İmam Hatipliler Hak Yolunun Yolcuları: 258 Mehmet Doğru

İmam Hatipliler Hak Yolunun Yolcuları: 258 Mehmet Doğru
“İmam Hatipliler Hak Yolunun Yolcuları” adlı yazı dizimizin bugünkü bölümünde Konya İmam Hatip Okulunun ilk mezunlarından okulun 258 nolu öğrencisi, Mehmet Doğru’nun, o yıllara ait hatıralarının birinci bölümünü sizlerle paylaşıyoruz.


“İmam Hatipliler Hak Yolunun Yolcuları” adlı yazı dizimizin bugünkü bölümünde Konya İmam Hatip Okulunun ilk mezunlarından okulun 258 nolu öğrencisi, İrfan ve Damla yayınevlerinin kurucusu, yayın hayatının önemli isimlerinden birisi, eski Eminönü Müftüsü Mehmet Doğru’nun, İmam Hatip Okullarına bakışını ve o yıllara ait hatıralarının birinci bölümünü sizlerle paylaşıyoruz.

İYİ Kİ İMAM HATİPLER AÇILDI
1938 yılının ikinci ayında Çumra’nın Dineksaray köyünde doğmuşum. Çarşamba çayının geçtiği köy. 4-5 yaşlarındayken Konya’ya hicret ettik.
Babam tahsili olmayan, okuma ve yazmayı kendi kendine öğrenmiş bir çiftçiydi. Annemin de tahsili yoktu.
Dolayısıyla ailemizde okumuş bana rehberlik edecek kimse yoktu.
Uluırmak İlkokulundan 1951 yılında mezun oldum. Konya’da iki Kuran Kursu vardı. Birisi Hakkı Özçimi Hocaefendinin Bulgur Tekke Kuran Kursu, diğeri Azade Osman Efendinin başında olduğu Kapı Camiinin arka tarafındaki mahallede olan Kuran Kursu.
Babam beni Azade Osman Efendinin Kuran kursuna kaydettirdi. Oraya devam etmeye başladım.
Biz oraya devam ederken, zannedersem Kasım sonu, Aralık başında İmam Hatip Okulu açıldı. Allah rahmet eylesin, Kuran Kursu Muallimi Azade Osman Efendi hemen benimde aralarında olduğum 15-20 kişilik bir öğrenci grubunu İmam Hatip Okuluna kayıt için götürdü.
İmam Hatip Okulunun açıldığını duyan babam, kayıt evrakının alındığı Valiliğe gitmiş. Şu şu evrakları hazırla gel demişler.
İlk müracaat babama ait.
Babam evrakları hazırlayıncaya kadar 17 kişi evraklarını hazırlayıp kaydını yaptırmış. Ben 18. olarak kaydoldum.
İmam Hatip Okulları iyi ki açıldı.
Açanlardan Allah razı oldun.
Değilse benim gibi birçok insan okuyamayacaktı.
Uzunpostalcı gibi arkadaşlarımız Profesör olamayacaklardı.
Okuma imkanı bulamayacaklardı.

whatsapp-image-2022-05-08-at-16-44-06-1.jpeg

BURADAN CENAZE YIKAYANLAR MI ÇIKACAK?
İlkokuldan mezun olduğumuz dönemlerde, çocuğumuz okuyup gavur olacağına, hiç okumasın daha iyi diyorlardı.
İmam Hatip Okulu açıldığında bizim gibi okuma imkanı olmayanlar bu okula girdi.
Mustafa Ateş, Ahmet Baltacı, Bayram Başpınar bizim ağabeylerimizdiler. Onlar hafızdılar, Arapça biliyorlardı. Bizim büyüklerimizdiler.
Hayrettin Karaman bir hafta kadar okula devam etti. Yaşı büyük olunca, bir sonraki devreye kaldı. Okuldan ayrıldı.
İmam Hatip Okuluna gelmeden önce, mahallemizde bazı Hocaefendiler de gizli olarak okuduk. O zamanlar bize kaput bezinden göynek dikerlerdi. Elifba cüzünü göyneğimize saklardık.
Uluırmak’ta Köse Hoca vardı. Bir evde bizi gizli olarak okuturdu. Daha sonra Süleyman Çelik Hoca’ya devam ettim.
Gizli gizli Kurana geçtik. Evlerde bir tane Kuran vardı. Ona bir kılıf diktiler. Boynumdan geçirip, koltuğumun altına koyuyorduk. Belli olmasın diye babam bana ikinci bir el ceket satın almıştı.
Halk bunları bildiği için İmam Hatip Okulunun açılışını coşkuyla karşıladı.
Ancak bazıları da, buradan cenaze yıkayanlar mı çıkacak? Oradan yetişse yetişse zındık yetişir, diyenlerde vardı.
İmam Hatibin ilk nesli sonunun nereye varacağını bilmiyordu. Sadece okumaya, bir şeyler öğrenmeye gayret ettik.
Ahmet Baltacı hem mahalleden komşum, hem sınıf arkadaşım, hem de asker arkadaşımdı. Ondan Arapça okudum.
İlk yıl üç karne alındı. Cumartesi günleri öğleye kadar okurduk.
Azade Osman Efendi bizi o ahşap Polis Okuluna teslim etti. 1-F şubesindeydim. Sınıfımız girişte küçük bir odaydı.
Okula başladığımızda numaralarımız değişti. Numaram 258 oldu.
Türkçe, Matematik, Tarih gibi derslerin kitapları mevcutken, Mesleki Derslere ait hiçbir kitap yoktu.
Mevcut kitaplar ya toplanmış, ya yakılmış, ya da toprağa gömülmüştü.
Hocalarımız yavaş yavaş anlatır bizde not tutardık.
Çoğumuz Arapça bilmediğimiz için, birçok kelimeyi anladığımız gibi yazmışız., yanlış kaydetmişiz.
Sakladığım o eski defterlerde bunları daha sonra gözden geçirme imkanı buldum.
Birinci sınıf Polis Okulunda, 2. sınıfı İdmanyurdu’nun İdare binasında, 3. sınıfı kendi binamızda okuduk.
Polis Okulunda okurken Müdürümüz Ali Rıza Uğurluydu. Daha sonra Bekir Elam geldi. İlk yıl herkes kendi kıyafetiyle okula geldi gitti.
Sadece başımız da beyaz şeritli şapkamız vardı.
Bekir Elam bizi görünce, “yangından çıkmış gibisiniz” dedi. Kıyafetlerimiz düzene koydu. Şapkasız gezmek ayıptı.
Hatta halk arasında günahtı.
Okul şapkasını taktık.
Hiçbirimizin meşin çantası, bond çantası yoktu.
İlkokulda ağabeyim bir arkadaşından tahta bir çanta almıştı. Ben İlkokulu o tahta çanta ile bitirdim.
İmam Hatip’in ilk yıllarında da o çanta ile gidip-geldim.
Babam bana kullanılmış çamurluğu olmayan, frenleri tutmayan bir bisiklet almıştı.
Annem de eldiven ve başlık örmüştü.
O yıllarda çok kar yağardı. Aymanas’tan, Şakalağın köprüye kadar bisikleti ben taşırdım. Ondan sonra Bir Kamyonun arka tekerinin bıraktığı izi takip ederek İmam Hatip Okuluna gelirdim.
Yolda kaşlarım, ellerim donar yarım saat sızısı geçmezdi.

HERKES BİLDİĞİ KADAR NOT ALIRDI
Bekir Elam, kulağı az duyan ancak çok zeki ve uyanık bir insandı. Allah rahmet eylesin, 4. sınıftaydık.
Her dersin bir müfredatı var, neden Dini derslerin müfredatı yok diye düşündüm. Müdür Beye giderek, Dini derslerin müfredatını istedim.
Ne yapacaksın, neden istiyorsun diye beni sorguya çekti.
Ondan sonra da, iki güne bir, üç güne bir, on güne bir çağırıp, neden istediğimi sordu.
Merak ettiğimi, öğrenmek istediğimi bunun için sorduğumu söyledim.
Sonunda otur dedi, ne öğreneceksen not tut. Müfredat programını vermedi.
Hacıveyiszade çok büyük bir zattı. Konya Müftüsü olan Abdullah Ulubay alim biriydi. Sözünü sakınmaz, nerede ne konuşacağını iyi bilirdi.
Eski İmam Hatiplerde okumuş Fatih Oktay ve Tahir Elliki’de hocalarımızdı.
Hacıveyiszade Hocamız İmam Hatip Okulunun her yeni ders yılı başlangıcında dua ederdi. Vali Cemil Keleşoğlu uzun boylu, iyi bir insandı. Törene iştirak ederdi. Bayrak töreni mutat bir şekilde yapılırdı.
Hocamız başında takkesiyle, çok temiz giyinirdi.
Hocalığın şerefini korurdu.
Herkesle barışık, herkesle ilgilenen bir insandı.
Okula yürüyerek gidip gelmezdi.
Faytonla gidip-gelirdi.
Hocalarımız bize gerçekten büyük rehberlik ettiler. Hayata atıldığımızda rehberlik etselerdi sanki daha iyi olacaktı. O günlerde Hacıveyiszade Hocamızın hayatta olmasını çok isterdim.
Mesela sınıfa gelir, soruları sorduktan sonra, odasından seccadesini getiri. Kıbleye döner, namaza dururdu. Talebe psikolojisi birbirine bakanlar, kopya çekenler olurdu. O olan biteni onlara söyler. Herkes ne yaparsa yapsın, bildiği kadar not alırdı.

whatsapp-image-2022-05-08-at-16-44-07.jpeg

NE DEDİ DOKTOR?
Bize ilk yıl Arapçaya Tahir Büyükkörükçü geldi. İkinci yıl bir hafta kadar devam etti. Sonra ayrıldı.
Bu arada benim gözlerim rahatsızlandı. Bana bir sevk kağıdı verdiler.
Kendi kendime hastaneye gittim.
Muayene oldum. İlaç yazdılar, reçete verdiler.
Aziziye Camiinin karşı tarafında, babamın dükkânı vardı. İlaçların alınması için dükkâna gitmiştim.
Hacıveyiszade Hocam dükkânın önündeymiş…
Hocaefendi beni hiç görmemişti. Adımı bilmiyordu.
Mehmet demez, Muhammed derdi…
Muhammed oğlum dedi, ne dedi doktor?
Bende olanı-biteni anlattım.
Allah hayırlı şifalar versin dedi.
Herkesle bu şekilde ilgilenirdi.

KIRK MÜNAFIĞIN KAHRINI ÇEKERİM
Vali, Hastanenin ek binası için birkaç yıl tahsisat istemiş gelmemişti.
İnşaatın halktan alınacak katkılarla tamamlanabileceğini düşünülmüş ve halktan yardım alalım, önderliğini de Hacıveyiszade Hoca yapsın diye karara varmışlar.
Bizzat Vali ricada bulununca, Hacıveyiszade başüstüne demiş.
Para toplamak için oraya, buraya, köylere, kasabalara başlamış koşmaya…
Hikayenin devamını Mustafa Ateş’ten ve bizzat yeğeni rahmetli Ali Ulvi Kurucu’dan dinledim.
Ali Ulvi Kurucu sılayı rahim yapmak üzere o günlerde Medine’den Konya’ya gelmiş.
Bakmış ki, amcası köy, köy kasaba kasaba hastane için koşuyor.
Amca demiş; Bırak bu devlet kendi hastanesini kendisi yapsın, sen çocukları okutmana bak!..
Hacıveyiszade, yeğenine şunları söylemiş;
Ne diyorsun sen Ali’m, İmam Hatipte bir çocuğun okuması için değil Hastane, 40 münafığın kahrını çekmeye hazırım!...
Biz bir çocuğun okuması niçin 40 münafığın kahrını çeken Hocaefendilerin eseriyiz.

SUDAN ÇIKMIŞ BALIĞA DÖNDÜK
Ortaokulu ve Liseyi bitirdiğimizde 3 karnede durumumuz iyi olsa da bütün derslerde imtihan oluyorduk. 1958 yılı Haziran’ında mezun oldum.
Biz o ana kadar okulu bitirdiğimizde nereye gideceğiz, nereye başvuracağız diye aklımızda bir şey yoktu. Mezun olunca tabiri caizse sudan çıkmış balığa döndük. Meskeni Konya olan arkadaşlarla sabahlara kadar ne yapacağımızı tartışırdık.
Hakkımızı arayalım dedik. Bir dernek kuralım fikrinde anlaştık. “Türkiye İmam Hatip Liseleri Mezunları Derneği” diye bir dernek kurduk.
Bu derneğin merkezi Konya olacak, diğer İmam Hatip Okulu bulunan İllerdeki dernekler, bu derneğin şubesi olacaklardı.
Sesimizi duyurabilmek içinde, “İslam’ın ilk emri Oku” mecmuasını çıkarmaya kara verdik.
Askere gidelim diyen arkadaşlar oldu. Lise fark derslerini verelim diyenler oldu. Fark dersleri Lisenin bütün derslerindendi.
Ben ve birkaç arkadaş askere gidelim, fark derslerini askerde verelim, bir taşla iki kuş vuralım diyorduk. Fark dersleri gözümüzde büyümüştü. Dernek kuruldu. Oku mecmuası hayata geçmeye hazırlanıyordu.
O zamanlar askere yılbaşında alıyorlardı. Konya Şeker’in geçici memur aldığını duyduk. Kantar memurluğuna ve muhasebeye…
Ben muhasebeyi kazanmıştım.
İmtihana girdik, bizim arkadaşlarımızın hepsi kazanmıştı. Listeler okunmaya başladı. İsmi okunan içeriye giriyordu. İsimlerimiz okunmaya başlanınca, Fabrikanın Müdürü Bahri Dağdaş, bir köşede bizi seyrediyordu. Bizler içeriye girerken o peltek sesiyle, “ Aferin İmam Hatipler… Aferin İmam Hatipler…” diyordu.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.