İmam Hatipliler Hak Yolunun Yolcuları: 236 Halil İbrahim Gültekin

İmam  Hatipliler Hak Yolunun Yolcuları:  236 Halil İbrahim Gültekin
İmam Hatipliler Hak Yolunun Yolcuları adlı yazı dizimizin bugünkü bölümünde Konya İmam Hatip Okulunun ilk mezunlarından okulun 236 nolu öğrencisi, Halil İbrahim Gültekin’in İmam Hatip Okullarına bakışını ve o yıllara ait hatıralarını sizlerle paylaşıyoruz

“İmam Hatipliler Hak Yolunun Yolcuları” adlı yazı dizimizin bugünkü bölümünde Konya İmam Hatip Okulunun ilk mezunlarından, okulun 236 nolu öğrencisi, hayatı zorluklarla mücadele ede ede geçen, siyasetçi, hukukçu Halil İbrahim Gültekin’in İmam Hatip Okullarına bakışını ve o yıllara ait hatıralarını sizlerle paylaşıyoruz.

AĞABEYİM TEŞVİK ETTİ

1936 yılının Eylül ayında Akviran kasabasında doğdum. İlkokula 8 yaşında başladım. Akviran İlkokulundan mezun oldum. 1950 yılının Eylül ayında hafız olmak üzere Konya’da bulunan Bulgur Tekke Kuran Kursuna Hakkı Özçimi Hocaefendinin hocalığında başladım.

1951 yılında İmam Hatip Okulu açılana kadar hafızlığa çalıştım. 3. sayfadan devam ederken, Oğuzeli’nde İmam olan ağabeyim Seyit Ahmet babama bir mektup yazmış. İmam Hatip Okulu açılıyor, Halil İbrahim’i bu okula verin diye. Babam bu mektubu getirdi ve bana da gösterdi.

Bende ağabeyimin teşviki ile bu okula kaydoldum. Çünkü geçimimi babam ve ağabeyim sağlıyorlardı. O yaşlarda karar verecek durumda değildim.

Hakkı Özçimi Hocaya utana, büzüle gittim. Hocam ben İmam Hatip Okuluna kaydolmak istiyorum, evraklarımı almaya geldim dedim. Hakkı Hoca kızdı.

Senin ağzına ilmi akıtı mı verecek orası dedi, hafızlığını bitir de öyle git. Ama ben dinlemedim. İmam Hatip Okuluna kaydoldum.

halil-ibrahim-gultekin.jpg

OLUR BABAM!

Birinci sınıfta eski Polis Okulu denilen üç katlı bir binada okuduk. Müdürümüz Ali Rıza Uğurlu idi. Hacca gitmişti. Hacda kaldı.

Onun vefatından sonra Okula Müdür olarak Bekir Elam geldi. Arkadaşlarımız şapkayla, şalvarla, köyde nasıl giyiniyorsa, okula o şekilde geliyordu.

Bekir Elam geldikten sonra okula yeni bir düzen geldi. Şapkalarımız beyaz şeritliydi. Müdür elindeki boyalı sopasıyla okulun kapısına durur, kıyafeti uygun olmayanları okula almazdı.

2. sınıfta İdmanyurdu sahasında bulunan iki katlı ahşap binada okuduk.

Üçüncü sınıfta şimdiki binanın birinci katı yapıldı, oraya taşındık.

1952 yılında 1. katın temeli atıldı. Biz, 3. sınıfa gelinceye kadar çok hızlı çalışıldı.

Hacıveyiszade Hocaefendinin okula katkısı çok büyüktü. Derse girdiğinde önce analarımızı sayalım der, Hz. Peygamberin hanımlarının isimlerini sayardık. Derse başlar, dersi anlatır, sorulara cevap verirdi.

Bir gün Konya Valisi Cemil Keleşoğlu, Hacıveyiszade Hocamızın dersini dinlemek istemiş.

Aşağıdan Müdür Yardımcısı geldi, Hocanın kulağına bir şeyler söyledi.

Hocamız derste devamlı takke giyerdi.

Takkesini sık sık çıkarttı, tekrar giydi. Bir hayli tedirgindi. Sanırım Müdür Yardımcısı, Takkesini çıkartması konusunda rica etmeye gelmişti.

Vali bey içeriye girdi.

Hacıveyiszade Hocanın elini öptü mü pek hatırlayamıyorum, ancak, saygıyla önünde eğildi.

Vali Bey;

-Ben dersinizi dinlemeye geldim Hocam dedi.

Hacıveyiszade Hoca, “Olur, babam” dedi.

Vali Bey arkadaşlarımızdan Mehmet Çalışkan’ın yanına oturdu.

Fıkıh’tan sular bahsini anlatıyordu.

Dedi ki ;

Şimdi hanımefendi mutfakta yemeği pişirdi. Yemek soğusun diye, tencerenin kapağını açtı. Sonra bir başka işini halletmek için diğer odalara gitti.

Mutfağa geri döndüğünde bir de baktı ki, ferasetsiz fare, tencereden aşağıya iniyor.

Ne olur o yemek?

Mundarrrr…mundarrr…mundarrrr…

Hocanın mundar kelimesinin son harfi olan “r” harfinin üzerine basa basa söylemesi üzerine Vali Cemil Keleşoğlu gülmekten yerlere yıkıldı.

HACIVEYİSZADE HOCANIN DÖRT AĞIR LAFI VARDI

Hacıveyiszade Hocamızın dört ağır lafı vardı; Huysuz, Kursaksız, Tuzsuz ve Ahlaksız.. Çok yaramazlık yapanlara bu kelimeleri söylerdi. Esneyenlere çok kızardı. Esneyen öğrencinin dersle alakasının olmadığını, dersle alakasının kaybolduğunu söylerdi. Düşünceler içerisinde dalmış gitmiş öğrencilere düşünme ananda yerinde, babanda yerinde diye ikaz ederdi.

2. sınıftaydık, ta…arka bucakta oturan arkadaşın biri, Hocaefendi ders anlatırken, “ Nedir ulan bu!...” dedi.

Hocaefendi sinirlendiğinde alnındaki ve boynundaki damar parmak gibi şişerdi. Arkadaşı yakaladı, sırtlaya sırtlaya dışarı çıkardı. Bir yandan da şimdi yüzüne vursam günah diyordu.

img-0423.jpg

Tokat vurmayı Allah’a karşı bir edepsizlik sayardı.

Hocaefendi çok ileri görüşlü,, inançlı, herkesi olduğu gibi kabul eden, karakter sahibi, ahlaken tam bir Peygamber ahlakı kendisinde mevcuttu.

Bizde kadın hocalarda vardı. Bazı erkek hocalarımız kadın hocalara okul koridorlarında rastladıklarında yüzlerini duvara döner, onlar geçinceye kadar beklerdi.

Ama Hocaefendi, onları gördüğünde, nasılsın evladım, bir sıkıntın var mı, Allah ömürler versin evladım diye diye onlarla konuşurdu. Kadın hocalarımız ona çok hürmet ederlerdi. Bayan öğretmenlerimizin hürmet ve sevgisini kazanmıştı.

BİR GAZETE ON KURUŞTU!

Son sınıfa gelinceye kadar, okulun vasat talebelerindendim. Öbür taraftan 1930 ile 1940 doğumlu arkadaşlarımız mevcuttu. Aralarında on yaş vardı. kimi hafızdı, kimi iyi derecede Arapça biliyordu.

Mustafa Ateş, Ali Galip Samur, Ali Güneş ve Ahmet Baltacı hafızdılar. Bu arkadaşlarımızın Hocaefendiyle ünsiyetleri daha fazlaydı. O zamanlar bir dersten kalma durumu vardı. Bayram Başpınar gibi arkadaşlar bu durumda idi. Biz onları kendimizden hiç ayırmadık.

Babam Akviran’da çiftçilik yapıyordu. Akviran’dan üç arkadaş geldik Konya’da bir ev tuttuk. Arkadaşlarımızdan biri Liseye gidiyordu, diğeri benimle birlikte İmam Hatip Lisesine devam ediyordu. Evin kirasını verebilmek için, yaz aylarında harmanlarda çalışıyor, evin yıllık kirasını ödüyorduk. Parlak talebeler değildik. Geçim ve gıda meseleydi. Bir gazete on kuruştu. On kuruş verip bir gazete bile alamıyorduk. Akviran’dan bir çuval un getirirdik. O unu Şerafettin Camiinin civarında bir fırın vardı. Oraya verir, tandır ekmeği yaptırırdık.

Haziran’da bitirme imtihanlarında Fransızcadan bütünlemeye kaldım. Ekimde bu dersi vererek mezun oldum. Yedi sene İmam Hatip’te Fransızca okudum. İstanbul Hukuk’ta da bu dersten takıntısız geçtim. 1973 yılında Fransa’ya gittiğimde Bakkal’dan ekmek istedim. Bakkal söylediklerime baktı baktı, hiçbir şey anlamadı. Bir müddet dükkanda bekledim. Küçük bir kız çocuğu geldi. Bir kutuyu açtı ve içinden ekmek aldı. Parmağımla işaret ederek, bundan istiyorum dedim. Ancak o şekilde ekmek alabildim.

Son sınıfta imtihanlar gerçekten çok zordu. İyi çalıştık. Haylaz öğrenciler değildik. Felsefe ve Mantık dersinden geçebilmek için Seyit Ahmet Sezgin, Ahmet Altıntepe, Hasan Hüseyin Tosun ve ben uyku hapı attık. Dört gün uyumadık. Geçtik ama hepimiz kitabı ezberlemiştik. Hem de sayfa sayfa…

İLAHİYATA ŞARTLARIM TUTMADI

Mezun olduğumda Ankara İlahiyat açıktı. Ancak Lise mezunlarını alıyorlardı. 1958 yılında mezun oldum. O yaz evlendim. Evlenince acaba bir iş bulur muyum, imam olur muyum diye düşünmüştüm. Olmadı. İki ay sonra hemen yedek subay olarak askere gittim. 1960 yılının 30 Haziran’ında terhis oldum.

O zamanlar İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü açılmıştı. Leyli hali (gündüzlü) olarak 25 yaşını geçmeyecek ve evli olmayacak. Diye iki şart koymuşlardı.

25 yaşını geçmemiştim ama evliydim. Böyle olunca da İslam Enstitüsüne gidemedim. Müftülüğe müracaatta bulundum. Meram eski yolda Bürümcekbaşı Camiinde imam olarak göreve başladım. Önce Müftü Abdullah Ulubay’dı, sonra Hakkı Özçimi Müftü oldu. O Şerafettin Camiinde sadece Cuma günleri namaz kıldırırdı. Bürümcekbaşı Camiinde 3.5 yıl kadar imamlık yaptım.

İstanbul’dan arkadaşlar geliyorlardı. Gelenler Fakültelere devam ediyorlardı. Şamil Yayınevi sahibi Duran Kömürcü o günlerde Sedirlerin en sonunda bir Camide imamdı. Bisikletlere biner o Sedirlerden ben Meram eski yoldan gelip çarşıda birleşir, arkadaşlarımızdan Mustafa Pektut’un çarşı içindeki hasırcı dükkanında otururduk. Biz Pektut’a “Tataroğlu” derdik. Herkes İstanbul’a gitmişti. Bu bizde küçüklük hissi uyandırdı. Lise bitirmeleri vermeye karar verdik.

Sadece Lise 3. sınıfın tüm derslerini vermek suretiyle 1964 yılında Gazi Lisesini bitirdim. Rahmetli Duran Kömürcü Kompozisyondan kaldı. O ertesi sene okulu bitirdi.

Duran Edebiyat Fakültesi Arap-Fars Diline, ben İstanbul Hukuk Fakültesine kaydımı yaptırdım.

Bu arada İmamlık görevimi İstanbul’a nakledemedim. Öyle olunca da Okula devam edemedim. Birinci sene defter-kitap hiçbir şey alamadım.

Konya Senatörü Sedat Çumralı tanıdığım biriydi. Diyanetten naklimi İstanbul’a yaptıramadı. Fakültede 1. sınıf barajdı. İki sene de sınıfını geçemeyen okuldan atılıyordu. Ertesi sene Sedat Çumralı Adalet Bakanı oldu. Duyar duymaz Ankara’ya yanına gittim. Ben kendisine Amca derdim. Amca dedim, ben yine geldim. Hemen telefonu açtı. Bizim bir çocuğumuz var dedi. Onun işinin yapılmasını rica ediyorum.

Benim bir yıl önce tayinimi yapmayanlar, bir derdimiz sen misin diyenler beni kapılarda karşıladılar. Bana İstanbul için kadromu verdiler. Bu kadro verilince Bürümcekbaşı Camii kadrosuz kalıyordu. Benim cemaatim çok fakir dedim. Para toplayıp da Hoca tutamazlar. Ne edeceksin elin camisini dedilerse de, ısrar ettim. Orada bekleyen birisi vardı. Ahmet dediler, gel senin de işin oldu. Sana Konya’ya kadro veriyoruz.

HEM ÇALIŞTIM, HEM OKUDUM

İstanbul’a gittiğimde doğruca Mustafa Pektut ve Ahmet Gürtaş’ın yanına gittim. Benim cebimde kadrom hazır, beni bir camiye verin dedim.

Ahmet Gürtaş Ortaköy Cavit Ağa Camiinin İmamıydı.

Benim camide boş bir kadro var dedi.

İmam evi de yaptık. Sırtımızda taş taşıdık, kum taşıdık, oturmak bize nasip olmadı. Sana olur inşallah dedi.

Beni Beşiktaş Müftüsüne götürdü.

Benim yanıma birini arıyordum Hocam dedi, işte aradığımız gibi bir arkadaşımız geldi. Müftü bana bir aşır okuttu. Tamam dedi. O yıllarda bizim gibi talebeleri 2 yada 3 imamlı yerlere veriyorlardı.

Tahsil yaptığımız için sabah ve yatsı namazlarını biz kıldırıyor, öğle, ikindi ve akşam namazlarını İmam arkadaşlar kıldırıyorlardı.

Biz iki İmam, iki müezzindik. Daha sonra o Camiden Fatih Camiine geldim.

Diyanet bizlerin okuyabilmesi için böyle bir kolaylık yapmıştı. Arkadaşlarımızın içinde aynı anda iki fakülte birden bitirenler oldu. Lise diplomasını eline alan arkadaşlarımız Tıp Fakültelerine, Hukuk Fakültelerine, Edebiyat Fakültelerine ve Mühendisliklere gittiler ve bu okullarda hiç takılmadan bu okulları bitirdiler. (Erol Sunat)

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.