksınız, İmam olamayacaksınız deniyordu. Sonra imam olacaksınız, öğretmen olamayacaksınız denildi.

Okulu bitirdiğimizde ne imam olabildik, nede öğretmen…

Liseyi dışarıdan bitirmekten başka çaremiz olmadığını gördük.

DIŞARI ÇIK, KAPIYI VUR DA ÖYLE GİR!

Hacıveyiszade Hocamız çok dirayetli bir insandı. Arapça ve Kuran-ı Kerim benim gibi yetişenlerde yeterli ölçüde olmadığı için o yaşlarda onun değerini anlayamadık. Hocam okul için ve bizler için çok büyük fedakarlıklar yaptı.

Mehmet Emin Atasagun, Resim dersinde kapıyı vurmadan içeri girdi. Hoca kapıyı vurmadın dedi, dışarı çık, kapıyı vur içeri öyle gir.

Atasagun yine kapıyı vurmadan içeri girdi.

Resim Hocası çık, kapıyı vur da öyle gir diye tekrar edince, kapıyı çarptı, dışarı çıktı.

Atasagun benim yaşımda olanlara göre yaşça 8-9 yaş daha büyüktü.

Olaydan sonra, dışarıda Hacıveyiszade Hocamızı bularak durumu ona anlatmış.

Teneffüste baktık ki, Hacıveyiszade Hocam, resim Öğretmenini çağırdı. Durumu anlattı. Atasagun Resim Hocasının elini öptü, olaylar büyümeden idareye yansımadan Hocamızın sayesinde tatlıya bağlandı.

halit-yarimca.jpg

UZAT PARMAĞINI

Benim sol parmağım incinmişti. Gerçekten çok acıyordu. Ders Hacıveyiszade Hocamızın dersiydi. Ön tarafta Mevlüt Ferligül vardı. Ben acıdan kıvranırken, ne oldu falan dedi. Aramızda dolaşan Hoca bizi görmüş, Mevlütün sesini duymuştu.

Yanıma geldi.

Uzat parmağını dedi.

Parmağımı uzattım.

Bir asıldı, “ Çıt!...” diye bir ses duyuldu.

Meğer parmağım çıkmış. Yerine oturdu.

Hocam sayesinde ağrıdan, sızıdan bir anda kurtuluvermiştim.

BİZ ÖĞRETMENLERİMİZE SAYGISIZLIK YAPMAZDIK

Tahir Elliiki gibi bir öğretmenin ahlaki yönden dengi yoktu. Konuşurken sıkılır, az konuşurdu. Kötü söz değil, iyi söz bile söylerken kızarırdı. Ona karşı uygunsuz bir tavır sergilediysek Allah bizi affetsin.

Arif Etik Farsçaya gelirdi. Kendi kendini yetiştirmiş ve bize uyum sağlamıştı.

Mehmet Önder Sanat Tarihine gelirdi. Mevlana Müzesi Müdürüydü. Bize Mevlanadan bahseder, Mevlana’nın sözlerini söylerdi.

Matematik Öğretmenimiz Remziye Karacadağ, iyi eğitimliydi. İyi biriydi amma gençti. Bizim o günkü psikolojik durumumuzu sanırım değerlendiremedi.

Benim Matematiğim bayağı iyiydi. Bir ara dedi ki, anlayamadığımız bir şey olursa bana sorun dedi.

Bir gün tahtada çözdüğü bir problemi anlayamadım. Sordum sert bir şekilde otur dedi. Ardından boyları 1.90 ve 1.80 olan Mehmet Ertaş ve Mehmet Özbey’i kaldırdı. Arkadaşların kiloları da 80-90 civarındaydı.

Onlara ağzına ne geliyorsa söyledi.

Sonra da, bana döndü, sen ne mırıldanıyorsun kendi kendine dedi. Hem anlayamadığınızı sorun diyorsunuz, sorduğumuzda da otur diyorsunuz deyince, sen dedi 2. sınıfın kahramanlarındansın değil mi?

Ben ilk yazılılardan 2 yada üç alır, ikinci yazılılardan yedi ve sekiz alarak sınıfı geçerdim.

Daha sonra olanlar oldu. Astronomi dersiydi.

Sınıfta tartışmalar yaşandı.

Derslere bir hafta girmedik.

Bildiğim kadarıyla sadece Mehmet Ali Uz, boykota katılmadı.

Baltacı ve Necati Günüç hocayla takıştılar.

Oysa Remziye Hanım Ticaret Lisesinden bize derse geliyordu. Oradaki öğrenciler öğretmenlere etmediklerini bırakmıyorlar, ellerinden kalemlerini ve not defterlerini alıyorlar diye duyuyorduk.

Biz hiç bir öğretmenize saygısızlık yapmazdık.

İçimizde öğretmenlere yakın yaşları olan arkadaşlarımızda olmasına rağmen, saygıda kusur etmezdik.

(Erol Sunat)

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.