İmam Hatipliler Hak Yolunun Yolcuları: Halil İbrahim Sayar (7)

İmam Hatipliler Hak Yolunun Yolcuları: Halil İbrahim Sayar (7)
Konya’nın efsane isimlerinden, hayırsever isimlerinden yaşayan bir tarih olan Halil İbrahim Sayar’ın o yıllara ait anlattıklarının ve hatıralarının yedinci bölümünü sizlerle paylaşıyoruz.

Konya İmam Hatip Okulunun ilk binası olan Polis Okulu binasının kiralanmasından, yeni Okul binasının temelinin atılmasına, Konya Yüksek İslam Enstitüsünün şehre kazandırılmasından yurt binalarına varıncaya kadar babası rahmetli Hacı Sıtkı Sayar ve arkadaşlarıyla birlikte çalışan, bir asra yakın olayı gören yaşayan, Konya’nın efsane isimlerinden, hayırsever isimlerinden yaşayan bir tarih olan Halil İbrahim Sayar’ın o yıllara ait anlattıklarının ve hatıralarının yedinci bölümünü sizlerle paylaşıyoruz.

CIVILOĞLU YURDU SELÇUK ÜNİVERSİTESİNE DE EV SAHİPLİĞİ YAPTI

Cıvıloğlu Talebe Yurdunda, 1973 yılının 14 Mart’ından itibaren Selçuk Üniversitesinin

bazı bölümleri eğitime başladı.

Karara göre üç yıldan beri öğretimini sürdüren Akademinin Mimarlık ve İnşaat Bölümleri ile 1973 yılında ilave edilen Harita ve Tapu Kadastro Mühendisliği ile Makine Mühendisliği Bölümlerinde derslere yeni binada 14 Mart 1973 Çarşamba günü başlanacağı duyuruldu.

Sözü edilen bina Cıvıloğlu yurdu binasıydı.

Bina giriş kapısı üzerinde bina ile ilgili şu bilgi yer almaktaydı :

“Aslen Medrese olan bu külliye yıkılmış 1834 miladi yılında müfessir ve muhaddis olan Hacı Hasan Efendi, 2. Mahmudun fermanıyla tekrar medrese olarak yaptırmıştır. 1952 yılında hafız yetiştirme ve ilerletme derneği tarafından satın alınmış 1964 Haziranında inşaına başlayan aynı dernek 1965 sonunda 2 katı pasaj 4 katı da talebe yurdu olarak işletmeye açmıştır.”

Makine Mühendisliği bölümü daha sonra, Şimdiki Milli Eğitim Müdürlüğünün yanındaki boş arsa üzerinde Kimsesiz Çocuklara ait olan yurt vardı. oraya taşındı. O yurt binası daha sonra annesi ve babası olmayan kız çocuklarına ait bir oldu. Adı Kız Yurduydu. Selçuk Üniversitesinin Makine Mühendisliği bölümü bu binaya geldi.

Daha sonra peyderpey yeni yerlerine gittiler.

Geçen sene Meram Fen İşleri Müdürü, İmar Müdürü elimi öpmek istedi. Amca dedi ben Makine Mühendisi çıktım. Cıvıloğlu Talebe Yurdunda kalan ilk talebelerdenim. Biz daha sonra çok daha modern binalarda okuduk ancak Cıvıloğlunda aldığım feyizi bir daha hiçbir yerde alamadım dedi.

Binanın üst katları eskidi, yıprandı. Yurdun altında 25 dükkan vardı. Bu dükkanların geliriyle yurdun giderleri karşılanıyordu.

Daha sonra Türk Anadolu Vakfı kuruldu. Bir kongrede Hafız Yetiştirme ve İlerletme Derneği fesh edilerek, derneğin mal varlığı Türk Anadolu Vakfına devredildi.

img-3256.jpg

KALİTELİ DİN ADAMI YETİŞTİRMEYİ BİR BORÇ BİLİYORUZ

Ezan Cumhuriyet ilanından birkaç yıl sonra “Tanrı Uludur” diye başladı. Demokrat Parti iktidara gelinceye kadar devam etti.

27 Mayıs 1960 İhtilalini takip eden günlerde ezanın ne şekilde okunacağı sorusu Devlet Bakanı Mehmet Özgüneş’e soruldu.

13 Ekim 1960 Perşembe tarihli Cumhuriyet Gazetesinde yayınlanan “Düşüklerin resimleri niçin müzayede ile satılıyormuş?” başlıklı haberde şöyle deniyordu;

“Devlet Bakanı Mehmet Özgüneş bu mevzuda fotoğrafların müzayede ile satılmasına devam edileceğini, toplanan paraların talebe teşekkülleri, kimsesiz çocuklar ve Yüksek İslam Enstitüsünün kurulması için sarf edileceğini söylemiştir.

Özgüneş, İslam Enstitüsü mevzuunda şunları ilave etmiştir; İnkılabın istediğimiz kadar mimarı, mühendisi, öğretmeni vesair münevveri bulunmaktadır. Ancak istediğimiz sayıda ve kalitede din adamı yoktur.

Bunu yetiştirmeyi bir borç biliyoruz. Bu resimleri basın ücretle almakla büyük bir hizmet yapacaktır.

Özgüneş; Boykot devam ederse ne olacaktır? Sualini şöyle cevaplandırmıştır. Bu resimlerin bu şekilde satılmasına devam edilecektir. Duruşmalara ait resimler muayyen bir ücretle aynı gün basına verilecektir.

Özgüneş bundan sonra ezanın Türkçe okunmasıyla ilgili bir soruya, soru ile cevap vermiş ve ayrı ayrı yerlerde ayrı ayrı okunması sizce doğru olur mu? demiştir.”

Aslında gazeteciler Özgüneş’e ezanı ne zaman Türkçeleştireceksiniz diye sormuşlardı. Ancak siz bu ezanın ayrı ayrı yerlerde okunmasına razı olur musunuz diye bir cevap aldılar.

1950 yılında aslına uygun olarak okunmaya başlanan ezan 1960 ihtilali sonrasında değiştirmeyeceğiz dediler ve değiştirmediler.

BİR MAL HEM YAHUDİ DE, HEM ERMENİ DE

HEM DE TÜRK’TE VARSA, TÜRK’TEN ALIRIM

Yaşantımız ve inancımızın gereği olarak bir mal hem Yahudi de, hem Ermeni de, hemde Türk’te varsa, o malı Türk’ten alırım.

Biz Silleliler o mal Sillelide varsa mutlaka Silleliden alırız.

Mesela İstanbul’a gittim. Aradığım mal Konyalı bir tüccarda varsa, Konyalıdan alırım.

Boya ticaretine başladığımız yıllarda boya ticareti Yahudilerin elindeydi.

Bir Türk çıkıyor, boya fabrikası kuruyor.

Boya’yı onlardan aldık ve devam ettik.

img-3311.jpg

HER ŞEY VESİKAYA TABİYDİ

1930 ‘lara kadar mahalle mektebinde Silleli “ Hocaana” denen esas adı Tayyibe olan bir Hocamız vardı. Bu Hoca kızı Huriye ile birlikte bizi okuturdu.

Biz onlara Tayyibe Ana, Huriye Aba derdik.

Kuran öğrenmek isteyen çocuklara Elifba’dan başlayarak, Şerafettin Camiinin arkasında ki, çıkmaz sokak içerisinde bulunan Akkülah Camiinin olduğu yerde çocuk okuturlardı.

Eskiden burada Akkülah Medresesi vardı.

Her gün evimizin olduğu Altınçeşmeden okumaya giderdim. 25-30 çocuk vardık. Sonradan 40 kadar olduk. Hocalar, Polis baskınını önceden haber alabilmek için, yaşı bizden büyük birini gözcü koyarlardı.

O çocuk Polisler geliyor dedi mi, arka taraftaki yıkılmış duvarın penceresinden diğer sokaklara kaçardık.

Başımızda takkeyle bir yere gidemezdik. Polis Nuri, takkeli kimi görse alır karakola götürürdü.

Kimse kaçmak istemezdi, karakolda ne derlerse desinler dinlenir, en fazla orada kalan bir gün kalırdı.

Millet sarıkları çıkardıktan sonra şapkaya alışamadı. Fötr şapka Konya’da 1950’lerde giyilmeye başladı.

Ondan önce kasket vardı. Takkeye benzer örgü başlıklar vardı. Millet onları giyerdi.

Takke giyeni Polis hemen yakalardı.

1939 sonbaharında İkinci Dünya Savaşı çıktı.

Her şey vesikaya bindi. Şeker vesikayla, ekmek vesikayla, kömür vesikayla, iki-üç metre kaput bezi vesikayla, pazen vesikayla…

Muhtarlar evlere gelir, evlerdeki nüfusu belirlerlerdi. Çoluk çocuğun ne ihtiyacı var tespit edildikten sonra kaç metre kaput bezi verilecekse o yazılırdı. Kaput bezinden gömlek dikilir, iç çamaşırı dikilirdi.. Hükümetten vesikası alındıktan sonra, onunla Sümerbank’a gidilerek kaput bezi alınırdı.

Pazenden, basmadan elbise mi yapılacak, hükümete gidilir, pazen yada basma vesikası alınır, ondan sonra Sümerbank’a gidilirdi.

Evinde camı kırılan vatandaş, camının ölçüsünü alır, hükümetten cam vesikası alarak, Camcıya gider camını öyle taktırırdı. Her şey vesika ileydi.

AĞNAM VERGİSİNİ SEN VER, SENİN OLSUN!

İnkılabın etkisi, İkinci Dünya Savaşının etkisi, kuraklık yıllarının etkisi fazla oldu o yıllarda.

1930-1931-1932 yılları kuraklık yıllarıydı. Her taraf kuru, ot yok. Köyde ot yok, şehirde ot yok. Köylü koyununu bir liradan, iki liradan satmaya başladı.

Ancak alan yoktu.

O köylü daha evvel kendi koyunlarından kırptığı yünleri satmaya başladı.

Minderlerdeki, yastıklardaki, yataklardaki yünleri boşalttı, onların yünlerini sattı.

En iyi koyun 3 liraydı. Diğerleri 2.5 ve 2 liraya satılıyordu.

Bakan da yoktu, alan da.

Daha ötesi Koyun için, Keçi için yani küçükbaş hayvanlar için Maliyeye ödenen bir vergi vardı.

Ağnam vergisi…

Vatandaşın birisi koyununun boynuna bir yazı yazıp koyunu bıraktı gitti. Koyunun boynunda şöyle yazıyordu;

“Ağnam vergisini sen ver, senin olsun!”

Vatandaş buğdayını getirdi pazara, alan olmadı. Çuvalıyla birlikte bıraktı gitti. Böyle acı günler, böyle yokluk günleri yaşandı o senelerde.

NASILSIN BABAM?

Hacıveyiszade Hocam namaz kılmayı da, namaz kılanı da çok severdi. O yüzden İmam Hatip Okulunda ders vereceği günlerde Aziziye Camii önüne bir körük tahsis ettik.

Namaz bittiğinde Körük’e biner İmam Hatip Okuluna gelirdi. Eğer derse girmeye on dakika kadar zaman varsa, ona yardımcı olan Emine Hanım hemen seccadesini serer, zil çalıncaya kadar Hoca namazını kılardı. Dersten sonra teneffüs saatinde yine namaz kılardı.

Dersten çıkar namaza, namazdan çıkar derse.

Boş anı yoktu.

Bir gün İzmir’deyim. 50 sene sonra Hacıveyiszade Hocam rüyama geldi.

Nasılsın babam dedi.

Elhamdülillah Hocam çok iyiyim. Sizden aldığım feyizle yatmadan evvel on rekat namazı kılar öyle yatarım.

Babam dedi onu 33’e çıkaralım. Bazı çatlaklar var o çatlakları kaybedelim.

Tamam Hocam dedim, sizde dua buyurun bende 33 rekat kılayım.

Beş vakit namazın dışında, yatmadan evvel 33 rekat namaz kılıp yattım mı, başım yatağa bir karış kala uyurum.

Sağa sola dönme yok.

Birde uyanırım ki, sabah ezanı okunuyor.

Bir defa rahat bir uyku.

Yatsı ezanından sonra biraz kitap okurum. 33 rekat namazı da kıldım mı, ayrı bir dinçlik geliyor bana.

Bu rüyayı 2009 yılında gördüm.

Hocam elli sene evvel gördüğüm dinçlikte, aynı neşede.

Rüyaya geldiğinde Peygamber Efendimizin Kutlu Doğum haftasıydı.

Onun bana öğütlediği üzere, her Pazartesi ve Perşembe oruç tutarım.

Arabi ayların 13, 14 ve 15.nci günlerini oruçlu geçiririm.

Ayda 11 günden senede 132 gün yapıyor. 30 günde Ramazan ayında olmak üzere 160 gün oruç tutuyorum. Hiçbir hastalığım, hiçbir arızam yok. (Erol Sunat)

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.