Davutoğlu'ndan Darbe Komisyonuna yanıt

Davutoğlu'ndan Darbe Komisyonuna yanıt
Eski Başbakan Davutoğlu, TBMM FETÖ'nün Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu tarafından kendisine sunulan sorulara yazılı yanıt verdi - Davutoğlu:- "Bu yapıyla ilgili kanaatlerimin istifham ve mesafeden siyasete müdahale niteliği taşıyan somut bir şüpheye

TBMM (AA) - Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu, Fetullahçı Terör Örgütü'ne (FETÖ) yönelik kanaatlerinin istifham ve mesafeden siyasete müdahale niteliği taşıyan somut bir şüpheye dönüşmesinin Dışişleri Bakanlığını yürüttüğü dönemde, 7 Şubat 2012’de MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın ifadeye çağrılmasıyla gerçekleştiğini bildirdi.

Davutoğlu, TBMM FETÖ'nün Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu tarafından kendisine sunulan sorulara yazılı yanıt verdi.

Açıklamasına, darbe girişimine "Gazi Meclis" unvanına yakışır vakur bir tavırla karşı koyan TBMM'yi ve böyle bir kritik dönemde kendileriyle Türkiye'yi, milleti ve demokrasiyi savunma onuru taşıdığı milletvekillerini tebrik ederek başlayan Davutoğlu, 15 Temmuz ile yaşanan bu sürecin, sadece onur duymak açısından değil aynı zamanda ibret almak açısından da özel bir anlam taşıdığına işaret etti.

Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasının yarım asra yakın bir geçmişe sahip olduğunu ve tarihsel süreç içerisinde dinamik bir şekilde farklı yönleriyle ön plana çıktığını anlatan Davutoğlu, açıklamasında şu görüşlere yer verdi:

"Bugün yapılan değerlendirmelerin daha bu tecrübeler yaşanmadan yapılabilmesi mümkün değildir. Örgütle ilgili her bir değişim, dönüşüm ve eylem kendi tarihi bağlamı içinde değerlendirilmezse hem bilimsel olarak anakronistik bir tavır sergilenmiş olur hem de hukuki olarak yanlış sonuçlara götürecek önyargıların oluşmasına sebep olunur. Mesela hoşgörü mesajlarının verildiği, teknolojik donanımlı okulların açıldığı doksanlı yılların başlarında bu yapının gün gelip barbar bir darbe girişiminin örgütleyicisi olacağını öngörebilmek bu yapının muarızları tarafından bile mümkün değildi."

FETÖ yapısını 4 aşamada değerlendiren Davutoğlu, şu ifadeleri kullandı:

"Birinci aşama, 12 Eylül darbesi dönemine kadar giden soru işaretleri aşamasıdır. O günlerde, üniversite gençliğinin bir mensubu olarak bizler için, 12 Eylül darbesini 'hayırlı bir gelişme' olarak tanımlayan bir yapıya şüphe ile yaklaşmak doğal bir tavırdı. Bugünden geriye baktığımızda bu yapının darbe aşkının o yıllara kadar gittiğini söylemek mümkündür. Bu örgütün darbeci mantığı ve yaklaşımı ile ilgili istifhamların yoğunlaştığı yıllar ise millet iradesi ile iş başına gelmiş Hükümetin post-modern bir darbe ile devrildiği 28 Şubat dönemi olmuştur.

Merhum Prof. Dr. Necmettin Erbakan Hocamıza ve onun Başbakanlığında Devlet Bakanı görevini yürüten 11. Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül başta olmak üzere dış politika bağlamında fahri danışmanlık yaparak katkıda bulunmaya çalışmam dolayısıyla gelişmeleri yakından takip etme imkanı bulduğum bu dönemde, bu yapının istifhamları artıran takiyeci yüzünü daha yakından tanıma imkanı buldum. 12 Eylül darbesini hayırlı bir gelişme olarak tanımlayan Gülen, yıllar sonra milletimizin umudu olarak iktidara gelen Refah Partisine karşı İslamofobik ve vesayetçi anlayışla gerçekleştirilen 28 Şubat darbesinin de yanında yer alarak, bizi hayal kırıklığına uğratmıştı. O dönem, başörtüsünü teferruat olarak görmesi de hem bugün daha kolay anlamlandırabildiğimiz takiyeci yönünü, hem de kendisine alan açmak için, 28 Şubat bileşenleri tarafından baskı altında tutulan İslami oluşumları açığa düşürmeye yönelik fırsatçı ve hain karakterini ortaya koyarak hepimizin tepkisini çekmişti. 12 Eylül ve 28 Şubat darbelerine yönelik bu destekleyici tutumu dolayısıyla, başta Milli Görüş Hareketi olmak üzere, Türkiye'de faaliyet gösteren pek çok İslami oluşum ve cemaat, bu yapıya belli bir mesafe içindeydi. Bu yapıyla ilgili kanaatlerimin istifham ve mesafeden siyasete müdahale niteliği taşıyan somut bir şüpheye dönüşmesi, Dışişleri Bakanı olduğum dönemde 7 Şubat 2012’de MİT Müsteşarımızın ifadeye çağrılmasıyla gerçekleşti. Bu yapı, bürokratik uzantıları üzerinden teşebbüs ettiği bu cüretkar hamleyle, Hükümetimizin varlığından ve yürüttüğü politikalardan rahatsız olan uluslararası aktörler adına, Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'a, AK Parti Hükümetine ve demokratik sivil siyasete parmak sallamaktaydı. Sayın Başbakanımızın dirayetli tavrı olmasaydı daha o günlerde bu müdahale kısa sürede bir darbeye dönüşebilirdi."

- "İllegal mahiyette bir örgüt olarak tanımlandı"

Davutoğlu, yapıyla ilgili kanaatlerinin kırılmaya uğradığı üçüncü aşamanın ise 17-25 Aralık 2013 operasyonları olduğunu belirtti. 17-25 Aralık operasyonları ve sonrasındaki süreç, bu yapının devlete sızarak kendi çıkarları doğrultusunda siyasete müdahale eden kriminal bir örgüte dönüştüğünü gösterdiğini antalan Davutoğlu, şu değerlendirmede bulundu:

"Başta 11. Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül ve Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere bütün devlet kademeleri demokrasimize yönelik bu yeni tehdit konusunda yoğun ve sistematik bir çaba içine girdi. Bu dönemde içinde bulunduğum 61. AK Parti Hükümeti Sayın Başbakanımızın liderliğinde paralel yapı niteliği açıkça ortaya çıkan bu yapıya karşı kapsamlı bir mücadele başlattı. Başbakan olarak katıldığım 30 Ekim 2014 tarihindeki ilk MGK toplantısında bu yapının 'Milli Güvenliğimizi tehdit eden, kamu düzenini bozan, iç ve dış legal görünüm altında illegal faaliyet yürüten paralel yapılanmalar ve illegal oluşumlar' başlığı altında ele alınması ile illegal mahiyette bir örgüt olarak tanımlanmış oldu."

Dördüncü aşamada ise örgütün sadece devlet içinde yapılanan paralel bir kriminal örgüt değil bunun bile çok ötesinde kendi halkına bomba yağdırabilecek ölçüde barbar bir ihanet çetesi olduğunun 15 Temmuz darbe girişimi ile ortaya çıktığını belirten Davutoğlu, darbe girişimine karşı destansı bir mücadele sergilendiğini kaydetti.

- "Yapı İslam ile bağdaşmıyor"

Darbe girişimini diğer darbe girişimlerinden farklı kılan unsurların, bu girişimi yöneten örgütün beslendiği zihni, sosyal, ekonomik, bürokratik ve uluslararası dayanaklarla doğrudan ilgili olduğunun altını çizen Davutoğlu, yapının İslam inancından ayrı bir tutum sergilediğini, Gülen'in rüyalarının, düşüncelerinin ve talimatlarının neredeyse vahyin bağlayıcılığına eşit bir şekilde değerlendirilmesinin sorgulanamaz bir mutlak itaat alanının doğuşuna zemin hazırladığını belirtti.

17-25 Aralık sonrasında kendisini seçilmiş, adanmış bir topluluk olarak takdim eden örgütün, bu niteliği ile sosyal hayatın her alanına önce nüfuz etme, sonra kontrol etme ve nihayet hükmetme hakkını kendinde görmeye başladığını anlatan Davutoğlu, açıklamasında şu ifadeleri kullandı:

"Bugün daha iyi anlaşılmaktadır ki bu yapı, yıllarca, inançlı nesil yetiştirmeyi önceleyen bir dini cemaat ve hayır faaliyetleri yürüten bir sivil toplum hareketi olarak algılanmaya özel bir önem vererek, iktidarı hedefleyen gizli bir örgütsel yapılanma içerisinde olduğu gerçeğini gizlemiştir. 'Hizmet hareketi' tabiri iktidar odaklı hedef ve faaliyetleri en yakınlardan, toplumun genelinden ve hatta kendi mensuplarından bile saklamak için kullanılmıştır. İyi niyetli ve hayır aşığı Anadolu insanının kaynakları ilerde kullanılacak güç temerküzü için istismar edilmiştir. Böylece bir sonraki aşamada gerçekleştirilecek hamleler için toplumsal ve finansal zemin oluşturulmuştur."

Davutoğlu, eğitim faaliyetlerinin militan insan kaynağı havuzunu en kısa zamanda oluşturarak, devlet bürokrasisini kontrol altına almak için bir araç olarak görüldüğünü ve 2013 yılının sonuna doğru dershanelerin kapatılmasına yönelik kararın arkasından örgütün gerçek yüzünün ortaya çıktığını belirtti.

- Vesayetçi gelenekle FETÖ arasında paralellik

"FETÖ/PDY mensuplarının kendilerini gizleyerek bürokrasiye sızma çabaları gerçek mahiyeti, toplumun dini inançlarının sosyal hayattaki tezahürlerini bir tehdit olarak tanımlayarak dindar kişilerin bürokraside yer almasını çeşitli yöntemlerle engelleyen, bu yolda hukuk dışı uygulamalara da başvurmaktan çekinmeyen vesayetçi, darbeci anlayış temsilcilerinin hastalıklı davranışları sebebiyle başlangıçta tam olarak teşhis edilememiştir." değerlendirmesinde bulunan Davutoğlu, "Bireysel İslami yaşantıya sahip bürokratlarla paralel yapı gibi örgütsel bir yapıya mensup bürokratlar arasında ayırım yapamayan İslamofobik vesayetçiler, devlete sızmak için İslami yaşantıdan vazgeçme icazeti alan FETÖ mensuplarını fark edemeyerek bürokraside yükselmelerine zemin hazırlamıştır." ifadelerini kullandı.

"28 Şubat döneminin baskısı yüzünden ABD'ye gittiği iddia edilen Gülen’in bu dönemin etkileri geçtikten sonra da orada kalmaya devam etmesi, meselenin hak, hukuk ve demokrasi arayışı ile değil, başta TSK olmak üzere bürokrasiyi kontrol etme mücadelesi ile ilgili olduğunu göstermektedir." açıklamasında bulunan Davutoğlu, görüşlerini şöyle sürdürdü:

"FETÖ/PDY, Danıştay saldırısı, 27 Nisan e-muhtırası, Anayasa Mahkemesinin hukuku ayaklar altına alan skandal 367 kararı, parti kapatma davası süreçleri gibi örneklerini yaşadığımız, demokratik olarak seçilmiş ve meşruiyetini halktan alan iktidarı sınırlama ve mümkünse tasfiye etme girişimlerini kendi çıkarları doğrultusunda kullanmıştır. Vesayetçi, darbeci komutanların bu girişimleri FETÖ/PDY’nin kendinden menkul bir demokrasiyi kurtarma iddiasıyla kendisine meşruiyet alanı açmasını kolaylaştırmıştır. Demokratik ve özgürlükçü bir yaklaşımla vesayetçi, darbeci teşebbüslere yargıda hakimiyet yolunu kapatmak üzere TBMM tarafından hazırlanan ve 12 Eylül 2010 referandumuyla milletçe kabul edilen anayasa değişikliğinin sağladığı zemin bile FETÖ/PDY’nin haince planları doğrultusunda kullanılmaya çalışılmıştır. Anayasa Mahkemesinin müdahalesi ile anayasa değişikliği metni, örgütün amacına uygun hale gelmiş, HSYK seçimlerinin tek liste ile gerçekleştirilmesini sağlayan değişiklik sayesinde yargının denetimsiz olarak bu yapının eline geçmesi mümkün hale gelmiştir. Vesayetçi gelenek ile FETÖ arasında, yargıyı seçilmiş meşru iktidar üzerinde bir baskı aracı kullanma konusunda paralellik söz konusudur."

Davutoğlu, 27 Mayıs 1960 sabahı okunan Milli Birlik Komitesi bildirisi ile 15 Temmuz 2016 gecesi okunan Yurtta Sulh Komitesi bildirisinin aynı özü ve yöntemi barındırdığını kaydetti. 12 Eylül darbesinde sütre gerisine çekilip güç biriktirmiş olan örgütün, 1990'lı yıllarda iktidara gelen bütün hükümetlere yakın durmaya özen göstererek bürokrasiye sızma çabalarını sürdürdüğünü anlatan Davutoğlu, bunun tek istisnasının ise Refahyol olarak anılan RP-DYP dönemi olduğunu bildirdi.

- MİT Müsteşarı Fidan'ın ifadeye çağrılması

Fethullahçı yapılanmanın, AK Parti iktidarının bütün toplum kesimlerine sağladığı özgürlük alanlarını istismar ederek toplumun diğer kesimleri aleyhine etki alanını genişlettiğini ifade eden Davutoğlu, açıklamasında şu ifadelere yer verdi:

"Son derece büyük bir gizlilik altında eğitim, yargı, güvenlik, istihbarat, iletişim gibi stratejik alanlardaki kurumların kritik birimleri birer birer etki altına alınmaya çalışılmıştır. HSYK üzerinden yargının kontrol altına alındığı ve emniyet teşkilatında ve TSK’da yeterli örgütlenmenin gerçekleştiğine inanıldığı andan itibaren ise artık daha fazla gizlenmeye gerek görülmemiş, Hükümetin irade ve inisiyatifi ile ilgili olan alanlara doğrudan müdahale edilmeye başlanmıştır. Bu çerçevede, 7 Şubat 2012'de yetki aşımında bulunulmuş ve MİT Müsteşarı Sayın Hakan Fidan, devam eden bir yargı sürecine dahil edilmek istenerek Sayın Başbakanımızın ve Hükümetimizin millet adına meşru siyasal süreçler dahilinde yürüttüğü politikalar sorgulanmak istenmiştir. 7 Şubat 2012’te ifadeye çağrılan MİT Müsteşarı olsa da yargılanmak ve mahkum edilmek istenen onun talimat aldığı Başbakan ve Hükümetin bir bütün olarak uyguladığı istihbarat, güvenlik ve diplomasi politikaları olmuştur. Yıllarca vesayetle mücadele eden Sayın Başbakanımız ve Hükümetimiz, bu cüretkar girişimi vesayetin yeni bir türü olarak değerlendirmiş ve kesin bir kararlılıkla karşı durmuştur."

- FETÖ'nün PKK ile ilişkisi

Yarım asra yaklaşan bir süre boyunca, dini ve sivil faaliyetleriyle görünmez kıldığı devlete sızma faaliyetlerinin, harekete geçmesine yetecek bir güce ulaştığını düşünen yapının, Türkiye'nin iç ve dış politika hedeflerinden rahatsız olan yerel ve küresel odaklarla eklemlenerek AK Parti iktidarına yönelik topyekun bir taarruza geçtiğini anlatan Davutoğlu, şunları değindi:

"17-25 Aralık operasyonları, Gülen ve takipçilerinin, bürokrasi içinde 'otonom' bir yapı kurarak bağımsız hareket ettiğini, mensup oldukları yapının öncelikleri ve hedefleri çerçevesinde bürokrasi, iş dünyası, medya ve siyaset üzerinde tahakküm kurmayı sağlayacak yerlere sızdığını, yasadışı dinlemeler gerçekleştirdiğini, şantaj dosyaları oluşturduğunu ve seçilmiş hükümete darbe teşebbüsünde bulunmaya cüret edebildiğini gösterdi. Paralel yapı, 17-25 Aralık 2013 tarihini takip eden süreçte Türkiye Cumhuriyeti'nin meşru hükümeti ile yöneticilerini iktidardan uzaklaştırmak ve halk nezdinde itibarsızlaştırmak temelinde bir strateji benimsemiştir. Bu yargı darbesi Hükümetimizin başarılı hamleleri sayesinde akamete uğramıştır. 17-25 Aralık’tan 30 Mart 2014 Yerel Seçimlerine giden süreçte karşı karşıya kaldığımız operasyonlar artık her türlü ihanete hazır kriminal bir örgüt ile karşı karşıya bulunduğumuzu açık bir şekilde ortaya koymuştur. Bu suç örgütü Türkiye Cumhuriyeti’ni zaafa düşürmek ve hükümetimizi yıpratabilmek için her türlü şer odağıyla iş birliğine yönelmiştir.

Başbakanlığı devraldığım ilk haftalarda 6-7 Ekim olayları esnasında açık bir şekilde PKK yanlısı bir tavır sergileyen örgüt, devlete sızmış elemanları üzerinden güvenliğimizi zaafa uğratmaya çalışmış, çatışma ortamının tekrar yaygınlaşması için yurt içinde ve dışında temaslar yürütmüş, 7 Haziran seçimlerinde siyasi istikrarsızlık ortamı oluşması için Hükümetimiz karşısında geniş bir blok oluşturma çabasına girişmiştir. Nihayet 20 Temmuz Suruç terör saldırısı ve 22 Temmuz’da Ceylanpınar’da iki polisimizin uyurken şehit edilmesi sonrasında, başında bulunduğum 62’nci Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti tarafından PKK, DEAŞ ve DHKP-C’ye karşı kapsamlı bir terörle mücadele dönemi başlatılmıştır. Tam da bu esnada FETÖ’nün özellikle PKK ile Kuzey Irak’ta temas kurarak ülkemizi zaafa uğratmaya çalıştığı istihbarat raporlarına yansımış bir husustur. Terör örgütleri arasındaki bu iletişim yakından takip edilmiş ve uygun yöntemlerle uygun zamanlama içinde gerekli cevaplar verilmiştir."

- "FETÖ Türkiye'nin dış politikasından rahatsız oldu"

15 Temmuz darbe girişimini geçmişteki darbelerden ayıran en önemli farklardan birinin bu darbedeki dış faktörlerin mahiyet ve yöntem farkı olduğuna işaret eden Davutoğlu, şu değerlendirmede bulundu:

"Yapının seçilmiş meşru iktidara karşı bir güç mücadelesine girme kararı almasında, AK Parti iktidarı döneminde hayata geçirdiğimiz çok yönlü ve etkin dış politika faaliyetlerimizin birçok bölgesel ve küresel aktörü rahatsız etmesinin yadsınamaz bir etkisi mevcuttur. FETÖ/PDY, Türkiye'nin AK Parti iktidarında yürüttüğü dış politikaya hem genel çerçevede ve esastan hem de uygulamada ve tek tek birçok olayda muhalefet eden bir tavır içerisine girmiştir. Özellikle Dışişleri Bakanlığı görevini üstlendiğim dönemde Türkiye'nin dünyada en çok temsilciliği bulunan 6. ülke konumuna gelmesi FETÖ/PDY'nin yurt dışı ayağını ciddi anlamda sınırlayan bir gelişme olmuştur."

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Davos'taki "one minute" çıkışının ve sonraki gelişmelerin bir milat rolü oynadığına işaret eden Davutoğlu, 15 Temmuz darbe girişiminin bu süreçte nihai aşamayı oluşturduğunu ifade etti.

- "Kendisini samimi görmediğimi, bu kritik süreçte dikkatli olmamız gerektiğini ifade ettim"

FETÖ'nün, 2009 Davos zirvesi ve 2010 Mavi Marmara olayı sonrasında Hükümetin yürüttüğü dış politikaya dönük açık bir karşı tavır sergilemeye başladığını anlatan Davutoğlu, şunları belirtti:

"Gülen'in daha önce yapılan çağrılar çerçevesinde Türkiye'ye getirilerek kontrol altına alınmasının gerekli olduğu kanaatine vardık. Sayın Başbakanımızla yaptığımız bu değerlendirme neticesinde ve talimatı doğrultusunda, BM Genel Kuruluna katılmak üzere ABD’de bulunduğum sırada, Gülen’le bir görüşme gerçekleştirdim. Bu görüşmede Sayın Başbakanımızla gerçekleştirdiğimiz istişare çerçevesinde açık bir şekilde gerekli uyarılarda bulundum. Ülkemize dönüşümde bu görüşmeyi ve edindiğim intibayı Sayın Başbakanımıza aktardım. Bu çerçevede, kendisini samimi görmediğimi, zaman kazanmaya çalışır bir intiba verdiğini ve bu kritik süreçte dikkatli olmamız gerektiğini ifade ettim. Bu görüşme sonrasında, Gülen’in Hükümetimize ve ülkemize yönelik operasyonların içinde olduğuna ve bu tutumundan vazgeçme niyetinde olmadığına yönelik kanaatimiz pekişti. Bu görüşme dışında, kendisiyle başka hiçbir görüşmem olmamıştır."

Suriye’de Bayırbucak Türkmenlerine yardım götüren MİT tırlarına yapılan operasyonun, örgütün uluslararası amaçları ve irtibatları açısından önemli ipuçları verdiğine dikkati çeken Davutoğlu, "Yoğun diplomasi takvimi içinde 19 Ocak’ta MİT tırlarına yönelik gerçekleştirilen operasyonun gerçek amacı aslında Hükümet ve devlet kurumlarının itibarının zayıflatılması, mümkünse ülkemizin uluslararası alanda yıpratılması ve yöneticilerinin uluslararası hukuk nezdinde suçlu konuma düşürülmesiydi." açıklamasında bulundu.

- "FETÖ, Türkiye-AB ilişkilerinde de kriz çıkarmaya dönük bir strateji takip etmiştir"

"Türkiye'nin uçak krizi sonrası Rusya ile yaşadığı gerilim ve PYD konusu başta olmak üzere ABD yönetimi ile yaşadığı anlaşmazlıkları fırsat bilen FETÖ/PDY, Brüksel'e özel bir yığınak yaparak Türkiye-AB ilişkilerinde de kriz çıkarmaya ve bunun üzerinden Türkiye’yi tümüyle izole etmeye dönük bir strateji takip etmiştir." ifadesini kullanan Davutoğlu, kendi dönemlerinde FETÖ/PDY ile yapılan mücadeleler hakkında bilgi verdi.

FETÖ/PDY mücadelesinde en önemli desteği Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan aldıklarını kaydeden Davutoğlu, "15 Temmuz hain darbe girişiminin akamete uğramasında, o gece milletçe gösterdiğimiz destansı direnişin payı kadar, 17-25 Aralık operasyonlarıyla devlet içine sızmış hain ve işbirlikçi bir yapılanmayla karşı karşıya olduğumuzu fark ettiğimiz andan itibaren sürdürdüğümüz kararlı politikalar belirleyici olmuştur. 17-25 Aralık süreci sonrasında, başta yargı ve emniyet olmak üzere, bürokraside topyekün ve kararlı bir tasfiye süreci gerçekleştirilmemiş olması durumunda, 15 Temmuz gecesi girişilen hain darbenin çok daha yıkıcı sonuçlar üretmiş olabileceği yadsınamaz." ifadesini kullandı.

Darbe girişiminde ve girişimi sonrasında yaptığı çalışmalar hakkında da bilgi veren Davutoğlu, Türkiye’nin haklı tezlerinin anlatılması için yurt içinde ve yurt dışında girişimlerde bulunduğunu kaydetti.

- Rus uçağının düşürülmesi

Rus uçağının düşürülmesi konusunda algı operasyonlarına varan spekülasyonlarla gerçeklerin saptırıldığını ifade eden Davutoğlu, şu değerlendirmede bulundu:

"TSK mensubu herhangi bir subayın ya da erin hangi kademede olursa olsun ve hangi görevi yürütüyor olursa olsun başka bir aidiyetin parçası olması ya da meşru TSK hiyerarşisi dışında başka herhangi bir merciden emir alması, ihanet ölçeğinde bir suçtur ve demokratik hukuk devleti kuralları içinde en ağır ceza ile cezalandırılmayı hak eder. Bugün bu pilot hakkında da yargı süreci işlemektedir. TSK hiyerarşisi dışında bir aidiyet taşıdığı ve yetkilendirildiği angajman kurallarının dışında başka bir merciden emir alarak hareket ettiği ortaya çıkarsa mutlaka cezayı alacaktır."

Rusya uçağının düşürülmesi noktasında bu pilotun ya da süreç içinde görev yapmış diğer TSK mensuplarından herhangi birinin herhangi bir örgüt bağlantısı olup olmadığı yönünde araştırma yapılmasını istediğini anlatan Davutoğlu, "Sayın Genelkurmay Başkanımız daha sonraki görüşmemizde pilotun geçmişini ve ilişkilerini araştırdıklarını ve somut bir irtibat tespit edilemediğini bildirmiştir. Eğer 15 Temmuz öncesi tespit edilemeyen birçok irtibat gibi o gün tespit edilemeyen irtibatlar, 15 Temmuz sonrasında hukuki süreç içinde açığa çıkarılarak ispat edilirse, hukukun öngördüğü ceza ne ise bunun gereğinin yargı tarafından yapılacağından hiçbir şüphemiz olamaz. Ayrıca iç ve dış başka irtibatlar söz konusu ise bu da en ince detayına kadar araştırılmalı ve hukuki süreç işletilmelidir." açıklamasında bulundu.

Davutoğlu, krizin ilk anından itibaren iki ülke arasındaki ilişkilerin düzeltilmesi için yoğun çaba sarf edildiğini ve diplomatik temasların kesintisiz şekilde sürdürüldüğünü bildirdi.

- "Darbe tehdidi tek boyutlu değil"

Darbe girişimi ve benzeri girişimlerin ülkemizde bir daha yaşanmaması için her şeyden önce zihniyet düzeyinde kapsamlı bir mücadelenin gerçekleştirilmesine ihtiyaç duyulduğuna işaret eden Davutoğlu, şunlara değindi:

"Toplumun bütün kesimleri darbeye karşı ortak bir tavırda birleşmelidir. Bazı siyasi çevrelerin, demokratik bir ilke doğrultusunda darbelere kategorik olarak karşı çıkmak yerine, darbecilerin siyasi eğilimleri ve hiyerarşik pozisyonları üzerinden tutum belirlemeleri darbeci zihniyetin kökten mahkum edilmesini engellemiştir. Benzer şekilde, son günlerde FETÖ darbe girişimine karşı çıktığını iddia eden bazı kesimlerin başka bir darbe ihtimalinden olumlu bir şekilde ve neredeyse bir zorunluluk gibi bahsetmeleri karşı karşıya olduğumuz darbe tehdidinin tek boyutlu olmadığını ortaya koymaktadır. Ülkemizin ve milletimizin bir daha darbe teşebbüslerine muhatap olmaması için yapılması gereken en esaslı dönüşüm, ordu-siyaset ilişkilerinin demokratikleştirilmesi ve sivil siyasi iradenin bütün bürokratik mekanizmalar üzerinde nihai etkileyici ve belirleyici kılınmasıdır. Bu çerçevede, bütün bürokratik kurum ve kadroların siyasi irade tarafından demokratik bir eksen üzerinden yeniden yapılandırılması şarttır. Yeni siyaset inşası öncelikle anayasal zeminde başlamalı ve Cumhuriyetimizin 100. yılına yürürken 12 Eylül darbe anayasasının yerine katılımcı, çoğulcu, özgürlükçü, demokratik ve sivil bir anayasa yazımı ile tahkim edilmelidir."

Davutoğlu, 15 Temmuz sonrasında darbe girişimi ile ilgili yaptığı açıklamalara, yurt dışında mektup gönderdiği kişilere ve bu mektuplarda yer alan ifadelere de açıklamasında yer verdi.


Kaynak:Anadolu Ajansı

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.