Tunus'ta 25 Temmuz kararlarının toplumsal boyutu

Tunus'ta 25 Temmuz kararlarının toplumsal boyutu
Toplumun siyaset kurumuna güvensizliği ve kriz koşullarının, demokratik işleyişteki uzun dönemli bir kesintinin mazereti olarak kullanılmaması Tunus’un geleceği açısından hayati önemde.

Tunus’ta Cumhurbaşkanı Kays Said, 25 Temmuz’da, ekonomi, siyaset ve sağlık alanlarındaki kriz halini ve halk protestolarını gerekçe göstererek güvenlik güçlerinin de desteğiyle Başbakan Hişam el-Meşişi’yi görevden aldığını ve meclisin tüm faaliyetlerini dondurduğunu ilan etti. Cumhurbaşkanı Said, Anayasanın 80. maddesine işaret ederek söz konusu kararların hukuka aykırı olmadığını ve yasal dayanaklar çerçevesinde adım attığını belirtse de bu yorum, hukukçular tarafından tatmin edici bulunmadı. Zira Said’in kararlarına mesnet olarak gösterdiği 80. madde, ulusal güvenliği tehdit eden olağanüstü şartların oluşması durumunda cumhurbaşkanının her türlü önlemi alabileceğini belirtmekle birlikte, bu süreçte cumhurbaşkanının meclis başkanı ve başbakan ile müzakere halinde olması ve meclis oturumlarının da devam etmesi gerektiğini ifade ediyor.

Ancak Tunus’ta mevcut duruma bakıldığında cumhurbaşkanının, meclisi, başbakanı ve meclis başkanını yok sayarak tek başına hareket ettiği ve yürütme yetkilerini tekelinde topladığı görülüyor. Nitekim meclisin kapısı askerler tarafından kapatılarak Meclis Başkanı Raşid el-Gannuşi’nin de binaya girişine izin verilmedi.

Demokratik mekanizmalar fiilen askıya alındı

Tunus’ta tüm bu yaşananlar, cumhurbaşkanının, yasalar çerçevesinde ve yetkileri dahilinde tasarrufta bulunmuş olmaktan ziyade ülkedeki demokratik işleyişi ve mekanizmaları fiilen askıya almış olduğu anlamına geliyor. Yani Tunus’ta yasal bir sürecin işlemesinden çok halkın iradesini dikkate almayan, Meclis Başkanı Gannuşi’nin de ifade ettiği gibi darbe girişimi olarak nitelenebilecek bir aşamaya gelindiğini ifade etmek gerekiyor. Son gelişmeler, 2011’den bu yana demokratik mekanizmaların işleyişi konusunda hayli önemli kazanımlar elde eden Tunus’un iç barışı ve birçok kriz anında tezahür eden uzlaşmaya dayalı siyasi kültürü açısından da ciddi riskleri beraberinde getiriyor.

Cumhurbaşkanı Said’in böylesine kritik ve Tunus siyaseti açısından önemli riskler taşıyan hamlesine Tunusluların, en azından şu ana kadar ciddi bir infial göstermemiş olması farklı yönleriyle ele alınması gereken bir konu.

2011’de otoriter yönetime karşı çıkarak bütün Arap coğrafyasına yayılan kitlesel gösterilerin ve köklü değişim süreçlerinin kapısını aralayan Tunus halkının son gelişmeler karşısındaki tutumunu da 2015’ten bu yana yaşanan gelişmeler çerçevesinde değerlendirmek gerekiyor.

Tunus’ta, 2015 yılında terör örgütü DEAŞ’ın art arda gerçekleştirdiği saldırılarla ülke ekonomisinin can damarı olan ve on kişiden birinin istihdam edildiği turizm sektörü oldukça ağır bir darbe aldı. 2016, 2017, 2018 ve 2019 yılları bir yandan terörle mücadele, bir yandan da kan kaybeden ülke ekonomisinin, turizmin yeniden canlandırılarak toparlanması çabalarıyla geçti. Bununla birlikte söz konusu yıllarda Tunus iç siyasetinde istikrar bir türlü sağlanamadı ve iç siyasi gündemde ağırlıklı olarak partiler arası ideolojik uyuşmazlıklar, siyasilerin yolsuzluk haberleri ve meclis içi çatışmalar öne çıktı. Partiler ve siyasiler arası uyum ve dengenin sağlanamadığı istikrarsızlık döneminde ekonomik olarak da beklenen ilerleme sağlanamadı ve ülkenin en önemli sorunlarından olan işsizlik 2011 devrimi öncesinin dahi üzerine çıktı (2010 yılında yüzde 13,05 olan işsizlik oranı 2018’de yüzde 15,46 oranına yükseldi).

Ekonomik ve siyasi istikrarın bir türlü sağlanamadığı Tunus’ta 2015’i takip eden yıllarda çeşitli kentlerde ekonomik gerekçelerle çok sayıda gösteri düzenlendi. Bu protestolar kimi zaman bir aydan fazla süren geniş çapta gösteriler (2017 Tatavin protestoları), kimi zaman ülkenin 20 kentine yayılan ve ancak sendikaların arabuluculuğu ile sona eren eylemler (2018 Ocak protestoları), kimi zaman da gündelik hayatın ciddi ölçüde aksamasına yol açan büyük grevler (17 Ocak 2019’da 650 binden fazla kamu çalışanının katıldığı genel grev) şeklinde devam etti. Ayrıca daha trajik olarak Arap Baharı adı verilen değişim dalgasının fitilini ateşleyen Muhammed Buazizi’nin 2011’deki eylemini hatırlatacak şekilde vuku bulan bazı intihar eylemleri, halkı isyan noktasına getiren ekonomik sıkıntıların vahametini bütün açıklığıyla ortaya çıkardı.

Halkın siyaset kurumuna güveni azaldı

Tunus’ta özellikle 2015 sonrası ekonomik sorunların kronik bir hal alması ve siyasi tıkanıklığın Tunus siyasi hayatının bir rutini haline gelişi, halk tabanında büyük bir hayal kırıklığı, umutsuzluk, siyasilere karşı öfke ve güvensizliğe yol açtı.

Halkın bu durum karşısında siyasilere olan tepkisinin en önemli tezahürlerinden biri kitlesel ya da bireysel protestolar iken bir diğeri de seçimlere katılımın giderek düşmesi oldu. 2014 parlamento seçimlerinde yüzde 62 olan katılım oranı 2019 parlamento seçimlerinde yüzde 41’e geriledi. Bununla birlikte siyasi partilerin de Tunuslular nezdinde önemli oranda prestij kaybı yaşadığını belirtmek gerekiyor. Bu durumu 2011 sonrası dönemde ülkenin en önemli ve belirleyici siyasi aktörlerinden biri olan Nahda Partisinin oy oranlarında dahi takip etmek mümkün. 2011 devriminin ardından yapılan kurucu meclis seçimlerinde 217 sandalyeli mecliste 89 sandalye kazanarak mühim bir çoğunluk elde eden Nahda Partisi, 2014 yılında 69, 2019 yılında ise 52 sandalyeye kadar geriledi. Yine 2019 yılı cumhurbaşkanlığı seçimlerine bakıldığında Nahda Partisinin adayı Abdulfettah Moro’nun aldığı oy yüzde 12'de kalırken herhangi bir partiye bağlılığı ya da siyasi bir geçmişi bulunmayan Kays Said yüzde 72’lik bir oy oranı ile Tunus Cumhurbaşkanı seçildi. Tunusluların siyasi partilerin adaylarından ziyade bağımsız bir adaya yönelmelerinin temelinde de halkın siyasi partilere olan güvensizliğinin ve partilerin halk nezdinde yaşadıkları meşruiyet kaybının yer aldığı ifade edilebilir.

Ulusal diyalog süreci başlatılmalı

Tunus’ta yaşanan ekonomik sıkıntılar, son olarak 2020 yılında ortaya çıkan Kovid-19 salgını ile daha da derinleşti. Pandemi ile mücadele sürecinin iyi yönetilemeyişi, sağlık sektöründeki aksaklıklar ve salgının yayılış hızının bir türlü kontrol altına alınamayışı yüzünden ülkenin zaten zayıf olan siyasi ve ekonomik sistemi derin bir krizin içine girdi. Cumhurbaşkanı Said’in yasama, yürütme ve yargı alanlarında neredeyse bütün yetkileri eline alma kararı da böyle bir ortamda, yani 2015 yılından bu yana büyüyen toplumsal bir öfke ve hayal kırıklığının üzerine pandeminin yol açtığı ekonomik ve siyasi krizin de eklendiği bir ortamda geldi.

Dolayısıyla Cumhurbaşkanı Said’in 25 Temmuz kararları karşısındaki toplumsal sükuneti, halkın tepkisizliği olmaktan ziyade, devrimin onuncu yılında devrimden beklentileri hâlâ karşılanmamış olan halkın, yıllardır Tunus siyasetinde var olan fakat gerekli çözümleri üretemeyen siyasilere karşı bir tepki olarak da görmek gerekir. Ancak toplumun siyaset kurumuna güvensizliği ve kriz koşullarının, demokratik işleyişteki uzun dönemli bir kesintinin mazereti olarak kullanılmaması Tunus’un geleceği açısından hayati önemde. Nitekim Tunuslular 2011 yılından bu yana ekonomik olarak ağır koşullardan geçmekte olsalar da demokratik mekanizmaların ülkede işler durumda olması sayesinde hak ve özgürlüklerin tesisi konularında önemli ve örnek başarılara imza attılar. Dolayısıyla Tunusluların 2011 yılından bugüne elde edilen önemli siyasi kazanımlarının korunması için bir an önce 2013 yılındakine benzer şekilde halk nezdinde meşruiyet sahibi olan sivil toplum kuruluşlarının önderliğinde bir ulusal diyalog mekanizmasının başlatılması gerekiyor.

[Rumeysa Köktaş Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsü’nde (ORMER) Tunus ve Ortadoğu’da Sivil Toplum masasında çalışmaktadır]

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.