İmam Hatipliler Hak Yolunun Yolcuları: 255 Şükrü Tellioğlu

İmam Hatipliler Hak Yolunun Yolcuları: 255 Şükrü Tellioğlu
“İmam Hatipliler Hak Yolunun Yolcuları” adlı yazı dizimizin bugünkü bölümünde Konya İmam Hatip Okulunun ilk mezunlarından okulun 255 nolu öğrencisi, Şükrü Tellioğlu’nun İmam Hatip Okullarına bakışını ve o yıllara ait hatıralarını sizlerle paylaşıyoruz.


“İmam Hatipliler Hak Yolunun Yolcuları” adlı yazı dizimizin bugünkü bölümünde Konya İmam Hatip Okulunun ilk mezunlarından okulun 255 nolu öğrencisi, okulda en iyi not tutan, kitabı olmayan dersleri tuttuğu kitap gibi notlarla arkadaşlarına ulaştıran, Konya Yolspor’un ve o yıllarda 2. Lige çıkan Konyaspor’un Bomba Şükrü lakaplı liberosu Şükrü Tellioğlu’nun İmam Hatip Okullarına bakışını ve o yıllara ait hatıralarının birinci bölümünü sizlerle paylaşıyoruz.

SINIFIN EN KÜÇÜĞÜ BENDİM
1940’da Mevlana müzesinin kuzey-güney istikametinde olan Topraklık Kerimdede Çeşme Mahallesi'nde doğdum. Babam Fahri Tellioğlu, annem Azize Tellioğlu.
Biz iki erkek kardeşiz. Ailenin 2. çocuğu olarak dünyaya geldim. İlkokulu Altınçeşme İlkokulu'nda 1951 yılında bitirdim. Babam 1948 yılında, ben İlkokul 3. sınıftayken, 33 yaşındayken vefat etti.
İlkokul sonrasında Hacı Hasan Camii Kayyımı Hüseyin Hocadan tanınan ismi ile Topal Hoca’dan Kuranı Kerim okudum. Ondan sonra Çimili Hakkı Efendi’nin Bulgur Tekke Kuran Kursuna devam ettim.
Dedem Mustafa Tellioğlu okumaya çok meraklı bir insandı. O yıl İmam Hatip Okulu açılınca ağabeyim Nail’le beni İmam Hatip Okuluna yazdırdı.
İlkokulu bitirdiğimde hiç ara vermeden Ortaokula başlar gibi İmam Hatip Okuluna eski Polis Okulunda başladık.
Bizim sınıfta Mehmet Emin Atasagun, Kamil Yaylalı, Ahmet Baltacı, Mustafa Ateş ve Bayram Başpınar gibi ağabey dediğimiz benden 8-9 yaş büyük sınıf arkadaşlarımız vardı. Bu arkadaşların içerisinde askerliğine karar aldırmış, askere gitmek üzere olan arkadaşlar bulunuyordu.
Ben 1940 doğumlu olarak sınıfın en küçüğüydüm. Gerek Ahmet Baltacı Ağabey, gerekse Necati Günüç Ağabey bana çok yardımcı oldular.
Ahmet Baltacı Ağabey, Bulgur Tekke Kuran Kursunda başhafızdı. Beni o okuttu. Derse çalıştırır, verilen ödevi ilk önce o dinler, yanlışlarımı düzeltir. Ondan sonra, Hakkı Özçimi Hocanın yanına girer, bize verdiği dersi hatasız ve eksiksiz olarak okurduk.
1-F sınıfındaydım. Okulun eski giriş kapısının hemen yanında 4 metreye 4 metre yada dört metreye beş metre küçük bir sınıftı.
Bu sınıfta tam 45 kişiydik. İlk önce 80 kişilik büyük sınıftaydık, sonra bizi böldüler ve bu sınıfa verdiler. Hayrettin Karaman Ağabey bizim sınıfa bir müddet devam etti. Kayıt evraklarını tamamlayamadığı için ikinci devrelerle birlikte bir yıl sonra okula geldi.

img-1309.jpg

OKULDA TEKSİR BÖLÜMÜ AÇTIK
Sınıfın en küçüğü bendim. Sınıf mümessilimiz Ahmet Baltacı ağabeydi. Mehmet Doğru ve Mehmet Ali Uz sıra arkadaşlarımdı. Birbirimize çok yardımcı olurduk. Özellikle kitabı olmayan Arapça, Kelam ve Felsefe derslerinde.
Ben çok seri, çabuk ve düzgün not tutardım. Okulda tuttuğum notları evde temize çeker daha düzgün bir şekilde defterime yazardım. Arkadaşlar not tutarken, eksik ve yarım notlar tutuyorlardı. Ben tuttuğum o notları arkadaşlarıma gösterdim. Benim not tuttuğum defterler bir yerde arkadaşlarıma yön gösterdi.
Daha sonra Mehmet Doğru ve Necati Günüç’le okulda teksir bölümü açtık. Bu bölüme bir teksir makinesi getirdik. Benim tuttuğum notları tasnif ettikten sonra, Hocalarımıza gösterir, notları tashih ettirdikten sonra, mumlu kağıda yazar teksir makinesiyle çoğaltır bütün arkadaşlarımıza ulaştırırdık.
Seri daktilo yazdığım için, tuttuğum notları daktilo etmek, hatasız bir şekilde mumlu kağıda yazmak benim işimdi.
Kitabı olmayan derslerde Hocalar konuyu açarlar, detaya inerlerdi. Bende ders aralarında, öğle arasında, ikindi sonrasında tuttuğum notları yazardım.
Bizim işimiz ders çalışmak ve kendimizi yetiştirmekti.
Necati Günüç Ağabeylerin bir bahçesi vardı. Yaz geldiğinde Ahmet Baltacı Ağabey, İki Mehmet Aliler, Mehmet Ali Uz ve Mehmet Ali Aldur o bahçede toplanır. Bir sonraki yıla hazırlanırdık.
Bu yüzden, bir sonraki sınıflarda hiç zorlanmadık.
İçimizde Ahmet Baltacı Ağabey gibi hafızlar vardı. Anlatılan dersleri ve dinlediklerini olduğu gibi ezberliyorlardı. Benim ezberimde iyiydi. Ancak bu yaşta bütün sınıfındaki arkadaşlarını adı ile soyadı ile ve numarasıyla sayabilen arkadaşlarımız vardı.

ALLAH VERİR BABAM
Hocalarımız içinde Arapça dersimize giren Hacıveyiszade çok sevdiğimiz, hürmet ettiğimiz, değerli bir hocamızdı.
Biz bilemediğimiz bir soru oldu mu, yada içinden çıkamadığımız bir konu oldu mu, doğrudan Aziziye Camiine giderdik. Hocamız oranın İmamı ve hatibiydi.
Saat, zaman, vakit önemli değildi. Sanki 24 saat soracaklarımıza bekliyor gibiydi.
Hacıveyiszade Hocamıza, Hocam dediğimiz an o bizi cevaplamaya hazırdı.
Bizim İmam Hatip Okuluna gelirken bir ön hazırlığımız yoktu. Bu türden bilgilere açtık.
Ortaokula başlar gibi başlamış, normal ortaokul derslerinin yanında 7-8 ders daha eklenmişti..,
Takıldığımız ne olursa Hocama sorardık.
Yüzü devamlı tebessüm halindeydi mübareğin.
Bizi cemaatin arasında görür görmez hemen sorardı;
Derdin ne? Sıkıntın ne evladım? Buyur evladım…
Soruyu sorduğumuzda ise;
Hemen babam, hallederiz babam, tamam babam, derdi.
Yardımı çok severdi. Bütün hayır, işlerinin başındaydı. Kendinden yardım talep edildiğinde; Bismillahirrahmanirrahim diye başlar…
Allah verir babam.
Allah neler verir…
Yeter ki, biz sebebini işleyelim, yeter ki bir adım atalım derdi.
Bize, bundan sonraki neslin mimarları siz olacaksınız diyordu.
Derste şaşırana, takılana kızmazdı. Olur babam, yarın hazırlan öyle gel babam der, bizleri cesaretlendirmek için, haydi babam, haydi arslanım gibi ifadeler kullanırdı.
Bazen coşar, Arapça beyitler okurdu. 24 saatlik bir gün sürenin belki birkaç saatini evinde geçirirdi. Devamlı hizmet içerisinde olan bir insandı.
Çok desteklerini gördük. Elimizden tuttu. Seviyemize kadar indi. Anlamadığımız bir şey oldu mu, bıkmadan, usanmadan defalarca anlattığı olurdu.

ÇOK GÜZEL KIRAATI VARDI
Hakkı Özçimi Hocamız, ilk sene Kuran-ı Kerim dersimize girdi. Çok güzel kıraatı vardı. Tecvidin ana hatlarını Konya’da ondan daha iyi okuyan yoktu.
Kuran Kursunda okuduğumuz yıllarda derse hazırlandıktan sonra, bizi önce Başhafızlar dinlerdi.
Ondan sonra onun huzuruna girer, oku deyince okurduk.
Ben hafız olamadım.
Biz yarım hafız sayılırız.
Her cüzden 8-10 sayfa ezberimde.
Takılırsam bakarım.
Hakkı Hoca çok sert bir öğretmendi.
Bize bir şey demesin diye bize verilen dersi, ödevi en 20 kere okurduk. Ben dahil birçok öğrenci o şekilde derse çalışırdı.

img-1320.jpg

ÖP BAKAYIM ALİ KAPTANIN ELİNİ
Altınçeşme’de okuduğum yıllarda gayrı federe Topraklıkspor’da oynuyordum. 1955 yılında beni takıma almışlardı. Konya İdmanyurdu Başkanı Nuri Küçükköylü, Babaannemin yeğeniydi.
Ben seni biliyorum dedi. Sana lisans çıkartalım bizde oyna dedi.
O günlerde öz dayım Necati Büyüktermiyeci Karayollarında teknisyen. Benim top oynadığımı biliyor ve takip ediyordu.
Okuldan eve geldim. Bizim kapının önünde turuncu renkli Karayolları arabası. İçeri girdim dayımdan başka dört tane adam vardı.
Dayım dedi ki; Şükrü bu Karayolları Müdür Muavini, bu arkadaş Köprü şefi, bu arkadaş yetkili, bu arkadaşta Yolspor’un antrenörü Ali Pekatılır. Halk arasında tanınan ismiyle Jandarma Ali…
Ben dedi seni Yolspor’a verdim. Lisansını falan çıkaracaklar. Ama dayı dedim ben İdmanyurdu’na söz vermiştim. Ben dedi senin nüfus cüzdanını Yolspor’a verdim. Lisansın çıkmak üzere, öp bakayım Ali Kaptanının elini.
Dayıma bir şey diyecek durumda değildim. Kalktım Ali Kaptanın elini öptüm.
1955 yılının Temmuz ayında resmen Yolspor’lu oldum. Önce Genç takımda başladım. Diğer taraftan da Karayollarında işe başlamıştım. Öğrencilik dönemimde yaz aylarında ambara yardımcı olan bir işti. Geçici bir işti.
1957 yılından itibaren A takımında oynarken, geçici olarak çalıştığım iş resmiyet kazanmıştı.
İhtilal öncesi askere gittik. 1500 öğrencinin arasında okulu 4. bitirdim. İlk yirmi Polatlı’da kalıyordu. Kalmak istemedim. Kurada Erzurum 487.Topçu Taburu çıktı.
Topçu Tabur Komutanı Halil Binbaşı; Kuşlar dedi gelin bakayım. Masasının üzerinde bir futbol topu vardı.
Bunun ne olduğunu biliyor musunuz?
Ben Futbol topu dedim. Öyleyse futbolcular öne çıksın dedi. Benimle birlikte iki kişi daha öne çıktı.
Bir takım yapın dedi. Benim takımla oynayacaksınız.
Batıdan gelen çocuklar arasında futbolcular vardı. Onların arasından bir seçme yapıp, arkadaşlarla bir takım kurup maç yapmaya başladık.
Binbaşı beni çağırdı. Bundan sonra Taburun Spor Subayı sensin dedi.
Her hafta Cuma günleri öğeden sonra maç yapmaya başladık. Yenmediğimiz takım yoktu.
Binbaşı benden 3. ordu Kurmay Başkanına bahsetmiş. Mutlaka bir seyredin, Karagücü’nde oynayacak bir futbolcu diye ısrar etmiş.
Füze taburu ile maç yapıyoruz. Kurmay Başkanı’da maçı seyretmeye gelmiş. Ben libero oynuyorum. Arada ileri çıkıp, yeniden görev alanımı dönüyordum. 30-40 metreden sert şutlar çekiyordum. Bu şutların birçoğu gol oluyordu. Lakabım Bomba Şükrü idi.

KUPAYI VERİNCE, ALBAY ALNIMDAN ÖPTÜ
Kurmay Başkanı beni çağırmış. Dedi ki, bundan böyle 3. Ordu’nun Spor Subayı sensin. Senden önceki arkadaş tebdil hava aldı.
Ben sana yardımcı olacağım dedi. Göreve başladım . Ertesi gün astsubay arkadaşlar geldiler. Sporun her dalından sorumlu arkadaşlar vardı.
Futbolda Doğu Grubu şampiyonu olduk. 1961 yılında Türkiye Şampiyonluğu için Trabzon İdmanocağı ile oynadık. Maçı kaybettik. Trabzon İdmanocağı Türkiye şampiyonu olurken biz ikinci olduk.
Manisa’da Ordulararası futbol şampiyonası vardı. Futbol takımında bulunan sekiz askerin teskeresine de on-onbeş gün kalmıştı. Onlardan habersiz sülüslerini teskerelerini yanıma aldım...
Bizim Kurmay Başkanına, Birinci Ordudan demişler ki, hiç zahmet edipte boşu boşuna takım gönderme, 1. Ordu takımında İstanbul’da top koşturan takımların profesyonel futbolcuları var.
Kurmay Başkanı beni çağırdı. Bak dedi benim için oynayacaksınız. Şampiyon olmadan da gelme…
Trene bindik tam üç günde İzmir’e vardık.
Başımızda eski Futbolculardan bir Yüzbaşı vardı. 22 yaşındayım. En genç zamanım. Enerjim, hırsım yerinde.
Birinci Ordu’da Gençlerbirliğinde oynayan Zeynel var. Adama “Rüzgarın oğlu” diyorlardı. Bütün toplar onda toplanıyor. 1. Ordu, 2.Ordu’yu 2-0 yendi. O zamanlar 2. Ordu Konya’da…
Biz , 2.Ordu’yu 4-0 yendik.
Bir gün dinlendik Pazar günü maçımız var.
Maça çıktık. Zeynel gerçekten iyi top oynuyordu. Atlet gibiydi, motorlu gibi birkaç top aldı, sağdan, soldan beni 3-4 kere geçti.
Yüz metreyi ayakkabılarla 10-10.5 saniyede koştuğum zamanlar.
Devreyi 1-0 yenik kapattık. Yüzbaşı bana dedi ki; ne yap yap Zeynel’i durdur. Durduramazsan bu maçı kaybederiz. Arkadaşlara döndüm. Arkadaşlar dedim. Bu maçı alırsak, her birinizin teskeresini garanti ediyorum. Maç sonunda herkes memleketine gidebilir. Bu sözlerim doping oldu takıma.
İkinci yarı, Zeynel’e adım attırmadım. Sağa gitti, sağa gittim. Sola gitti, sola gittim. Geriye döndü, beni gördü. Bizim yarı sahamızı geçtiği an karşısında ben vardım . O oynayamayınca oyun kilitlendi.
Maçı 2-1 aldık.
Kurmay Başkanını telefonla aradım. Kupayı aldık Komutanım dedim. Bana yapacağın en büyük iyiliği yaptın dedi. Teskeresi dolanları gönderdim dedim. Yalnız İzmir’de bir gün kalıp öyle gelemez miyiz, deyince kimseye bir rahatsızlık vermeyin dedi.
İzmir’de bir gün kaldık.
Basmane’den trene bindik üç gün sonra Erzurum’a vardık. Yüzbaşı ile birlikte Kupayı Kurmay Başkanına takdim ettim. Beni alnımdan öptü.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.