Rahmetli Hüseyin Pekyatırmacı'nın Son Röportajı Pusula'da

Rahmetli Hüseyin Pekyatırmacı'nın Son Röportajı Pusula'da
Selçuklu Belediye Başkanı Ahmet Pekyatırmacı’nın da amcası olan rahmetli Hüseyin Pekyatırmacı, bir Konya beyefendisiydi, çekirdekten yetişme bir kunduracıydı. Rahmetli Tahir Büyükkörükçü Hocanın dünürü, onunla birlikte 42 sene süren bir dostluğu olmuş..

Selçuklu Belediye Başkanı Ahmet Pekyatırmacı’nın da amcası olan rahmetli Hüseyin Pekyatırmacı, bir Konya beyefendisiydi, çekirdekten yetişme bir kunduracıydı. Rahmetli Tahir Büyükkörükçü Hocanın dünürü, onunla birlikte 42 sene süren bir dostluğu olmuş. Derneklerden, odalardan, siyasetten uzak durmuş bir şahsiyet. Onunla yıllar önce yapmış olduğum bir röportajı ve hatıralarını sizlerle paylaşıyorum. (Erol Sunat) 

KAPI CAMİİ BİZİM İÇİN EN BÜYÜK NİMET VE BEREKETTİ

Biz bu dükkana, Kapı Camiinin kurbunda olan bu dükkana 1944 yılında oturduk. Ben o zaman on yaşındaydım. Kapı Camisinin burada olması bizim için en büyük nimetlerden ve bereketlerden birisidir.

Babam bize dersinizi dinlemeden gelmeyin derdi. Başta Akşehirli Ahmet Efendi olmak üzere İsa Bolay Hoca, Ali Bülbül Hoca ve Konya Müftüsü Abdulah Ulubay’ın derslerini dinlemek nasip oldu.

Birde Kara Haydar Efendi vardı. 54 yıl Kapı Caminin tek imamı. Ladikli Ahmet Ağamızın, Tahir Hocamızın ifadesi ile Hızır Aleyhisselamın çok zaman sabah namazını Hacı Haydar Efendinin arkasında kılmak için Kapı Camiine gelirmiş. Hocaefendi 1949’da vefat etti. Onun arkasında namaz kılma şerefine nail olduk.

10 Temmuz 1934 yılında kardeşimle ikiz olarak Akbaş mahallesinde dünyaya geldik. Çocukluğumun mühim bir kısmı oralarda geçti.

1947 senesinde İlkokulu Gazipaşa İlkokulunda okudum. İlkokuldan sonra Ticaret Lisesine başladık. O yıllarda Konya’da Lise muadili okul çok azdı. Ticaret Lisesi, Gazi Lisesi, Sanat Enstitüsü ve Kız Muallim Okulu. Karma Ortaokulu diye de müstakil bir ortaokulumuz vardı.

Ben 1953-54 döneminde Ticaret Lisesini bitirdim. 1954 yılında İstanbul Tüksek Ticaret Okuluna gittim. Orada Cenabı Hak bizi yalnız bırakmadı. Konya’nın manevi üstatlarından Dr. Mehmet Hulusi Baybal, İstanbul Tıp’da öğrenciydi. Bizleri Cuma akşamları ( Perşembeyi Cumaya bağlayan gece) Beyazıt Camii Vaizlerinden Abdurrahman Güzelyazıcı ve Cemal Öğüt, Hasan Basri Çantay’ın sohbetlerine götürürdü

 

MUHABBET, SAYGI VE HÜRMETLE GEÇEN BİR ÖMÜR

1960 senesinde askerdim. Son sınıfta askere ayrılmıştım. Polatlıda Yedek Subay Okunda talebeyken İhtilal oldu. Malatya’da askerliği tamamladım. 1962 yılında askerden döndüm.

Aynı sene Üniversite Kitapevini Fevzi Özçimi, Nuri Yılmazgil ve rahmetli Vahit Topatan’la birlikte açtık.

O sene evlenmek nasip oldu. Yine aynı sene Konya’da İslam Enstitüsü ve Eğitim Enstitüsü açıldı.

1968 yılında kitapevinden ayrıldım. 1969 yılında babamın yanında kunduracılığa başladım. Babam ısrarla beni yanına istiyordu. İkiz kardeşim Hasan, Selçuk Lastik Fabrikasına Müdür olmuştu. Ağabeyim Necati, fabrikanın toptan kısmındaydı. Bende babamın ısrarıyla buraya geldim.

O günlerde Tahir Hocamın sohbetlerine devam ediyordum. Sohbetimizin birinde bir arkadaş, toplu halde hacca gidelim dedi. Tahir Hocam da hay hay deyince, 1969 yılında Tahir Hocamla birlikte hacca gitmek nasip oldu. Hocamla yakınlığımız böyle başladı. Sene 1970’de Erenköy mahallesinin kuruluşunda bir arada bulunduk. Sonra nasipmiş, Hocamla dünür olduk. Oğlu Abdurrahman damadım oldu. Hocamın vefatına kadar tam 42 yıl aramızda en ufak bir pürüz çıkmadan karşılıklı muhabbet, saygı ve hürmet hiç eksik olmadan bir ömür geçti.

 

TAHİR HOCAM ÖRNEK VE NUMUNE BİR İNSANDI

Hocam ilmiyle amil bir insandı. Erenköy’e göçtüğümüz yıllarda sabah namazlarına pek gitmezdik. Bir gün yatsı namazından çıkarken, Hocam cemaate döndü. Yarın dedi Pekyatımacılardan sabah namazına kim gelirse, evine gidip gül aşısı yapacağım dedi. Ertesi sabah üç Pekyatırmacı, Hüseyin, Hasan ve Necati sabah namazında arz-ı endam ettik. Hocam bu hususlara çok dikkat ederdi. Karşı tarafı rencide edecek, kıracak, incitecek bir kelam etmezdi, söyleyeceğini, duyuracağını bu şekilde söylerdi.

Sabah namazını müteakip, benim evden başlamak suretiyle, bahçedeki güllerden ikisine gül aşısı yaptı.

Hocam her bakımdan örnek ve numune bir insandı. Vakur bir din adamıydı. Çoğu ona kibirli der amma onda kibrin zerresi yoktu.

Konya’ya yeni bir Vali gelmiş. Oktay Başer, hocamda duymuş ki, Vali Bey kendisini ziyarete gelecek. Beni çağırdı, dedi ki, Vali Beyden bir randevu al, evvela biz kendisini ziyaret edelim. Randevuyu aldım. Hocamla birlikte 3-5 arkadaş gittik Vali Beyi ziyaret ettik. Kibir sahibi bir insan olsaydı bunu yapmazdı.

Yerine göre vakarından Vali olsun, Belediye Başkanı olsun, Paşa olsun, yetkili biri olsun, varlıklı bir insan olsun, onların şahsiyetine itibar etmez, İslam’ı zelil duruma düşürmezdi. Biz böyle bir Hocaefendi ile ömür doldurduk. Boşluğunu şimdi daha iyi anlıyorum.

DİPLOMA OLSA OLSA SENATÖRLÜKTE LAZIM OLUR!

Babamın asıl mesleği sayacılıktı. Bizim çocukluğumuzda evde de makinemiz vardı. Gündüz akşama kadar çalışır. Akşamdan 12’ye, 1’e kadar da saya çıkarırdı. Eskiden geçim imkanları zordu. Alnının emeği ile bizi hiç kimseye, hiçbir tarafa muhtaç etmeden yetiştirdi.

1944 senesine gelinceye kadar sağda-solda çalıştı. O yıllarda dükkan sahibi olmayanlar, bir esnafın yanında dükkanın bir köşesine makinelerini koyarlar, orada o dükkana bağlı olmadan çalışırlar, ay sonlarında dükkan kirasından kendilerine ne miktar düşüyorsa onu öderlerdi. Yetki dükkanın asıl sahibinde olurdu. Bu şekilde çalışmaya “ Odaşık” denirdi.

Kendi dükkanımıza geldiğimizde evvela ayakkabı imalatıyla başladık. O günlerde, ağaç çivili ayakkabılar vardı. Ağaç çivi çakardık. Bu işe ilgi ve alaka duyduk. Tahsile başlayınca dükkanı bırakmadık. Dükkana devamlı gelirdik.

Konya’da iş güzün olurdu. Güz aylarında birde bahar aylarında. Kışın ve yaz aylarında tamamen dururdu. Biz okula devam ettiğimiz halde, babamıza yardım ettiğimiz için okulların açıldığı ilk 15 gün okula gitmedik. Babama yardım ettik. Çünkü işlerin en yoğun olduğu zamanlar o zamanlardı.

Ticaret Lisesinin Müdür Yardımcısı Arif Bilge, (Milletvekili Turan Bilge’nin babası) biz on beş gün sonra gidince bizi okuldan kovdu.

Defolun dedi, elini kolunu sallaya sallaya okula gelen öğrenci istemiyorum. Ben disiplinsiz öğrenci istemem.

Babam zaten okumamızı istemiyordu. Dükkana yardımcı olmamızı istedi. Bunu canımıza minnet bildik. Okulu bıraktık.

YIMA Bakkaliyesi Ali Akçay dayım olurdu. Bizimde velimizdi. Bu arada Okul Müdürü Mustafa Biroğlu ayrılmış, yerine Kani Sami Sarıgöllü diye bir müdür gelmiş. O yıllarda okuyan az. Birinci sınıfa 25 kişi başladık, üçüncü sınıfa geldiğimizde 8 kişi kalmıştık.

Kani Bey dayıma geliyor. Ali Bey diyor, çocuklar okula gelmiyorlar, talebeye ihtiyaç var, çocuklara söyleyin gelsinler demiş.

Kani beyin ısrar ile okula yeniden başladık. Babamın itirazlarına rağmen okuduk. Babam, okuyan ok mu tutmuş, diyordu. Falanın oğlu okudu geldi, ne oldu? Babasının yanında çalışıyor.

Ama bizde okuma hevesi vardı. Okuyanda yoktu, okuyacak okulda azdı. Okurken çok muhterem ağabeylerimiz vardı. Bekir Abimiz, Ahmet Karaciğan abimiz hala görüştüğümüz ağabeylerimizdir.  Altı yıllık okulda bir aile gibiydik. Talebe azdı.

1954 yılında İstanbul’a gittim. Yüksek Ticaret Okulu sadece İstanbul ve İzmir’de vardı.

Üç yıllık bir okuldu. Son sınıfta askere ayrıldım. Okulu bitirmedim.

Askerden geldikten sonra evlendim, Üniversite kitapevini açtım. Mesuliyetlerim arttı.

Okul bize niye lazım? Olsa olsa senatörlükte lazım olur bu diploma dedim.

Benim memurlukta gözüm yoktu. Yanlış anlaşılmasın memuriyet hayatı esaret hayatı gibi geldi. Biz hür doğduk, hür yaşamaya devam dedim. Onun için diplomaya dönüp bakmadık.

DÜKKANIMIZDA TEK BİR ÇİFT MALIN KALMADIĞINI BİLİRİM

Bizim zamanımızda ayakkabı dar, mal dar. İthalat yapılamıyordu. Üretim ona göre azdı. 1958 senesinde Menderes’in aldığı meşhur Ağustos kararları vardı. İktisat tarihinde meşhurdur. İthalat kotalarla yapılıyordu. Bu şu demekti. Senin hammadde ihtiyacın ne kadar? On ton kauçuk. Sana 5 ton kota veriyordu. Beş ton kauçuk ithal ediyordun işi bitiriyordun. Böyle olunca da, Türkiye’de ciddi bir mal sıkıntısı oluyordu.

img-5346.jpg

İktisaden arz ve talep kanunu geçerli. Arz az olup, talep de çok olursa, piyasada normal bir ticaret yapılamıyordu. Karaborsa hüküm sürüyordu.

Şu çarşı imalatçı. Bedestende hazır satanlar vardı. Birkaç kavaf vardı, bizim belki 10-15 atölyemiz bulunuyordu. Atölyeler müstakildi. Onlar bize mal yapar, üzerine cüzi bir kar koyar bize verirlerdi. Bizim ayrıca birde toptan yerimiz vardı.

Ben bazı yenilikler yapmak istedim. O günün imkanları dardı. O günkü imalat yalnızca el emeğiydi. Küçük dükkanımızın bir köşesinde 4 kalfa çalışırdı. Yine de işleri yetiştiremezler, gece birlere kadar çalışmalarını sürdürürlerdi.

O gün yapılan ayakkabı kundura tabir edilirdi. Tabanına kabara çakılırdı. O köseleler çok daha sağlamdı. Eskiden hammaddenin hakkı verilirdi. Kösele havuzda altı ay bekletilirdi.

İstanbul, Bursa ve Denizli’den gidip alınıyordu.

Köseleler rulo şeklinde balya halinde gelirdi. On derilik balyaya tura derlerdi. On tura deri, bir balya olurdu.

Eskiden Türkiye’de hammadde çok azdı. Ağaç çivi, kabara ithal edilirdi. İmalat tahditli, mal dardı. Esnaflık kolaydı. Elimizde mal kalmazdı.

Şimdi esnafın elinde tapon mal çok. Mal durdukça , modası geçtikçe, satılmadıkça birikip kalıyor. Alanda, soranda, yüzüne bakanda olmuyor.

1958’de dükkanda bir çift malın kalmadığını hatırlarım. Dükkanımızda bir camekanımız vardı. Dükkandaki bütün ayakkabılar satılmış, sadece camekanda tek bir lastik kalmıştı. Ya ikisi de sağ, ya ikisi de sol tek…yani eşli olmayan bir lastik Köylü vatandaşın bir geldi. durumu izah etmemize rağmen aldı, ayağına giydi gitti.

O DEVİRDE KARABORSA ÇOKTU

Anadolu’nun deve dişi esnafları İstanbul’a giderlerdi. Hacı amcalar sıraya girer, o zamanlar iki Yahudinin elinde olan Gislaved ve Derby ayakkabılardan iki kasa mal alırlar ve çoğunlukla karaborsa satarlardı.

Bizde aksine Belediyenin zabıtasına haber verir, zabıta gelir, zabıtanın nezaretinde tüketiciye satardık. Çünkü Milli Koruma kanunu vardı. Zabıta gelmeden önce mal getirdiğimizi öğrenen esnafların çırakları bizden mal götürmeye çalışırlardı.

Karaborsanın şekli şöyleydi; malı getirip, stoklayıp, yerine göre yok deyip, fiyatını yükselterek fahiş fiyata satmak.

Ama malı getirip de müşteriye arz edip hiç stoklamadan kaça satarsan sat.

O devirde karaborsa çoktu.

Keten ayakkabı çıktı. İlkokul, ortaokul, lise talebeleri hatta üniversite talebeleri spor derslerinde bu ayakkabılardan almak zorundaydı. Bu ayakkabının alternatifi yoktu. Talebe mecbur alacaktı.

Üreten rahat, satan rahat, alan rahattı.

Şimdi ithal ayakkabılar var. Çocuk onlardan istiyor. Birde umumi israf ve aşağılık kompleksi var. Marka hastalığı var. Adidas olacak, Kinetix olacak. Bu veliyi zorluyor. Çocuğu rezil etmemek için alıyorlar.

Bizim çocukluk dönemimizde, ayakkabısız ayağı çıplak çocuklar vardı. Biz orta halli bir aile sayılırdık,  bize ayakkabı alındığında, bir gece koynumuzda o ayakkabı ile yatardık. Şimdi beşikten başlıyor. Beşikteki çocuğun en az 3-4 ayakkabısı var. İsraf var. Hazımsızlık var.

Cenabı Hak, nimetlerini kullarının üzerinde görmek ister. Yemede, içmede, giyinmede hakkını vermeli, hayır ve hasenatını ona göre yapmalı.

BABAM VAKIF MALINA DÖNÜP BAKMADI

Kunduracılar içindeki esnaf olduğu gibi ayakkabıcıydı. 2-3 tane Katıkçı vardı. Bu katıkçılarda helva ekmek, pastırma ekmek, üzüm ekmek bulunurdu. Etli pide yapan yerler vardı.

Konya’da ayakkabı almak isteyen Kunduracılar içine gelmek zorundaydı. O zamanlar saray çarşısı falan yoktu.

Babamın takdir edilecek yönlerinden biride şuydu; o yıllarda İmamların maaşlarını Vakıflar İdaresi veriyor. Ancak idare parasızlıktan Kapı Camii İmamı da dahil olmak üzere, İmamların maaşını verememiş.  Bunun üzerine Vakıf İdaresi, kendine ait dükkanları tanesi 200 liradan satışa çıkarmış.

Dükkanlar vakıf olduğu için, babam dedi ki, o gün için 2000 liram vardı amma dönüp bakmadım. Babam vakıfa ve faize dönüp bakmazdı.

Benimde üzerinde durduğum en önemli şeyler; Faize, vakıfa ve harama girmemek oldu.

Benim dükkanımda hala bankaların post cihazı yok.

Birgün  üç kişi geldiler.

İçlerinden birisi dedi ki,

Hacı efendi, hangi devirde yaşıyoruz, burada kart geçmez mi, hani post cihazın?

Bunlara kart hesabını anlattım. Yelkenleri indi. Ayrılırken hürmetle elimi öptüler ve aynen kabullendiler.

Bizim büyüklerimiz bankanın önünden geçmeye cevaz vermezlerdi.

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.