'Nureettin Topçu önder bir şahsiyettir'

Konya Aydınlar Ocağı’nın düzenlediği Selçuklu Salı Sohbetlerinde emekli Müftü Ahmet Poçanoğlu Vefatının 50. Sene-i devriyesinde eğitimci, dava ve fikir adamı Nurettin Topçu’yu anlattı. Konevi Derneği Salonundaki konferansın açılış konuşmasını yapan Aydınlar Ocağı Başkanı Dr. Mustafa Güçlü merhum Nurettin Topçu’nun yaşadığı dönemin şartlarında, sahip olduğu dünya görüşünü korkusuzca savunduğuna vurgu yaparak, “öz değerlerini, Batı tarzı bir kültür ve medeniyet inşa etmek isteyenlere karşı yılmadan savunan ve ömrünü bu mücadeleyle tamamlayan Nurettin Topçu’yu vefatının 50. Yılında saygıyla anıyoruz” dedi.
Daha sonra kürsüye gelen Emekli Müftü Ahmet Poçanoğlu, düzenlediği kültürel programlar sebebiyle Konya Aydınlar Ocağı’na teşekkür ettikten sonra Nurettin Topçu’nun hayatı ve eserleri üzerine geniş bir değerlendirmede bulundu. Topçu’nun imanlı, ahlâklı debdebeden ve gösterişten uzak hayatı olduğunu vurgulayan Poçanoğlu, “Doğru bildiğini söylemekten ve yaşamaktan çekinmeyen, tavizsiz karakteri, ömrünü her an büyük mahkemenin huzurundaymış gibi hesap vermeye hazır geçirmiş olmasıyla bizler ve gençliğimiz için gerçek bir örnek ve önder şahsiyettir” dedi.
Topçu’nun felsefeden sanata, dinden ekonomiye ve eğitime kadar pek çok sahada kendine has tahlilleri, bakış açıları ve önerileri olduğuna işaret eden Poçanoğlu, “O hem Batı’yı çok iyi tahlil eden, gözlemleyen ve Batı düşüncesini bilen hem de ailesi ve muhiti dolayısıyla geleneksel yapı ve değerleri tanıyan, bilen ender düşünürlerden biridir. Gönüllere hitap etmeyi amaç edindi; kalabalıktan uzak, elinden geldiğince münzevî bir hayat sürdü. Üstün zekâsı, yazmaya olan düşkünlüğü, muhakeme, murakabe, muhasebe gücü ve hitabetiyle kitleleri; eylem olarak olmasa da düşünsel olarak tesiri altına alabilmiş müstesna bir ruh ve fikir adamı olarak temayüz ederken kendisini bu toprakların ıstırap çeken insanlarından biri olarak tanımlamıştır” diye konuştu.
Nurettin Topçu doğumu ve ailesine dair bilgiler de veren Poçanoğlu, “Topçu 1909 yılında İstanbul’da doğdu ve asıl adı Osman Nuri Topçu’dur. Babası Topçuzâde Ahmet Efendi Erzurum’lu, annesi Fatma hanım ise Erzincan’ın Eğin, bugünkü adaıyla Kemaliyeli’dir. Dedesi Osman Efendi, Erzurum’un Ruslar tarafından işgali sırasında Türk ordusunda topçuluk yapmış ve aile Topçuzadeler olarak anılmıştır” diyerek devam etti.
Nurettin Topçu’nun, altı yaşındayken Bezmiâlem Valide Sultan Mektebi’nin ana kısmında eğitime başladığını, İlkokulu Büyük Reşid Paşa Numûne Mektebi’nde okuduğunu, kaydeden Poçanoğlu, “Çocuk yaşlarındayken küçük bir sandıkta gazete ve kitap biriktirmek merakı vardır. Mehmet Akif’e karşı duyduğu sevgiyi bu yıllarda Türkçe öğretmeni Nafiz Bey’den edindi. Vefa İdadisi’nden sonra, Lise tahsilini İstanbul Lisesi’nin Edebiyat Bölümü’nde tamamlayan Topçu Mehmet Akif’in medeniyet telakkisini idrak edip, daha iyi bir eğitim alabilmek için Avrupa’da tahsil görmek gerektiğinin farkında olarak, Millî Eğitim Bakanlığı’nın açtığı Avrupa imtihanlarını 1928 yılında kazanıp burslu olarak o zamanki Batı düşüncesinin kalbi olan Fransa’ya gitti. Fransa, Türkiye’deki liselerin denkliğini kabul etmediği için Topçu Paris’teki eğitimine Bordeaux Lisesi’nde başladı. Burada özellikle üç yönden kendini gösterdi. Yazdığı ilk denemeleri, üyesi olduğu Sosyoloji Cemiyeti (L’association de La sociologie)’ne gönderdi ve derneğin yayın organında yayınlandı. Ayrıca Hareket Felsefesi’nin kurucusu Fransız filozofu Maurice Blondel ile tanışıp uzun yıllar samimi bir diyalog halinde bulundu. Ayrıca psikoloji sertifikası aldı” dedi.
Liseyi müteakiben Strazbourg’a giden Topçu’nun, üniversite tahsilinde psikoloji ve güzel sanatlar, genel felsefe ve mantık, çağdaş sanat tarihi, sosyoloji ve ahlâk, ilk zaman sanat ve arkeolojisi dersleri aldığını söyleeyen Poçanoğlu, “Ayrıca ilim ve fikir adamı, yazar, tıp doktoru Adnan Adıvar ve Fransız şarkiyatçısı Louis Massignon ile de orada tanıştı. Adıvar’ın Massignon’a vermekte olduğu Türkçe dersini de daha sonra devam ettirdi. Doktorasını 1934 yılında Sorbonne Üniversitesi’nde verdi. Böylece Sorbonne Üniversitesi’nde doktora yapan ilk Türk öğrenci oldu. Doktora çalışması, 1934 yılında Paris’te Fransızca olarak yayınlandı ve yıllar sonra “İsyan Ahlâkı” ismiyle Türkçe’ye de çevrildi” diyerek devam etti.
Çalışmasının Sorbonne Üniversitesi Felsefe Jürisi tarafından yılın en başarılı doktora tezi seçildiğini ve Üniversitenin geleneklerine göre kendisine ödül olarak bir altın saat mi, yoksa Amerika veya Kuzey Avrupa’ya bir mavi yolculuk mu istediği sorulduğunda, Topçu’nun “Hiçbiri değil, Sorbonne Üniversitesi’nin giriş ve çıkış kulelerinde yirmi dört saat ay-yıldızlı Türk bayrağının dalgalanmasını istiyorum” diye karşılık verdiğini anlatan Poçanoğlu, “Bu olay, onun düşünce yapısını, vatan ve millet sevgisi ile hayat felsefesini yansıtan önemli bir ayrıntıdır, çünkü Topçu Anadolu'ya hayrandır. Nitekim, Blondel’in (Şark’ta felsefe olmaz, burada kal) önerisine rağmen 1934’de baba ocağına dönüp Galatasaray Lisesi’nde felsefe öğretmeni olarak görev aldı” diyerek konuşmasını sürdürdü.
Topçu’nun yurda döndükten sonra düşünce açısından bunalımlı bir dönem geçirdiğine vurgu yapan Poçanoğlu, “Kafasındaki problemleri çözebilecek bir mürşit aramaya başladı. Her ne kadar o dönemde Türkiye’ye hâkim olan anlayış en hakiki mürşidin pozitif bilim olduğunu söylese de, bu durum onun birtakım metafizik soruşturmalarını tatmin etmez. Bu arayışın sonucunda tasavvufla tanıştı. Çocukluk arkadaşı Mehmet Sırrı Tüzeer, onu Abdülaziz Efendi’ye götürdüğünde bir gecede başka adeta bir Nurettin oldu” dedi.
Topçu’nun Galatasaray Lisesinde görevliyken anlaşmazlıklar yüzünden İzmir Atatürk Lisesine tayin edildiğini ve bu haberi düğün akşamında aldığını anlatan Poçanoğlu, “Topçu İzmir’de öğretmenliğinin dördüncü yılı olan 1939’da, Türk düşünce tarihinde önemli bir yeri olan “Fikir ve Sanatta Hareket Dergisi”ni yayınlamaya başladı. Tek parti yönetimini tenkit eden ve Atatürk’e hakaret ettiği izlenimi veren “Çalgıcılar” isimli yazısından dolayı açılan soruşturma üzerine de Denizli’ye sürgün edildi. Böylece, yeni başlamış olduğu öğretmenlik mesleğinde ikinci kez sürgün edilmiş oldu” diyerek konuşmasını sürdürdü.
Nurettin Topçu’nun fikî yapısından da bahseden Poçanoğlu, ,”Modernitenin dünya tasarımına ve Cumhuriyet'in modernizm projesine karşı politik değil, entelektüel bir tarzda eleştiriler yöneltmiştir. Topçu'ya göre Cumhuriyetle birlikte artan yabancılaşma toplumun dayandığı temelleri tahrip etmektedir. Bunu, (Asrımızda yapılan inkılâpların çoğunda milletimizin, mâzisiyle alâkasının kesildiğini görüyoruz ki, bu hal, kendi kendini çürütmekten, kendi köklerini koparmaktan bir nevi intihardan ibarettir. (…) İnkılâbımızın aşısını yine kendi mazimizden almamız lâzımdı. Mâzide bizi yükseltmiş olan temeller yıkıldığı için çöküyoruz) diyerek anlatmaktadır dedi.
Topçu’nun, 27 Mayıs 1960’a kadar uzun yıllar Robert Koleji’nde tarih okuttuğunu, ancak 27 Mayıs Darbesinden sonra devrim aleyhtarı bulunarak buradaki görevine son verildiğini de kaydeden Poçanoğlu, “Nurettin Topçu, Bergson’dan hareketle hazırlamış olduğu Sezgiciliğin Değeri isimli çalışmasıyla İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde doçent unvanı almış olmasına rağmen kendisine fakültede kadro verilmemiş ve çeşitli entrikalarla üniversiteye alınmamıştır. Doçentlik tezi daha sonra Bergson’ ismiyle basılmıştır. Bununla birlikte iki yıl aynı fakültede Prof. Dr. Hilmi Ziya Ülken’in kürsüsünde eylemsiz doçentlik yapmıştır” diyerek devam etti.
Topçu’nun politikaya bakışını da ele alan Poçanoğlu, “Politikanın çirkin yönlerini bildiği için, Demokrat Parti’inin (Yeter Söz Milletindir) sloganından etkilenmesine rağmen partiye uzak durmuştur. Buna karşılık Anadolucu ve İslâmî milliyetçilik fikrine sahip olduğundan, çeşitli mukaddesatçı ve milliyetçi teşekküllerde faal bir şekilde rol aldı. Milliyetçi derneklerin birleşmesi ile Bekir Berk, Fethi Gemuhluoğlu, F. Kadri Timurtaş, Şadi Pehlivanoğlu ve Sait Bilgiç’in kurduğu Türk Milliyetçiler Derneğinde Sait Bilgiç’in başkanlığını Nurettin Topçu da etkin isimlerden biri oldu. 27 Mayıs Darbesi Topçu’da derin bir iz bıraktı ve sonrasında siyasi faaliyetlerinde bir canlılık görüldü. Ömrü boyunca siyasi kuruluşlara ve hareketlere yakınlık duymamasına rağmen Adalet Partisi’nin kurulup organize edilmesi için gayret etti. Israrlar üzerine de 1961 seçimlerinde Adalet Partisi’nden Konya adayı olur ancak seçilemez. Fakat seçilemediğine de sevinmiştir” diyerek sözlerini sürdürdü.
Topçu’nun 1960’ların başında yazılarında kullandığı sosyalizm kavramı nedeniyle tepkiyle karşılaştığına da dikkat çeken Poçanoğlu, “Milliyetçiler Derneği, Aydınlar Ocağı gibi cemiyetlerden, sosyalizmi savunması nedeniyle uzaklaşmak zorunda kalmıştır. Topçu’nu bu durumu ilk bakışta bir tutarsızlık gibi gözükebilir. Oysa Topçu’nun Komünizm ve Sosyalizm kavramlarına yüklediği manalar oldukça farklıdır. Şüphesiz Topçu, Marksist bir sosyalizmi savunmadı. Bunu komünizm eleştirilerinde görmek mümkündür. Şöyle demiştir: (Marksist sosyalizm, ruhi varlığı ve ferdi iradeyi reddeden, milletin hayat kaynaklarını hiçe sayan, eşitlik adına insan hürriyetlerini harcayan, kini kinle yok etmeye çalışan, iptidai anlamda bir eşitlik güden hasta ruhlara hitap etmektedir.) Topçu, her şeyden önce komünizmin materyalizm ilkesine, insanı mideden ibaret gören, manevi ve ruhi değerleri hiçe sayan anlayışına karşı çıkmıştır. Topçu’nun Sosyalizmi ise Türkiye şartları çerçevesinde yeniden yorumlayarak İslami, ruhçu, manevi değerleri merkeze alan ve bir ahlak nizamı olan Anadolu İslam Sosyalizmi tasavvurunu ortaya koyuştur. Bir çıkış yolu arayışıdır” diyerek konuşmasını tamamladı.
Program sonunda Emekli Müftü Ahmet Poçanoğlu yeni basılan “İnci Mercan gerdanlığı” adlı kitabını Aydınlar Ocağı Başkanı Mustafa Güçlü’ye takdim etti.
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.