Türk yurdu Berlin

Türk yurdu Berlin
Almanya’nın başkenti ve en büyük şehri olan Berlin tarihi geçmişiyle zaman tüneli gibi bir şehir. Derya Demir'in Seyahat Yazısını okumak için tıklayın

Derya Demir'in Seyahat Yazısı

Almanya’nın başkenti ve en büyük şehri olan Berlin tarihi geçmişiyle zaman tüneli gibi bir şehir. İkinci dünya savaşının yaşandığını etkisi ve birçok Türk’ün yaşadığı şehre ilk adım attığınızda hissediliyor. Berlin’e küçük İstanbul diyorlar ya, cuk diye oturmuş aslında. Nereye giderseniz gidin bir kafede, toplu ulaşım aracında herhangi bir yerde mutlaka bir Türk ile karşılaşıyorsunuz. Hatta tanıştığım birkaç insan senelerdir orada yaşamasına rağmen Almanca bilmiyormuş. Türkçe konuşarak işlerini hallediyormuş. Ben gitmeden önce açıkçası Berlin’i bina yığınlarından ibaret betonlaşmış bir şehir gibi düşünmüştüm. Ama uçaktan inince durumun hiçte öyle olmadığının farkına vardım. Yemyeşil bir şehir karşımdaydı. Düzenli sokakları, disiplinli insanları, her yerde karşıma bir Türk’ün mutlaka çıkması beni epey şaşırtmıştı.

TURİSTLERİN UĞRAK MEKANI

İlk durağım her turistin mutlaka uğrayacağı Brandenburg Kapısı oldu. Berlin şehrinin ana sembollerinden biridir. Soğuk savaş boyunca, Almanya Parlamentosu Batı Berlin'de, Brandenburger Kapısı Doğu Berlin'de bulunmuştur. Kapı 1788-1791 yılları arasında yapılmıştır. Brandenburg Kapısı on iki sütuna, altı giriş kapısına ve altı çıkış kapısına sahiptir. Sütunlar, toplam beş yol oluşturur, vatandaşların sadece dıştaki iki kapıyı kullanma hakları vardı. Ortadaki yol ise kraliyete ve önemli trafik geçişlerine ayrılmıştı. Kapının en üstünde ise yan yana duran koşan at sembolü vardır. Bu sembolden etkilenmiş olacaklar ki kapının hemen yakınında çok sayıda fayton bulunuyordu.

HERKESE AÇIK PARLAMENTO

Brandenburg Kapısına giderken bir yer çok dikkatimi çekti. Uzun bir kuyruk vardı o tarihi binanın önünde. Oradakilere kalabalığın nedenini sorunca bana, oranın parlamento olduğunu ve vatandaşların önceden randevu alarak parlamentoyu ziyaret ettiklerini söyledi. Restorasyonu sırasında eklenen cam kubbe, ise binayı oldukça çekici kılıyordu. Bu kubbe 360 derecelik bir bakış açısına sahiptir. Hemen aşağısında parlamento ana salonu yer alır. Gün ışığını doğrudan doğruya parlamento içerisine yansıtır. Ziyarete açık olan kubbe pek çok turistin ilgisini çekmektedir. Aynı zamanda genel kuruldaki milletvekillerini görüp sohbet etmenizde mümkün.

RENKLİ BERLİN DUVARI

Berlin denilince herkesin aklına Berlin duvarı gelir. Bu duvar, Doğu Almanya vatandaşlarının Batı Almanya'ya kaçmalarını önlemek için Doğu Alman meclisinin kararı ile 1961 yılında Berlin'de yapımına başlanan 46 km uzunluğundaki duvar. Batı'da yıllarca "Utanç duvarı" olarak da anılan ve Batı Berlin'i abluka altına alan bu betondan sınır, 1989'da Doğu Almanya'nın, isteyen vatandaşların Batı'ya gidebileceğini açıklamasının ardından tüm tesisleriyle birlikte yıkıldı. Ancak Berlin Duvarı’nın kalıntılarını şehrin birçok yerinde görmek mümkün. Ben duvarın en uzun olduğu yerlerden olan Alexanderplatz meydana gittim. Orada uzun ve üzerinde çeşitli ressamlar tarafından grafitiler, yazılar, resimler tarafından doldurulmuş renkli bir duvar karşıma çıktı. Duvarın o eski korkunçluğundan eser kalmamıştı doğrusunu söylemek gerekirse. Duvarın arkasında ise, yapay bir şekilde oluşturulmuş nehir ve içinde gezmek isteyenler için gondollar bulunuyordu.

KAFA KARIŞTIRICI ANITLAR

Hitler zamanında katledilen Yahudiler için ise uzun bir anıt mezar döşenmişti şehrin en işlek yerlerinden bir tanesine. Özellikle Yahudi asıllı turistlerin geldiği bu anıt mezarlar, Buro Happold tarafından tasarlanmış ve 19 bin metrekarelik bir alana yayılmış, 2.711 adet beton bloklardan oluşmaktadır. İlk görünce baya karışık iç içe geçmiş bir yapı olarak göründü bu anıt mezarlar. Mimarın da tam da istediği bu algıyı oluşturmakmış. Bu tasarımın amacı oldukça rahatsız edici ve kafa karıştırıcı bir ortam yaratmakmış; böylelikle bu tasarımlar sözde düzenli olan bir sistemin insanlıkla bağının kopmasını simgelemektedir.

KONYA’NIN KULESİ BERLİN’DE

Diğer bir durağımda ise Konya’nın Kule’sine benzettiğim bir yer vardı. Berlin’in Televizyon Kulesi (Berliner Fernsehturm). Alexanderplatz meydanına çok yakın olan bu Kule’nin, Berlin'in sembolü haline gelmesini amaçlamıştır. Günümüzde de şehrin sembolü olarak görülen Kule, şehir merkezi ve bazı banliyölerden görülebilmektedir. Kule, 368 metrelik uzunluğuyla, Almanya'daki en uzun yapıdır. Kule’ye yaklaşık 35 saniyede asansör yardımı ile çıkabilmek mümkün. 360 derece Berlin’i gözlemleyebildiğim bu kule sayesinde Berlin’in bir çok mekanını görme şansı buldum. Kulenin bir üst katında ise 30 dakikada bir tam tur atan bir restoran bulunuyor.

‘KÜÇÜK İSTANBUL’ KREUZBERG

Gezimin son günlerinde Türkler tarafından Küçük İstanbul diye adlandırılan Kreuzberg’e gittim. Gerçekten dedikleri kadar varmış. Merkezin her yerini Türkler sarmış durumda. Kafe isimleri, bankalar, marketler, esnaflar hepsi Türk ve Türk isimlerinden oluşuyor. Orada yeni yaşayan bir Türk’ün Almanca öğrenmesi mümkün değil. Çünkü Alman vatandaşlar bile orada kendilerini turist gibi hissediyor bense kendimi Türkiye’ye dönmüş gibi hissettim.

ASİMİLE OLMUŞ BİR YEMEK KÜLTÜRÜ

Berlin’de ki binaların dış görünümü o kadar güzeldi ki ben neredeyse hepsini müze ya da özel bir anlamı olan bir bina olarak görüyordum. Kiliselerin iç ve dış mimarileri, bulunan müzelerin bolluğu, buram buram tarih kokması beni çok etkiledi. Ancak orada eksik olan tek şey yemek kültürü. Almanlar yemek konusunda tamamen asimile olmuşlar diyebilirim. Sokaklarda daha çok Türk, Çin, Japon ve Arjantin lokantalarına rastlamak mümkün. Orada yaşayanların her birinin elinde Türk yemeği bulunması aslında hoşuma gitti. Almanlar artık neredeyse kendi yemeklerini yemiyorlar. Kendi lokantaları bomboş dururken, Türk lokantalarının tıklım tıklım olması aslında yemek kültürümüzün ne kadar zengin ve lezzetli olmasının bir kanıtıdır.

BİRKAÇ KÜÇÜK DETAY

İlk olarak bir lokantada su isterken ayrımı iyi yapmak gerek, ben su istedim ancak onlar bana maden suyu getirmişlerdi. Orada yaşayanlar sudan çok bizim deyimimizle maden suyu onların deyimiyle gazlı suyu tüketiyorlar. Bu nedenle normal su istiyorsanız bunu belirtmeniz gerekiyor. Oradaki ulaşım sistemi de çok farklı. Daha doğrusu bilet sistemi. Uban yani metrolara binmek için bileti otomatik bir makineden aldıktan sonra, ne turnikeden geçiyorsunuz ne de birine kontrol ettiriyorsunuz. Bu nedende çoğu insan bu trenlere kaçak biniyor. Ama siz siz olun sakın kaçak binmeyin. Sivil gezen polislere kontrol sırasında bilet gösteremezseniz sonuçları çok daha ağır olabiliyor. Bir de orada bir şeyi görünce baya şaşırdım. Yaya çizgisini gören araç sürücüleri anında durup bize yol verdi. Burada kırmızı ışıkta bile geçen araç sahipleri ile kıyasladığımız zaman oradaki sürücüler kurallar konusunda çok daha hassas.

Kaynak:Pusula Haber

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.