Ermenek'e Deniz Gelmiş - Prof. Dr. Hüseyin Muşmal

Ermenek'e Deniz Gelmiş - Prof. Dr. Hüseyin Muşmal
Ermenek’e yolu düşen herkese mutlaka bölgedeki otellerde konaklamalarını tavsiye ediyorum. Zira Ermenek’in tarihi ve doğal güzelliklerini öyle bir günde görebilmeniz mümkün değildir.

En azından iki gece Ermenek’te konaklamanız, bir kısmı şehir merkezinde bir kısmı ise yakın mesafelerdeki tarihi ve doğal güzellikleri yerinde görmenizi ısrarla öneririm. Biz de Cumartesi gecesi Ermenek’te Selçuklu Oteli’nde geceledik. Bir önceki yazımızda övgüyle bahsettiğim gibi, otelin kahvaltısı da akşam yemeğini aratmayacak güzellikteydi. Pazar günü için programımızda bulunan mekânlarda daha fazla vakit geçirebilmek ve ayrıca programda Cumartesi’den kalan bir iki yeri de ziyaret edeceğimiz için, kahvaltıya erken inmiştik. Gezinin sorumlusu Ermenekli değerli arkadaşım, dernek başkanımız Mustafa Büyükkafalı, benim ve benimle birlikte muzırlık yapan birkaç kişinin ricasını kırmayarak, kafileyi şehir merkezinde yer alan Tol Medrese ve Türkiye’nin ilk Elektrik Santrallerinden birisi olan Elektrik Santrali Parkı’na götürmeye söz verdi. Aslında bendeniz yıllar önce Ermenek’in tarihi ve doğal güzelliklerini görmüştüm. Ancak yıllar sonra yeniden görmek de ayrı bir mutluluktu. Ayrıca Ermenek’e gidenlerin asla tatmadan dönmemeleri gerektiğine inandığım Helvası ile Batırık’ını da yerinde tekrar tadabilecektim. Bütün bu düşüncelerle saat 07.30’da kahvaltı salonuna indiğimde gördüğüm manzara beni bir kez daha mutlu etti. Klasik kahvaltı menüsünün dışında, buraya has yöresel lezzetler de bize sunulmuştu. Kahvaltıda ikram edilen çeşitli peynirler, reçellerin yanı sıra meşhur helvası da yüzümü gülümseye yetmişti.

Üstelik Ermenekli kadınlar kahvaltı salonunun bir köşesine kurdukları ocakta otel sakinlerine töymekan (semiz otu) böreği yapıyor, arzu edenlere peynirli saç böreği ile tarhana başı ikram ediliyordu. Açıkçası sırf töymekan böreğinin tadına bakabilmek için bir parça rejimi bozduğumu söylemeliyim.  Selçuklu Otel’deki kahvaltı ziyafetinden hemen sonra, sabahın erken saatinde Elektrik Santrali Parkı’nın yolunu tuttuk. Burayı ziyaret ettiğimde, günümüzde Santral Parkı adında bir mesire alanı olan elektrik santralinin,  1934 yılında kurulduğunu, Ermenek'in Akşehir ve Tarsus’tan sonra elektriğe kavuşan 3. ilçe olarak tarihe geçtiğini öğrendim. İşte o zaman, bir gün önce ziyaret ettiğimiz Ermenek HES Barajı’nın neden burada yapıldığını da kavramış oldum. Ermenek sahip olduğu su kaynakları ve yer şekillerinden dolayı, santral veya baraj kurmak için en uygun yerlerden birisi. İşte bu yüzden Türkiye’nin ilk santralinin kurulduğu bu şehirde, bundan 75 yıl sonra da 210 metre gövde yüksekliğiyle Türkiye’nin 2. yüksek barajı inşa ediliyor. Bendeniz cevizin insan zekâsı üzerinde bir etkisi varsa, bunun için Ermeneklilerin incelemeye alınması gerektiği esprilerini yaparak, Elektrik Santrali Parkı’nı büyük bir keyifle gezdim. Açıkçası buranın muhteşem ağaçlarının görüntüsü, mis gibi havası, şelalesinin ve kuşlarının enfes sesi eşliğinde bir demlik çay içebilmek ne büyük lütuf olurdu. Ancak maalesef ki kahvaltıdan kalkar kalkmaz buraya gelişimiz ve vaktimizin darlığı nedeniyle, başkanın verdiği saatte otobüsün başına gelerek, uzaktan umarsızca kahve içenleri seyretmekle yetindim.

Bana göre burası Ermenek’e ziyarete gelen yerli ve yabancı Turistlere, ilk gezdirilecek yerlerden olmalı. Hatta burası gezdirildikten sonra, insanlar Turkuaz Gölü Mesire alanına götürülmeli. Böylece iki tesis arasında Ermenek’imizin ve Ülkemizin gösterdiği gelişim gözler önüne serilmelidir. Elbette ki Cumhuriyet’imizin kurulduğu yıllarda yapılan kalkınma hamleleri yadsınamaz. İşte bu santral de buna gösterilecek örneklerden birisidir. Bir sonraki ziyaretimiz de ecdadımız olmasından iftihar ettiğimiz Karamanoğulları Devleti döneminde Emir Musa Bey tarafından 1339 yılında yaptırılan Tol Medrese idi.  Bir rehber için herhalde en zor şey alanın uzmanlarının yanında bilgi vermektir. Üstelik bazı rehberler, belki de haklı olarak bilgi yerine daha çok efsane anlatmayı tercih ediyorlar. Bendeniz de, bir parça ukalalık ederek anlatılan birkaç hususa müdahale ettim. Vaktimiz dar olmasına rağmen, yine de Karamanoğulları döneminde yapılan ilk büyük medresenin güzelliğini ve kapısının görkemini fotoğraflamak için vakit bulabildim. En fazla dikkatimi çeken hususlardan birisi de Ermenek’te bulunan bazı taş eserlerin ve mezar taşlarının, hatta bölgeye ait bazı etnografik ürünlerin burada muhafaza altına alınması oldu. Açıkçası buraya gelen bir turist, sadece medresenin güzellikleri ile karşılaşmıyor, aynı zamanda sanki bir müzeyi de gezmiş oluyor. Bendeniz bazı mezar taşlarını bir süre inceledikten sonra, verilen saate uymayan yaramazlardan olmamak için hemen otobüste yerimi almıştım.

Artık istikametimiz meşhur Zeyve Pazarı idi. Zeyve Pazarına daha önce birkaç kez gitme fırsatı bulmuştum. Burası için ne yazılsa ne söylense azdır. Zira burası anlatılmaz da yaşanır dedikleri cinsten. Aşağı yukarı 500 yıllık bir tarihe sahip olduğu söylenen Zeyve Pazarı’na ulaşmak için, artık sular altında kalan Görmeli Köprüsü’nden değil de 210 metrelik gövdesi ile Türkiye’nin ikinci büyük yüksekliğe sahip Ermenek Hes Barajı’nın gövdesinden geçerek, 26 km’lik bir yolculuk ile Zeyve’ye ulaşabilirsiniz. Burası İkizçınar Köyü ile Yayla Pazarı köylerini ayıran dere üzerinde ve çevresinde kurulmuş; yüzlerce tarihî ulu çınarları, doğal güzellikleri, soğuk suları, su değirmenleri, su hızarları, fırını, pazarı ile ülkemizdeki ender güzellikteki yerlerden birisi. Belki de burası Anadolu’da başka örneği olmayan doğal güzelliklere sahip bir alan. İşin özü burası, özellikle yaz ayları olmak üzere Temmuz, Ağustos, Eylül aylarında, Ermenek’in civar köylüleri tarafından yetiştirilen envai çeşit sebze ve meyvelerin sergilendiği ve pazara çıktığı bir panayır yeri. Burada köylüler Pazar günleri kurdukları pazarda, başta sebze meyve olmak üzere, yöreye ait basma, elbise, kumaş, kuru gıda ve baklagil adına aklınıza her ne geliyorsa yerli ve yabancı turistlere sunuyor. Ancak pazarın en güzel özelliklerinden birisi de hiç şüphesiz yöreye has el sanatları ürünlerinin de bu pazarda satılmasıdır. 

 

Zeyve’ye Konya ve çevresinden geliş gidişi birazcık zahmetli olsa da, Akdeniz yakınlığı nedeniyle Kazancı, Gülnar, Mut, Anamur üzerinden turistlerin kolayca ulaşabildikleri bir mesire yeri olduğu için çevrede oldukça büyük bir şöhrete sahip olmuş. Yani açıkçası Ermenek’e yolu düşüp de Zeyve Pazarı’nı görmemek büyük bir eksiklik olacaktır.  Pazarın içinde gezerken, yöreye ait envai çeşit ürün arasında, Zeyve’nin muhteşem güzelliklerini gözden kaçırmayın. Haftanın diğer günleri geldiğinizde halihazırda ortasından akıp giden deresi başta olmak üzere muhteşem doğasından gözünüzü alamazsınız. Ancak burasının en önemli özelliklerinden birisi her taşın, her ağacın arasından bir pınar kaynıyor olmasıdır. Nereye adım atarsanız atın muhteşem güzellikteki ulu çınarların altında, sağında solunda dinlenecek bir gölgeliğe oturup suyun ve kuşların sesini dinleyerek kendinizden geçebilirsiniz. Lakin hafta sonlarında bunu yapabilmek oldukça zor. Hatta Zeyve ile bütünleşmiş et ve pirzolasının tadına bakmak isterseniz hafta içini tercih etmenizi öneririm. Mangalları oldukça geniş elemanları çoksa da, biz maalesef ki öğle yemeği sırasında bize ikram edilen pirzolanın tadını çıkaramadık. Hoş, bendeniz daha ziyade masamızda bizlere eşlik eden, Mustafa Akkoca, Ulaş İnbaşı, Özgür Karamanlı gibi dostlarla sohbet etmeyi tercih ettim. Hatta başkanımızın bize kıyağı olan, esmer kardeşlerimizin, davulu zurnası eşliğinde yapılan resitale kendimi kaptırdığım için, biraz da aceleden fazlaca pişmemiş olan pirzolanın tadını çıkaramadım. Ama zaten benim için müzik ve sohbet ziyafeti hepsinden daha da tatlıydı. Dönüş yolunda başkanımızın bir sürprizi ile daha karşılaştım. Çok görmek istediğim halde, yol çalışması nedeniyle programdan çıkarılmak zorunda kalınan Ermenek Kaya Mezarları’nı görebilme fırsatı ayağıma kadar gelmişti. Allahın sevdiği kuluyum desem yeridir, kafilemizi özel araçları ile takip eden Özgür ve Ulaş Beyler bizi minibüslerin giremediği yollar üzerinden Gökçeseki Kaya Mezarları’na kadar götürüp getirecekti. Ermenek-Mut yolu üzerinde bulunan tarihi bir çeşmenin çardağında aldığım bu teklifi derhal kabul etmiş, sipariş ettiğim çaya ihanet ederek, eşimle Gökçeseki Kaya Mezarlarının yolunu tutmuştuk.

E birisi dernekçi, birisi gazeteci iki Ermenekli arkadaşımla bu ziyareti gerçekleştirmek bir ayrıcalık olmalı. Zaten yol boyunca sorduğum bir sürü soru ile pek çok şeyi öğrendiğim arkadaşlarım,  nekropole vardığımızda Gökçeseki Kaya mezarları hakkında bizi fazlasıyla bilgilendirdiler. Gezi sırasında vaktimizin darlığı nedeniyle bir kısmına ancak uzaktan bakabildiğimiz Nekropel’deki kaya mezarları arasında gezinirken,  burada yapılan kazılarda çok sayıda seramik, cam malzeme parçaları ile 9 adet kireç taşından imparator ve senatörlere ait büst çıkarılmış olduğunu da öğrenmiş oldum. Aslında burası Ermenek’teki onlarca ören yerinden yalnızca birisi. Ancak coğrafyanın ve şartların bu kadar zor olduğu bu bölgede burayı görmenin bile şans olduğunu düşünüyorum. Dönüş yolunca sohbetimizde, Ermenek isminin Ermenilerden geldiği hakkındaki şehir efsanesini kahkalarımıza katık yaparak, Ermenek’e adını veren Germanikapolis ve Ermenek’in antik dönemleri üzerinde yayınlar yapan sevgili arkadaşım Osman Doğanay’ın da kulaklarını çınlatmış olduk.  Gökçeseki Kaya Mezarlarını görmek için özel bir araçla kafileden ayrıldığımız süreden bir saat geçmişti ki biz onların Mut’a bağlı Yerköprü Şelalesi’ne ulaştıkları haberini aldık. Burası ülkemizin eşsiz cennet köşelerinden birisi olarak mutlaka görülmesi gereken bir tabiat parkı. Bendeniz pek çok defa bu bölgeden geçmiş olan birisi olarak, nasıl oldu da böyle bir şelaleden haberim olmadı diye epeyce hayıflandım. Özgür ve Ulaş Beyler bizi çok geçmeden Mut Yerköprü Şelalesi’ne yetiştirdiler, grubumuz 400-500 merdiven ve birkaç kilometre süren zorlu iniş parkurunu bitirerek, şelaleye ulaşmışlardı ki bizler de arkasından yetiştik.  Yol arkadaşımız Emrah’ın özçekim taklitlerine gülmekten ve hatta şelalenin karşısında her türlü şekle girerek poz verenlerden fırsat bulamadığımız için şelale ile hemhal olup sohbet etmek fırsatına kavuşamadım. Yine de eşimle birlikte her an canımızı vermekten kaçınmayacağımız al bayrağımızla bir fotoğraf çektirip, dönüş yoluna koyulduk. Dedim ya sanki Allah’ın sevgili kuluyum diye, kafilemiz Beyşehir’e dönüş yapacağından biz, yine Başkanımızın bir kıyağı ile Özgür ve

Ulaş Beyler’in aracı ile Konya’ya hareket ettik. Hem de böylece, ev sahiplerimizin Sertavul’da bize ikram ettikleri, Pirzola’nın tadını çıkarabilmiş olduk.  Ancak benim için, burada tadına baktığım Ermenek’in sıcak helvasının yerini hiçbir şey tutamazdı. Bize servis yapan Batmanlı kardeşim esprili konuşmalarının getirdiği muhabbetimiz nedeniyle, o da artık bir Beyşehir tişörtüne sahip bulunuyor. Kıymetli Başkanım Mustafa Büyükkafalı’nın hediye ettiği Beyşehir baskılı tişörtü ben de bir Batmanlı’ya hediye ettim. Bir önceki yazımızda söylediğim gibi, gezilerin  en güzel yeri budur işte…

Pablo Neruda’nın yazdığı gibi

Yavaş yavaş ölürler

Seyahat etmeyenler.

Yavaş yavaş ölürler

Okumayanlar, müzik dinlemeyenler,

Vicdanlarında hoşgörüyü barındıramayanlar.

Yavaş yavaş ölürler

Alışkanlıklarına esir olanlar,

Her gün aynı yolları yürüyenler,

Ufuklarını genişletmeyen ve değiştirmeyenler,

Elbiselerinin rengini değiştirme riskine bile girmeyenler,

Bir yabancı ile konuşmayanlar.

Yavaş yavaş ölürler

Heyecanlardan kaçınanlar,

Tamir edilen kırık kalplerin gözlerindeki pırıltıyı görmek istemekten kaçınanlar.

Yavaş yavaş ölürler

Aşkta veya işte bedbaht olup yön değiştirmeyenler,

Rüyalarını gerçekleştirmek için risk almayanlar,

Hayatlarında bir kez dahi mantıklı tavsiyelerin dışına çıkmamış olanlar

Yavaş yavaş ölürler…

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.